İstanbul, Avrupa yakasında Kabataş-Beşiktaş arasındaki sahil şeridi, Üsküdar’ın hemen karşısı: boğazdan geçenler buradaki muhteşem yapıyı yani Dolmabahçe Sarayını gördüklerinde, sarayın özellikle denize bakan cephesinin mimari güzelliğine hayran olmaktadırlar.
1500-1550 yılları arasında: İstanbul’da bulunan Osmanlı donanması gemileri: bazen Haliç ve bazen da burada bulunan ve Bizans döneminde de kullanılan koyda demirlemektedirler. Ancak: 1600’lü yıllara gelindiğinde: bu koy zamanla balçıkla dolar ve bataklık hale gelir, derinlik azaldığı için gemiler yanaşamaz hale gelir. Bunun üzerine: bataklık hale gelen koy, yeniden düzenlenerek padişah ve efradının eğlencelerinin düzenlendiği bir yer bahçe haline getirilir. Zamanla: bu bahçede, çeşitli köşk ve kasırlar gibi yapılar yapılır. 1700’lü yıllara gelindiğinde ise, bu bahçede mevcut yapılar, özellikle Padişah III.Selim zamanında genişletilmiş ve yeniden düzenlenmişlerdir.
Yine aynı dönemde: II. Mahmut: Topkapı sarayına ilave olarak: Beylerbeyi ve Çırağan bölgelerinde, Batı tarzında iki büyük saray yaptırmıştır. Çünkü: sebebi belli olmayan bir şekilde, yıllarca birçok padişah ve efradına ev sahipliği yapmış TOPKAPI SARAYI terk edilmiştir.
Derken Padişah Abdülmecit devri başladı. Padişah Abdülmecit: o ana kadar yapılmış ve birçok padişah tarafından tercih edilmiş klasik saraylar yerine: devlet işlerini yürütmek, misafir kabul ve ağırlamak düşüncesiyle: yeni bir saray yaptırmaya karar verdi. Bunun üzerine: 1600’lü yıllarda, eski donanma limanının balçık dolması üzerine deniz doldurularak kazanılan yere: yeni bir saray yaptırılması planlanmıştır.
Yeni sarayın yani “Dolmabahçe Sarayı” nın inşaatı için öncelikle: denizden kazanıldığını belirttiğim bölgenin genişletilmesi için: arazinin çevresindeki şahıslara ait yerler satın alınmıştır ve ardından 1840’lı yıllarda sarayın inşaatına başlanmıştır. İnşaat: 1842-1855 yılları arasındaki 12 yıllık dönemde: Ermeni mimarlar Garabet Balyan ve oğlu Nigogos Balyan tarafından yürütülmüştür.
Sarayın: İstanbul Boğazı kıyısındaki cephesi yaklaşık 600 metre uzanmaktadır. 3 katlı saray: simetrik planlıdır. Sarayın 286 odası ve 44 salonu vardır. Yapının temelleri kestane ağacı kütükleri üzerine oturtulmuştur. Büyük kabul salonu: 55 sütunludur ve 4.5 ton ağırlığında, İngiliz tarzı kristal avize ile aydınlatılmaktadır. Bunun üzerinde 750 ampül bulunur. Yine “Muayede Salonu” bölümünde de 4.5 tonluk başka bir avize bulunur. İç dekorasyonda kullanılan mobilyalar, ipek halı ve perdeler ülke dışından getirilmiştir. Tavanlar ve duvarlar: ünlü ressamların değerli resimleri ve altın süslemelerle dekore edilmiştir. Oda ve salonların birçoğunda: her türlü dekorasyon aynı renk tonlarına sahiptir. Bütün zeminler, birbirinden farklı ama çok süslü ahşap parkelerle döşenmiştir. Yurt dışından getirilen dekoratif el işleri sarayın birçok yerini süsler. Pek çok oda: kristal avizeler, değerli şamdanlar ve şöminelerle süslenmiştir. Sarayın “Balo Salonu” dünya üzerindekilerin en büyüğüdür ve özellikle 35 metre yükseklikteki kubbesinde bulunan 5 ton ağırlığındaki avize dikkat çeker. Sarayda kullanılan keresteler Romanya’dan, kapı lambri ve parke keresteleri Afrika ve Hindistan’dan getirilmiştir. Hündar hamamında Mısır mermerleri kullanılmıştır. Sonuç olarak: devletin maliyesinin batması göze alınarak: burada mevcut başka hiçbir sarayda olmayan zenginlik ve ihtişam yaratılmıştır.
