Çalınan Tarihimiz, İhtiyar Balıkçı Heykeli

Çalınan Tarihimiz, İhtiyar Balıkçı Heykeli


Osmanlı döneminde, ülkemizdeki tarihi eserlerin yağmalanıp yani çalınıp yurt dışına kaçırılmasında en büyük emeği geçen: Anadolu topraklarında demiryolu yapımında çalışan yabancı mühendislerdir. Bunlar: arkeolog olmamalarına rağmen, karşılarına çıkan veya bölgelerinde gördükleri antik eserleri çalarak yurt dışına kaçırma konusunda uzmanlaşmışlar ve bu arada, bir kısım demiryolu yapımını da gerçekleştirmişlerdir.

Evet, bu hırsız yol mühendislerinin en önemlilerinin en şöhretlileri: Bergama sunağını yurt dışına kaçıran Alman iken, ben bugün yeni bir hırsız yol mühendisi daha öğrendim ve bilgilerimi sizinle paylaşmak istiyorum.

20’nci yüzyılan başlarında, Aydın-Geyre ilçesi yakınlarındaki Afrodisias antik kenti yeni yeni bulunmanın verdiği büyük ilgi ile, yabancı arkeolog veya bir diğer adı hırsızlar tarafından kazılmaktadır. Bu kazı çalışmalarına: 1904-1905 yılları arasındaki kısa dönemde: yol mühendisi, amatör arkeolog Fransız Paul Gaudin’de katılır. Gaudin: bu dönemde, özellikle antik kent bölgesinde, Hadrianus Hamamları olarak adlandırılan bölgeyi kazar ve bulduğu eserlerin küçük bir kısmını İstanbul Arkeoloji Müzesine gönderirken, büyük kısmını, yurt dışına kaçırarak, bazı ülkelere satar.

Aradan onlarca yıl geçer ve 1989 yılında, Afrodisias antik kentine bütün ömrünü adayan, 30 yıllık bir araştırma dönemi sonucunda, mezarı dahi bu antik kentte bulunan Prof. Kenan Erim tarafından: Tiberius Portikosundaki bir havuzda: mermer bir heykele ait: 33 cm. boyutunda ve 5 kg. ağırlında “baş” kısmı bulunur. Prof. Erim: yaptığı araştırmalarda, bu baş kısmının; Almanya-Berlin Müzesinde sergilenen “İhtiyar Balıkçı” isimli heykele ait olduğunu belirler. Bunun üzerine: Berlin Müzesinde, alçıdan yapılmış bir baş parçası ile sergilenen orijinal gövdenin, yani “İhtiyar Balıkçı” heykelinin ülkemize iadesi için girişimlere başlanır.
Ancak, tahmin ettiğiniz gibi, elbette, Almanlar bu heykelin iadesinde de büyük güçlükler çıkarmaktadırlar. Umarım 1991 yılında başlayan görüşmeler, belli bir süre sonra tamamlanır ve heykel ülkemize iade edilerek, ait olduğu yerde, yani Afrodisias Müzesinde sergilenmeye başlanır.

Aranan kelimeler:

29 Temmuz 2012
bosluk

Çalınan Tarihimiz, II. Selim Türbesinin İznik Çinileri

Çalınan Tarihimiz, II. Selim Türbesinin İznik Çinileri

1800’lü yılların başında: Osmanlı hükümeti: II. Selim ve III. Murat türbeleri ve I. Mahmut kütüphanesinin çinilerinin restorasyonu için çalışmalar başlatır.

Bu doğrultuda: Ayasofya Müzesi bahçesinde bulunan II. Selim’in türbesinin restorasyonu için: İstanbul’da diş doktorluğu yapan ve tarihi eserlere düşkünlüğüyle tanınan Albert Sortin Dorigny isimli şahıs müracaat eder ve restorasyon faaliyetlerini yapması için kendisi görevlendirilir. Çünkü: dönemin sultanı II. Abdülhamit ve devletin diğer ileri gelenleriyle iyi ilişkileri bulunmaktadır.

Bu sözünü ettiğim yerler: özellikle 16’ncı yüzyılda, çini sanatının en muhteşem eserlerinden olan “İznik çinileri”yle süslenmiştir. Özellikle: Mimar Sinan, yaptığı cami ve türbelerde, bu çinileri kullanmıştır. II. Selim türbesi de, Mimar Sinan tarafından yapılmıştır ve yapıda, bol miktarda İznik çinisi bulunmaktadır. Bunlarda: özellikle, revaklı girişin sağ ve sol yanlarında bulunan, çini panolar muhteşem güzellikleriyle dikkat çekerler.

