Son günlerde: televizyonlarda bazı kanallarda bir reklam var. Geçen gün bu reklam karşıma çıktığında, çocuklar, bu reklamın ne demek olduğunu sordular. O zaman; benim de söyleyecek bir şeylerim olmadığını düşündüm. Çünkü, bizler hiçbir zaman, başkalarının toprakları üzerinde hak iddia etmedik, hayalde olsa, düşüncelerimiz olmadı. Ama, başka ülke insanları, sürekli olarak siyasetlerinde bizim topraklarımız üzerine her türlü iddia, hayalleri kurmaktan ve bu hayallerini bazı ortamlarda kağıt üzerinde yazmaktan, harita üzerinde işaretlemekten çekinip sıkılmadılar.
Peki, ya bizlerin, yani bir toplam olarak Türklerin bu tür iddia, tez, düşünce ve belki de hayalleri varmı? Yokmu? Belki de: aşağıda anlatacağım olay, İstanbul’un fethiyle noktalanmış olabilir. Hatta takip eden dönemlerde, bu olay, Viyana ve belki de, Roma ile bütünleştirilebilir. Ama: bugün için, böyle düşüncelerin, hatta düşünceyi geçin hayallerin bile olmadığı kesin. Sanırım en güzel olan; herkesin kendi bulunduğu toprakları üzerinde yaşaması, bu toprakları üzerinde en mutlu, refah ve huzurlu yaşamanın yollarını araştırmaları ve her türlü hayallerden uzak kalmalarıdır.
Ben yine de; sizlere “kızıl elma” olayını anlatmak istiyorum.
Kızıl elma olayı’nın temeli: Oğuz Türklerine, yani atalarımıza kadar dayanmaktadır. Oğuz Türkleri, Hazar denizinin doğusunda yaşarken: Hazar bölgesinin tümüne egemen olan “Hazar Kağan” ı nın ipek çadırının tepesindeki “altın top” (kızıl elma) onlar için, ulaşılması güç te olsa, nihai bir hedefi oluşturuyordu. Çünkü, bu altın top, yani kızıl elma; Hazar kağanları için bölgelerindeki hakimiyetin, egemenliğinin en büyük ifadesiydi. Bu altın top, kimin eline geçerse, hakimiyet te onun oluyordu. Altın top; böyle bir ideal idi.
Zamanla: bu ideal, bir hayal de olsa, Oğuz Türkleri tarafından elde edildi. Elde edildikten sonra ise, yeni idealler belirlendi. Çünkü: onlar için, toplumdaki kişileri birbirine bağlayan en büyük bağlantının, çıkar ve ihtiyaç birliğinden öte, bu tür ideal birliktelikleri olduğuna inanılıyordu. İdealleri olmayan bir toplumun; yürüyen bir yığından farkı olmadığı düşünülüyordu. Zamanla, bu deyim: fethedilecek yerin, fethedilme sebebi olarak beyinlere işlendi.
Takip eden dönemlerde: Hz.Muhammed’in “İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve onun askerlerine ne güzel askerlerdir” hadisi ile müjdelenen ideal hayata geçirilir. İstanbul fethine kadar anlatılan ancak İstanbul’un fethi ile olgunlaşan “kızıl elma”.
İstanbul’un fethinden sonra ise, Türkler için “kızıl elma”, Roma’ya St.Pierre kilisesinin kubbesine taşınır. Çünkü, burası “Katolik” dünyasının kalbidir. Zaten: Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılan, İtalya-Ortanto seferinin sebebi de budur.
Bir söylentiye göre: Kızılelma, Dağıştan’dan Anuşirvan tarafından, İran hazinesine konulmuş ve orada da Roma’ya kaçırılmıştır.
ORTANTO VE FATİH SULTAN MEHMET:
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra, Arnavutluk’u ele geçirmek için, bu bölgeye, birçok akıncı birlikleri gönderir. Bu birlikler: Dalmaçya kıyılarını geçip, Adriyatik denizinin karşı yakasındaki İtalya’ya yaklaştıkça, İtalya’da büyük korkular egemen olmaya başlar. 1477 yılında, İtalya’nın kuzeybatısındaki “Friuli” bölgesine girerek, bazı yerleşim yerlerini yağmalarlar. Bunun üzerine: 1479 yılında “Osmanlı-Venedik Anlaşması” imzalanır.
Venedik, böylece bölgesindeki Osmanlı tehlikesini durdurmuş olur. Ancak: bu sırada, Venedik’in en büyük sıkıntısı: gerek İspanya ve gerekse İtalya’nın güneyinde gittikçe güçlenen “Napoli krallığı” ile savaşmasıdır. Ancak, Venedik, bu savaşında kendisine müttefik olarak Osmanlıları ayartmakta gecikmez. İstanbul’a gönderilen Venedik elçisi Sebastiyano Giritti: Puy ve Kalabra isimli büyük şehirlerin, Doğu Roma İmparatorluğuna ait olduğunu ve İstanbul yani Doğu Roma İmparatorluğu hakimi Fatih Sultan Mehmet’in de, bu şehirleri isteme hakkı bulunduğunu iddia ederler. Bu sırada: Napoli krallığı; Osmanlılarla yaptığı ittifakları dinlemez ve özellikle Osmanlı tarafından kuşatılan Rodos şövalyelerine yardım göndererek, Osmanlıların tepkisini çeker.
