Avustralya’nın keşfi sonrasında, buralara insanlar göçmen olarak gidip yerleşmeye başlamışlardı. Bu gelen kişiler arasında; Türk’lerde vardı. Bu kişilerin yerleşmesiyle, özellikle, kıt’anın bazı yerleri, tam bir Orta Doğu devleti görünümünü almıştı. Özellikle: Silver City şehri, buna en uygun örneklerden biriydi.
Bu kentin, en ilgi çeken kişilerinden biri ise; Abdullah isimli bir Türk’dü. Abdullah, buraya ilk geldiğinde uzun süre iş bulamaz, sonra kasaplık yapmaya başlar. Bir süre sonra, aynı şehire bir Türk daha gelir. Bunun ismi ise: Muhammed. Muhammed; üzerinde bir sopaya takılı Türk Bayrağı olan tahta arabasında; dondurma satmaktadır.
Abdullah ve Muhammed; zamanla, sıkı bir arkadaşlık kurarlar. Özellikle, akşamları biraraya gelip, vatan hasretini, birbirleriyle konuşarak giderirler. İşleride çok iyi gitmektedir. Ancak; bu güzel günler uzun sürmez. Çünkü; vatanlarından kötü haberler almaktadırlar. Avustralya’da ise, İngilizler kıt’anın her yerinden; I.Dünya Savaşı için asker toplamaktadırlar. Bunu haber alan; Abdullah ve Muhammed, Askerlik Şubesine giderek, askere yazılmak istediklerini söylerler. Ancak; aldıkları yanıt onları çok şaşırtır. Şöyleki:
– Siz Türk’sünüz, halbuki bizler İngiltere’nin yanında Türk’lere karşı savaşmaya gidiyoruz.”
Tüm ısrarlarına rağmen, Abdullah ve Muhammed; olumlu cevap alamazlar. Hemen o gece, sabaha kadar düşünüp, kararlarını verirler. Madem; ülkelerine kadar gidip düşmana karşı savaşamayacaklar, bu demek değildir ki, düşmana karşı hiç durmayacaklar. Madem, bu topraklardan çıkmalarına izin verilmiyor, o zaman, bu topraklar üzerinde, mücedeleyi sürdüreceklerdi.
Ne kadar paraları varsa, hepsini harcayıp, silah ve cephane alırlar. Her gün vagonlar dolusu insan, kentin yakınlarındaki limanlara sevkediliyorlardı. Abdullah ve Muhammed’in bulundukları kentin yakınlarındaki Broken Hills Dağının yanında da bir tren yolu geçiyordu. İşte, tam bu trenin geçtiği boğaza mevzilenecekler ve düşman askerlerinin geçmesine engel olacaklardı.
1 Ocak 1915 günü, bütün hazırlıklarını tamamlayarak, burada mevzilendiler. Aynı gün; içinde 1000 den fazla askerin bulunduğu bir tren buradan geçecek ve limana sevk olacaklardı. Tren boğaza girdiğinde, makinist birden şaşırır. Çünkü; rayların üzerinde, küçük bir dondurma arabası vardı. Arabanın üzerinde ise, kırmızı-beyaz bir bayrak dalgalanıyordu. Tren durdu. Çevresinde, treni koruyan atlı birlikler, tepede, aynı renkleri taşıyan bir bayrağın daha dalgalandığını gördüler. Tam oraya doğru silahlarını doğrultmuşlardı ki; birden, trenin üzerine doğru, bir kurşun yağmuru başladı. İçindeki onlarca ölüyle birlikte, tren geri dönmek zorunda kaldı. Bölgeye, hemen güvenlik kuvvetleri gönderildi. Onlar da yetersiz kaldı ve askeri birlikler gönderildi.
Fakat, gelen her birlik, olduğu yerde çakılı kalıyor ve bir adım bile ileri gidemiyordu. Yeni getirilen birliklerde, bu kahraman insanlar çembere alınmaya çalışıldı. Kendileriyle çarpışanların, en azından bir tabur olduğunu düşünüyorlardı. Saatler geçti. Çarpışmanın iyice şiddetlendiği bir anda, Muhammed şehit oldu. Ama; Abdullah, direnmeyi sürdürdü.
Derken, iki kahraman insanımızın bulunduğu yerden, ses gelmez oldu. Avustralya’lı askerler; yavaş yavaş yaklaştılar. Bir de baktılar ki; kanlar içinde salmış ve silahlarına sıkı sıkı sarılmış, iki Türk, birer kayaya yaslanmış olarak yatıyor. Sadece, Muhammed’in vicudunda 21 kurşun yarası vardı. Onları, esas şaşırtan; yanlızca 2 kişiyle karşılaşmaları oldu. Halbuki, onlar, kendileriyle bu mücadeleyi yapan, çok daha büyük bir insan topluluğu bekliyorlardı.
Sonuçta; iki şehidimizin silahlarını, cenazelerini ve dondurma arabasını alarak, şehre götürdüler. Ama; korkuları hala geçmemişti. Avustralya’lı askerler, günlerce dağlarda başka Türk varmı diye arama yaptılar. Ama, bulamadılar.
Avustralya’da; haftalarca, kahraman şehitlerimiz ve onların cesaretleri konuşuldu. Bu olay ise; Avustralya tarihine ” Broken Hills Savaşı ” olarak geçti.
Bugün, bu 2 şehidimizin mezarlarının nerede olduğu bilinmiyor. Ama; arabaları, silahları ve bayrakları; bir müzede saklanıyor. Büyük bir askeri birliğe karşı verdikleri mücadelede, siper olarak kullandıkları kaya da, bugün ” Türk Kayası” olarak isimlendirilmiş.
Düşünebiliyormusunuz; dünyanın bir ucunda; vatan sevgileriyle, koca bir devlete kafa tutabilen bu insanlar, bu cesareti nereden bulmuşlar? İşte; Avustralya’lılar, günlerce bu sorunun cevabını aradılar. Buldular veya bulamadılar bilmiyorum. Ama; bu cesaretin tek dayanağı; hani Atatürk’ün söylediği gibi: ” Muhtaç olduğun kudret, damarlarında dolaşan asil kan’dadır “. Onlara bu cesareti veren, sağlayan; işte bu. Ve ne mutlu ki, bizler de, bu cesur insanların soyundan geliyoruz.
Kendileri Afgan 😀 Türk degil