Ancak: bu sinsi Fransız: 1894 yılında: II. Selim türbesinin çinilerinin benzerlerini, Fransa’da bir fayans fabrikasında yaptırır ve bu fayanslar geldikten sonra, orijinal çinileri yerinden söktürür ve yurt dışına kaçırarak satılır ve yerlerine fabrika yapısı çinileri yerleştirir. Evet, bir gecede, 60 parçadan oluşan çini panoyu yerinden söküyor ve önceden hazırlattığı sahte panoyu buraya yerleştiriyor. 4 yıllık restorasyon çalışmalarında, bu hırsız Fransız, birçok çiniyi Fransa’ya kaçırır.

Elbette, bu durum dönemin ilgilileri tarafından anlaşılmaz.

Aradan yıllar geçer.

Bu süre sonunda, yalnızca: türbenin rekavlı girişinin sol yanında bulunan çini pano: diğer yanda (aradaki mesafe, yalnızca 5 cm. dir) bulunan benzerine göre daha solgun görülmektedir. Halbuki: tamamen naturel boyalarla boyanmış ve hemen hemen hiç solmayan çiniler, bu panoda niye solmuştur?

Bunun nedeni, uzun yıllar anlaşılamaz.

Ancak: 2003 yılına gelindiğinde, çinilerin bulunduğu bölümde, 2 çini yerinden koparak düşer ve kırıldıklarında, arkalarında “Paris şehrindeki “Choisleroi Seine” isimli fayans fabrikasında üretildiklerine dair mühür” çıkınca, yapılan sahtekarlı ve hırsızlık yıllar sonra da olsa anlaşılır.

Çiniler araştırıldığında ise, bunların Fransa-Paris Louvre Müzesinde sergilendikleri anlaşılır. Hatta: müze yetkilileri, çekinmeden, bu panonun altında “Ayasofya Müzesinin haziresinde bulunan Sultan II. Selim Türbesinin çinileri” ibaresini bile kullanmaktadırlar. Çünkü: bu çini pano: 1905 yılında, Dorigny denilen hırsız tarafından, müze müdürlüğüne satılmıştır. III. Murat Türbesinden çalınan çiniler ise: yine Fransa-Paris-Sevr Müzesinde sergilenmektedir. Müze müdürü ile yapılan görüşmede ise: panonun, kanuni yollarla satın alındığının onlar için önemli olduğu vurgulanmaktadır.

Evet bu paha biçilmez çiniler, tüm iade girişimlerine rağmen, geri verilmemektedirler.

Aranan kelimeler:

29 Temmuz 2012
bosluk

Çalınan Tarihimiz, Dionysos Bronz Heykeli

Çalınan Tarihimiz, Dionysos Bronz Heykeli

Yer: Burdur şehri, Gölhisar ilçesi yakınlarında: “Boubon” şehri.

Şehir: İbecik ve Pırnav ovalarına hakim Dikmen Tepesinin güney yamaçlarında kurulmuştur. Yamaçlarda: büyük bölümü ev olarak kullanılan yapılar bulunmaktadır. Tepenin zirvesinde ise; kaya kütlelerine oyulmuş, sunaklar bulunmaktadır. Bunların yönü: şehre dönüktür ve hemen aşağıdaki evlerin güney yamaçlarına tamamen hakim bir noktadadır. Bu yüzden: şehri yöneten kral zaman-zaman burada oturarak, gururla şehri seyretmektedir.

Şehirde: “Sebastion” yani “Tanrının evi” olarak isimlendirilen yerde: İmparator ve Tanrı heykelleri bulunur ve bu heykellerin büyük bölümü: metal yani bronzdan yapılmıştır. Çünkü: antik dönemde, şehrin en büyük özelliği: burada bulunan, büyük “Bronz Heykelcilik Okulu ve Atölyesi” dir. Bronz heykeller: antik dönemden günümüze pek kalmamıştır, çünkü: bronz, tarihi süreç içinde, eritilebildiğinden, bir eser, yapıldıktan sonra eritilerek, yeniden başka bir kalıba konulabilmektedir.