Bunun üzerine: Fatih Sultan Mehmet: bölgede bulunan Gedik Ahmet Paşa’yı: Arnavutluk sahilinden asker alarak, Güney İtalya’nın Avlonya limanına çıkmasını ister. Zaten: Fatih’in: İtalya üzerinde büyük çalışmalar yaptığını, hatta İtalya bölgesini gayet iyi bildiğini ve Roma’yı ele geçirmek gibi bir düşüncesinin bulunduğu bilinmektedir. (Kızıl Elma)
26 Temmuz 1480 tarihinde, Gedik Ahmet Paşa; emrinde 135 gemi ve 18.000 asker ile, İtalya’nın güney ucunda bulunan “Otranto” bölgesine çıkarma yapar. Aslında, bu seferin nihai hedefi her ne kadar, brindisi şehrinin bulunduğu “Puglia” bölgesi olsa da, daha korunaksız durumdaki “Otranto” bölgesine çıkılması uygun bulunmuştur.
Karaya çıkan Osmanlı birlikleri: şehri kuşatır, şehir direnemez ve 11 Ağustos 1480 tarihinde ele geçirilir. Şehre yerleşildikten sonra: bölgedeki; Brindisi, Lecce ve Taranto şehirleri yönlerinde hamleler yapılır. Ancak: bölgedeki Napoli krallığı güçleri ile büyük çatışmalara girmek gerekmektedir. Derken; neritone, kastro ve ogentino şehirleri ele geçirilir. Ancak, ele geçirilen bölgelerdeki halk, daha kuzeye kaçar ve şehirlere dönmeyi kabul etmezler. Böylece, Türkler, yiyecek ikmali bakımından sıkıntılar çekmeye başlarlar. Bunun üzerine: Gedik Ahmet Paşa; bölgede, deniz yolu ile beslenebilecek bir miktar asker bırakılarak, (Haydar Paşa komutasında, 8000 asker ve 1.5 yıl yetecek mühimmat) kuvvetlerin büyük bölümü geri çekilir.
Ancak, bir sonraki yıl, Fatih Sultan Mehmet’in çok daha büyük bir askeri güç ile bölgeye geleceği ve bölgenin tümüyle ele geçirileceği söylentisi yayılır.
Türk istilası korkusu, üst düzeye varır, Papa, Vatikan’dan ayrılarak, Fransa’daki Avignon’a kaçmayı bile düşünür. Ama: bu sırada, Türklerin kuvvetlerinin büyük bölümünün geri çekildiğinin duyulması üzerine; derhal bir haçlı seferi ilan edilir. Bir sonraki yıl için, kıyı başı tutmuş olan Türklerin bölgeden atılması için: para ve asker toplanmaya başlanır. Tam bu sırada: 3 Mayıs 1481 tarihinde, Fatih Sultan Mehmet; ölür ve yerine geçen oğlu II.Beyazıt: kardeşi Cem Sultan olayı nedeniyle; İtalya ile uğraşmak istememektedir. Tarih sayfalarının ara notlarında: Fatih Sultan Mehmet’in; Romalılar tarafından anlaşılan doktoru tarafından zehirlenerek öldürüldüğü de yazılıdır.
Haçlı ordusu: Otranto kalesini kuşatır. 8000 askerin telef edilmemesi için, Napoli kralı ile anlaşma yoluna gidilir ve Otranto kalesi, haçlı ordusuna teslim edilerek, askerler, yanlarına mühimmatlarını da alarak, gemilere biner ve bölgeden ayrılırlar.
Böylece: Osmanlı devleti, 12 ay boyunca, bayraklarının dalgalandığı İtalya topraklarından, 10 Eylül 1481 tarihinde ayrılır.
Evet; hani yazının başında söylemiştim ya: sanırım o tarihlerde televizyon olsaydı: Osmanlı devleti tarafından televizyonlara verilen yayınlarda: gerek İtalya, gerek Roma ve gerekse Viyana toprakları da, Osmanlı toprakları olarak gösterilirdi. İşin şakası bir yana, biz “kızıl elma” konusunu anlatmaya devam edelim.
xxxxxxxxxxx
Yazımın başında belirttiğim gibi “kızıl elma”; Türk tarihinde; ulaşılması, fethedilmesi, ele geçirilmesi gereken bir düşünce olarak öne çıkıyor. Düşüncenin temelinde; hani Hazar kağanının ipek çadırının en tepesindeki “altın top” dan sözetmiştim ya, kızıl elma düşüncesiyle ortaya atılan “ele geçirilmesi, elde edilmesi” düşünülen yerlerde de, bu tür simgelerin, işaretlerin bulunduğu hep söylenegelmiştir.
Örneğin: Roma-St.Pierre kiliseninin mihrabında, bir altın top bulunduğundan söz edilir. Hatta: Viyana’da, yine şehrin en ünlü katedralinde, bir top bulunduğu ve hatta bu topun üzerinde “ay-yıldız” işaretinin bile bulunduğu söylenir. Bilmiyorum, görmedim, bunlar duyumlar.
Sonuç olarak: Büyük önderimiz, Mustafa Kemal Atatürk; bizim için, ülkemiz, vatanımız, insanımız için, bu tür hayallerin peşinde koşulmamasını sağlayacak şekilde, hedef olarak “Yurtta sulh, cihanda sulh” cümlesini bir ulaşılması gereken ideal olarak ortaya atmıştır. Ancak: işte, bizler her ne kadar barışçı olsak da, cennet vatanımızın toprakları üzerinde, çevremizdeki ülkelerin, insanların ve hatta çevremizden uzak ülkelerin ve insanların bile çeşitli hayallerinin bulunmasını engellemek mümkün değil.
İşte, televizyonlarda, son günlerde çıkan ve ülkemiz topraklarının çeşitli bölümlere ayrılmış haritasının bulunduğu kareleri böyle hayallerin ürünü olarak değerlendirmek lazım.