1853 yılında: bir gezgin Fransız yazdığı anılarında: saraydan söz ederken: sarayın halen süsleme faaliyetlerinin sürdüğünü, mobilyalarının yerleştirilmediğini belirtmektedir. Yani: sarayın 1850’li yılların sonlarına doğru bitirildiği düşünülmektedir. Daha doğrusu açılış töreni: Ruslar’la yapılan Paris andlaşmasının ardından Haziran 1856 tarihinde yapılmıştır.
Mevcut sarayların beğenilmemesi tamam da: Osmanlı imparatorluğu hayır imparatorluk isminin haşmeti pek kalmamıştır, devlet demek sanırım daha akıllıca olacaktır, Osmanlı devleti, yine aynı dönemde, büyük borç batağı içinde bulunmaktadır. Osmanlı Maliyesi: sarayın yapımı için gereken 3 milyon kese altını harcadığında: bunun altından kalkması mümkün olmayınca: kamu görevlilerinin maaşları ödenememiş, maaşlar aybaşı yerine ayın ortasında hatta sonunda ödenmeye başlamıştır. Daha sonraları ise, maaşlar bırakın ay sonunda ödenmeyi, 3-4 ayda bir ödenir hale gelmiştir. Evet: Osmanlı maliyesinin zaten krizde olan durumu, Dolmabahçe Sarayı için Padişah Abdülmecit tarafından keyfi olarak harcanan 5 milyon altın sonucu iyice çökmüştür.
İşin ilginci: tüm bu sıkıntılara rağmen, Padişah Abdülmecit, bu sarayda yalnızca 6 ay yaşayabilmiştir.
Ardından: tamamen iflas durumuna giren ekonomi: Padişah Abdülaziz zamanında, saraydaki israf nedeniyle baş edilmez hale gelmiştir. Sarayda: 5300 kişinin hizmet ettiği ve sarayın bir yıllık masrafının 2 milyon altın olduğu düşünülünce: zaten ekonominin iflas nedeni rahatlıkla anlaşılabilir.
Daha da ilginç olanı: bu sarayda yalnızca 6 ay yaşayabilen Abdülmecit ardından: II. Abdülhamit de, suikast korkusu ile Yıldız Sarayı’na taşındığından bu sarayda yalnızca 9 ay kalabilmiştir. Büyük masraflarla inşa ettirilen saray: sonraki dönemde, uzun yıllar boyunca yalnız yılda 2 kez “Muayede Salonu”nda yapılan bayram törenlerinde kullanılmıştır. II. Abdülhamit’in ölümünün ardından tahta çıkan VI. Mehmet de, Yıldız Sarayında oturmayı tercih etmiştir. Ancak: Cumhuriyetin ardından ülkeyi terk ederken, Dolmabahçe sarayını kullanmıştır. Ardından: Saray bir süre Abdülmecit Efendi tarafından kullanılmış, hilafetin kaldırılmasının ardından, o da 1924 yılında Dolmabahçe Sarayını terk etmiştir.
Evet, boş kalan saraya Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk 3 yıl boyunca hiç uğramamıştır. Onun döneminde yabancı konuklar bu sarayda ağırlanmışlardır. Ama: Dolmabahçe Sarayı tarihçesinde ki en önemli olay: 10 Kasım 1938 tarihinde değerli önder Mustafa Kemal Atatürk’ün burada ölümü ile gerçekleşmiştir. Atatürk: İstanbul ziyaretlerinde bir süre ikametgah olarak kullandığı sarayda, Harem Dairesindeki odasında çalışmalarını sürdürmekteydi. Hastalığının son günlerinde de burada tedavi sürdürülmüş ve saraydaki odasında hayata gözlerini yummuştur.
İşte: bir zamanların dört kıtaya yayılmış “Osmanlı”sının borç batağına sokularak yaratılmış içler acısı durumu. Yüzlerce yıllık Osmanlı hanedanı, kendisinden önce birçok padişahın ve efradının yaşadığı sarayları beğenmeyen, devletin ekonomisi elverişli olmamasına rağmen borçlanarak yeni bir saray yaptıran ve borç ile lüks hayat yaşamayı düşünen padişah Abdülmecit ve Dolmabahçe Sarayının kısa hikayesi.
Buradaki yazıları takip edenler hatırlayacaktır: Rus imparatoru Petro (bizdeki namı Deli Petro’dur ama Ruslar kendisin “Büyük Petro” olarak anarlar) ile İstanbul-Rum Ortodoks Patriği arasındaki yazışmalarda, Patriğin belirttiği husus: “Türkleri savaş meydanlarında savaşarak yenemesin, çünkü onlar çok cengaverdir. Türkleri yenmek istiyorsun, onları BORÇLANDIR ve onları BİRBİRİNE DÜŞÜR”