MÖ.190 yılında; Boubonlular; Araxa şehrinin müttefiki olarak, I. Mithridates savaşına katılırlar. Daha sonraki tarihi süreçte ise: bölgedeki diğer Tetrapolis şehirleri gibi, Lykia egemenliği altına girer.

MS. 43 yılında ise, bölgede Roma egemenliği görülür ve şehir bir Roma eyaleti haline gelir.

İşte, Boubon şehri hakkında, günümüze kadar ulaşabilen başlıca bilgiler bunlardan ibarettir. Şehrin en büyük özelliği, biraz önce de söylediğim gibi Bronz Heykelcilik Okulu ve Atölyesinin bulunmasıdır.

Aradan binlerce yıl geçer. Gölhisar ilçesi yakınlarında İbecik köyü kurulur.

Derken: İbecik köyünün 2.5 km. güneyinde, büyük bir antik şehrin kalıntıları mevcuttur. Bu kalıntılar: uzun süre burada bulunmasına rağmen, yöre insanının dikkat ve ilgisini çekmez. Ta ki: 1960 yılına kadar.

1960 yılına gelindiğinde ise, antik dönem kalıntılarına ilginin artması ile; Boubon antik şehrinin kalıntıları, yöre köylüleri tarafından kazma-kürek kullanılarak kazılmaya ve hatta ücretli amele tutularak kazılmaya başlanır ve bunun sonucunda, kalıntıların bulunduğu bölge delik-deşik edilir ve sanki havadan bombardıman edilmiş gibi bir görüntü ortaya çıkar. Dikmen Tepe, eteklerinden başlayarak, zirvesine kadar tümüyle kazılır.

Yine: aynı dönemde, belirli günlerde, yabancı alıcılar gelirler ve köy meydanına yapılan eserlere fiyat biçerlerdi.

Günümüzde, şehir harabelerini gezerken, en çok göze çarpanlar: çevreye yayılmış, pişmiş topraktan yapılmış: testi, tabak, kadeh, saklama kabı gibi parçalardır. Çünkü: antik eser alıcıları ortaya çıkınca, antik şehir kalıntılarına hücum eden yöre köylüleri: kazı yaparken, yalnızca metalden yapılmış kalıntıları bulma gayreti içine girmişler ve bunların dışındakilere rağbet etmemişlerdir. Bunun sonucunda ise, antik şehir, tamamen kırılmış, parçalanmış pişmiş toprak parçaları ile dolar. Yani, büyük bir tarih, yöre köylüleri tarafından tamamen yok edilir.

Bir antik yerleşim yerinde “kaçak kazı” yapmak ayrı bir olay, ama bir antik şehrin tümünün “kaçak” olarak kazılması, bambaşka bir olaydır.

Özellikle: Bayram Çömbül isimli ve kendi halinde bir köylü olan yöre insanı: bu kaçakçılık faaliyetleri sonucu, birden zengin olur ve bulduğu 14 bronz heykelden, 13 tanesini pazarlayarak, bütün geçimini, kaçakçılıktan karşılamaya başlar. Tabii geçim ötesinde, bu işten zengin olduğu da aşikardır.

Çömbül: her ne kadar basit bir kaçakçı olarak değerlendirilse de, bulduğu bronz heykelleri, nerede ve ne şekilde bulduğunu, bir deftere kayıt tutarak işler ve kendisinin bu uygulamasına akıl erdirmek mümkün olmaz. Ama, bu defter sayesinde, heykellerin bulundukları yerler kanıtlanabilir. Anadolu’da: büyük çoğunluk, bu antik kentleri yağmalanacak ve taşları inşaat malzemesi olarak kullanılacak yerler olarak görüp zengin olma düşleri kurarken; Bayram Çömbül’ün defter tutması, kendisinin farkında olmadığı sonuçlar yaratır ve heykellerin, buradan bulunduklarının en büyük kanıtı olarak bu defter kullanılır.

Ancak: elbette, kaçakçılık parayı getirir, para mücadeleyi, mücadele çekememezliği ve düşmanlığı getirir ve en sonunda: kaçakçılar birbirine düşer ve Bayram Çömbül, esrarengiz şekilde ölü olarak bulunur.

Kaçakçılık o kadar büyük boyutlara ulaşır ki: gerek bölgenin gözlerden uzak olması ve gerekse zor ulaşılabilir olması nedeniyle: Boubon şehrindeki heykellerin birçoğu yurt dışına kaçırılır. Hatta: kaçırılırken yaşanılan bazı olaylar, hikayelere konu olur.

