Bugün; Çanakkale’de Milli Park olan ve insanların ziyaretine açık olan Çanakkale Savaşlarının geçtiği mekanlar: 1926 yılında İngilizlerin ve 1930 yılında ise Fransızların mezarlık ve anıtlarını görmeye başladı. Halbuki, şehitlerine; anıt ve şehitlik yapması gereken asıl millet, Türk milletiydi. Çünkü: Türk’ler, bu savaşta varolma ve yokolma mücadelesi vermiş ve dünyaya kafa tutarak, “Çanakkale geçilmez” dedirtmişti.Halbuki, onlar, tüm güçlerine, vahşetlerine rağmen, bu savaşı kazanamamış ve gerisin geriye çekip gitmişlerdi.
Evet, 1944 yılında, Çanakkale’de şehitlerimize yaraşır bir anıtın olmayışı, halkımızı gerçekten üzüyordu. Bu söylemler çoğalınca, oralarda büyük bir anıt yapılmasına karar verildi. Yapılacak anıtın önce yeri belirlendi. Öyle güzel bir yer seçildi ki; yapılacak anıt, hem karadan hemde denizden görülecek ve tüm bakanlara, Çanakkale’nin geçilmezliğini hatırlatacaktı.
Karar verilmişti, 1944 yılında açılan bir yarışmada: Doğan Erginbaş ve İsmail Utkular’ın projeleri kazandı. Evet, abidenin yapımına, maalesef, aradan geçen 10 yıl sonunda, 1954 yılında başlandı. Bu aradaki dönemdeki gecikmeyi , 2 nci Dünya savaşının ve ekonomik sıkıntıların varlığına bağlamak lazım. Neyse; Bu tarihte inşaat başladı ama işi alan mütahitler, anıtı bir türlü bitiremiyorlardı. İşi bırakanlar oluyor, yeniden alanlar da işi süründürüyorlardı.
Yapılan incelemede; anıtın inşaatında YOLSUZLUK yapıldığı tespit edildi. Düşünebiliyormusunuz, bu ülkede inşaat yolsuzluklarının geçmişini. Tarihine yabancı, milli değerlerden yoksun yetişen bu tür insanlar, onlar için bu vatanda şehit olan ataları adına yapılan bir anıttan bile çalmayı düşünüyorlar ve ÇALIYORLAR.
Böylece, anıt temellerinden yeni yükselmiş haliyle, ortada kalakaldı. Bir utanç anıtı olarak, yaklaşık 4 yıl bekledi.
O sıralarda; Milliyet Gazetesinde bir köşe yazarı; Çanakkale anıtının içler acısı durumunu yazar. Bu yazı sonrası, gazeteye: ” Bu anıtın yapımı için hemen bir kampanya başlatmaları ” yönünde, birçok müracaat olur. Bunun üzerine, bir kampanya başlatılır. O sıralar, halk, kampanyalara pek ilgi göstermez. Ama; söz konusu olan Çanakkale Şehitleri Anıtı olunca, halkın tarihe ve atasına düşkünlüğü nedeniyle, bu kampanyaya, muhteşem bir ilgi olur.
Yapılan ilanlarda, anıtın tamamlanması için 900 TL.ya ihtiyaç bulunduğu, gazetenin ise kampanyadan 100 TL. toplamayı amaçladığı yazılır. Kampanya bittiğinde, ne kadar toplanmıştır biliyormusunuz? Tamı tamamına 3 milyon TL. İşte, bu destanı yazan Anadolu halkı. Dün evladını veren, bugün evladının destanını abideştirmek adına, parasını mı sakınacaktı?
Böylece, 1960 yılında, Çanakkale şehitlerimize yakışır bir anıt yapılmış oldu. 39.75 m. uzunluğundaki anıtın, bir ayağında, yukarı çıkan asansör sistemi var. 1971 yılında, anıtın altına bir müze açılmış. Burada; savaştan kalan araç, gereç ve haritalar sergilenmekte.
Sargı yeri: Çanakkale savaşının en büyük hastanesi. Zığındere denilen gizlenmiş bir vadide. Korunaklı yapısı ve gözden uzak duruşu nedeniyle, hastaların tedavi edildiği bir yer olarak kullanılmış.
Kıyıya ve dolayısı ile cephelere yakınlığı nedeniyle, zaman zaman o kadar çok hasta birikmiştir ki, insanlar neredeyse üst üste uzanmak zorunda kalmışlardır. Bir seferde, 40-50 bin hastanın barındığı bu büyük hastane, adından dolayı ufak tefek çiziklerin sarıldığı bir hastane gibi algılanmamalıdır. Hastaneye getirilen yaralıların durumları o kadar ağırdır ki, anlatmaya yürek dayanmaz. Kimilerinin kolları, kimilerinin bacakları kopmuş, kimisinin gözü patlamış, kimisi son bir solak halinde yaşam mücadelesi vermekte.
Tarih 28 Haziran 1915. Gün; gece yarısını çoktan geçmişti. Gecenin karanlığında, sinsice kıyıya yaklaşan bir zırhlı, uzun menzilli topları ile, kıyıda, sargı yerini dövmeye başlamıştı. Tonlarca mermi, parmağını bile kıpırdatamayacak durumdaki binlerce aciz hasta ve yaralı askerin üstüne düşmekteydi. Hiçbirinin kaçacak ve kendisini bir şekilde koruyacak gücü ve kuvveti yoktu. Öylece, ölümü bekler gibiydiler. Koca bir Fransız zırhlısı, elbette buranın bir hastane olduğunu, yaralı askerlerle dolu olduğunu biliyordu, ama demekki içlerindeki, benliklerindeki vahşet duygularını engelleyemediler. Öyle bir kin’leri vardı ki, düşünün. Hoş, vardı ki, dedim, aradan geçen zamanda, değişen hiçbirşeyin olmadığıda aşikar.
Neyse, zaten, kısa sürede, bu daracık vadi ateşler içinde kaldı. Zavallı Mehmetciklerimiz, bu ateş diyarında, yavaş yavaş yanıyorlardı. Bu unutulmaz vahşetin sabahında vadiye gelenler, binlerce yanık insan cesedi ile karşılaştılar. Bir gecede 18.000 askerimizi yitirdik.
Bu bölgenin korunması, normalde Albay Halil Sami Bey’in komutasındaki 9 ncu Tümene verilmişti. Fakat, bu ani saldırıda, onlar da birşey yapamadılar. Ölenler arasında, Halil Sami Bey’de vardı.
Olay; dünya basınında büyük ses getirdi. Ama olan zavallı yaralı mehmetciklerimize olmuştu. Malüm; dünyanın sesi ne kadar olucaktı? Zaten, bu vahşeti yaratanlarda kendileriydi.
Lütfen, düşünün. Çanakkale’de yarattıkları bunca vahşete, adice davranışlara rağmen başarılı olamadılar. Canlıyı, yaralıyı bombaladılar. Yine de, başarılı olamadılar. Çünkü; o mehmetcikler, atalarımız; öyle büyük bir azimle; bize, bizlere bugün yaşadığımız hür ve özgür hayatı miras bırakmak için çatıştılar, mücadele ettiler. Lütfen onları hatırlamayı sakın unutmayalım, hatıralarının önünde saygımızı asla ihmal etmeyelim. Çünkü, ya onlar olmasaydı, ya onlar ölmeseydi, kanının son damlasına kadar çatışmasaydı, düşünün bakalım bugün yaşadıklarınıza sahip olabilirmiydiniz?