Şöyleki: yapılan ihbar sonucu boş bir kamyonet emniyet güçleri tarafından takip edilip, durdurulup aranırken, öte yandan içinde tarihi eser bulunan kamyon, Fethiye’de, kendisine verilen adrese (bu adresin: İller Bankası Müdürü olduğu söylenir) ulaştığı ve heykeli teslim ettiği söylenir.

1963 yılında ise, yine Boubon şehrinde bulunan bir heykelin: o dönemin ulaşım aracı olan bir jeep ile: sanki bir hasta, hastaneye götürülüyor gibi yastık-yorgan içine sarılıp saklanarak, İzmir Limanına kadar götürülmüş, ancak yapılan ihbar üzerine, limanında yakalanmıştır. ( kesik başlı bu heykel, halen Burdur Müzesinde sergilenmektedir.)

Yine de, bu yağmada, MS.2’nci yüzyıla tarihlenen birçok bronz heykel ve parçası, yurt dışına kaçırılmıştır. Ancak, küçük bir kısmı kaçırılırken yakalanmış ve Burdur Müzesi’ne teslim edilmiştir. Özellikle: halen Müzede sergilenmekte olan “Apollon Heykeli” en görkemli buluntudur.

Tarihler: 27 Nisan 1988 gününü gösterdiğinde, İsviçre’deki bir depoda, antik döneme ait bir bronz heykel ele geçirilir.

Helenistik dönemin Şarap Tanrısı Dionysos betimlenmiş, 143 cm. yüksekliğinde ve sol kolu bulunmayan bronz heykel: MÖ.2’nci yüzyıla tarihlenmektedir.
Dionysos: biraz önce söylediğim gibi, antik dönemin bağbozumu ve şarap tanrısıdır. Anadolu kökenlidir. İnanışa göre, kendisi: dağlarda ve ormanlarda, yaban hayvanları ve yaratıklarla birlikte yaşar. Yine, söylentilere göre: Hindistan ülkesine yaptığı bir yolculukta, yabani asma’yı bulur ve asma bitkisini ehlileştirerek, Anadolu ve Helen dünyasına kabul ettirir. Daha sonra ise, üzümden şarap yapımını öğretir.

Depo: Elmalı Sikkelerinin pazarlanmasında da adı geçen, gümrükte 98 kg. eroin ile yakalanarak, uyuşturucu kaçakçılığından İngiltere’de tutuklanarak 28 yıl hapis cezasına çarptırılan, E.T. isimli bir şahsa aittir.

İsviçre hükümeti: heykelin yasadışı yani çalınarak kendi ülkesine sokulduğunu tespit eder ve çalındığı ülkenin tespit edilerek iadesinin sağlanması için, İngiltere’ye gönderir. Çünkü: heykel, o sırada İngiltere’de tutuklu bulunan E.T. isimli şahsın deposunda ele geçirilmiştir.

İngiliz polisi: E.T. nin ifadesini alır ve bu ifadede: heykelin 1993 yılında Türkiye’de satışa çıkarıldığı ve bu satışta, E.T. tarafından birkaç kişi ile birlikte ortak satın alınarak, yurt dışına kaçırıldığını tespit eder.

Bunun üzerine: Türk Kültür Bakanlığı, harekete geçer ve heykelin, Anadolu kökenli olduğunu ve kaçak kazılarda ortaya çıkarılmasına rağmen, kaçakçılar tarafından yurt dışına çıkarıldığını ve geri iade edilmesi gerektiğini iddia eder. İngiltere’de tutulan bir avukatlık bürosuna, yaklaşık 20 bin sterlin ücret ödenir ve İngiliz Sara Elizabeth Dayman isimli kadının, E.T. isimli şahıs ile arasındaki borç ilişkisi nedeniyle, heykelin mülkiyet hakkını istemesine rağmen; İngiliz Yüksek Mahkemesi; 16 Ekim 2002 tarihindeki son duruşmada; kendisini haksız bulur ve 3 milyon d olar değerindeki heykelin Türkiye’ye iadesine karar verir.

Evet günümüzde: İbecik köylüleri tarafından talan edilen bu antik şehir kalıntılarının bir kısmı, pınar meşesi denilen sık çalılıklar içinde gizlenmiş durmaktadır.

Aranan kelimeler:

8 Haziran 2012
bosluk

cumhuriyet tarihi Son Yazılar FriendFeed
kişi siteyi ziyaret etti