İstanbul, Mekteb-i Sultani öğrencisi.Mehmet Muzaffer. Askere gitmek üzere yazılır. Üç aylık bir eğitimden sonra; subay adayı olarak Çanakkale’ye gönderilir. Bu arada ise; yani 1915 yılının sonu ve 1916 yılının başlarında; İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale’de, bütün hatları tahliye edip çıkıp gitmişlerdi.
Yani; Muzaffer, Çanakkale’ye vardığında, savaş durmuştu. Çanakkale’deki Türk birliklerin büyük kısmı; Kafkas, Irak ve Filistin cephelerine sevk edileceklerdi. Hazırlanma ve eksiklikleri tamamlama emri alırlar.
Muzaffer; birliğinin karargahında görevlidir. Alay’ın; kamyon ve otomobil lastiği gibi, bir takım malzemeye ihtiyacı vardır. Bunlar ise, ancak İstanbul’dan sağlanabilir. Muzaffer, İstanbul çocuğu olduğundan; gerekli malzemenin temini için, onu görevlendirirler. Gerekli malzemenin parasını bulması içinde, eline bir yazı verirler.
O yıllarda; İstanbul’da; otomobil ve kamyon hem az bulunan taşıtlardı ve hemde bunların lastikleri karaborsa idi. Muzaffer; aradı, uğraştı ve nihayet Karaköy’de bir yahudi’de istediklerini buldu. Fiyatlar; pek yüksekti ama yapacak başka bir şey yoktu. Anlaşmaya vardı. Gereken parayı bulmak için, Savaş Bakanlığına gitti. Elindeki yazıyı gösterip, para istediğinde, tam bir hayal kırıklığı, elbette para vermediler. Sebep belli, ekonomik durum berbat, o otomobil lastiği almaya çalışırken, devlet askerinin ayağına postal, üstüne giydirecek kaput alacak parayı bulamıyordu.
Neyse; Muzaffer, Bakanlıktan çıkar, ağır ağır yürürken ve ne yapacağını düşünürken, kafasındaki tek gerçek: Alay’ının, bu lastiklere ihtiyacının olduğudur. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi, bir çaresini bulması gerekiyordu. Derken, birden aklına bir fikir geldi. Aradığı çareyi bulmuştu. Doğruca tüccar yahudi’nin yanına gitti.
– “Paranın işlemi, akşamüstü bitecek. Ezandan sonra gelip malları alamam, gece onları koyacak yerim yok. Yarın öğleden evvel, vapur Çanakkale’ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için, sabah ezanında geleceğim. Malları, mutlaka hazır edin.” der.
Tüccar:
-“Peki” der. Muzaffer ise cevaben:
– Altın para vermiyorlar, kağıt para verecekler.” der. Yahudi;
– “Peki” der.
Ertesi günü sabahı, Muzaffer; Merkez Komutanlığından aldığı araba ve askerlerle birlikte, sabah ezan vakti Yahudi’nin kapısına dayanır. Ortalık henüz ışıldamaktadır. Tüccar, malları hazır etmiştir. Havagazı fenerinin ışığında, yarım yamalak aydınlanan loşlukta, mallar arabaya yüklenir. Muzaffer; adama, bir yüzlük (yüz liralık kağıt para) verir. Araba, son hızla, Sirkeci’ye doğru yola çıkar. Malzeme gemiye aktarılır ve Çanakkale’nin yolunu tutar.
Üç gün sonra; yahudi, elindeki yüz liralık kağıt parayı bozdurmak için; Osmanlı Bankasına gider. Ama; parayı bozduramaz. Çünkü; para sahtedir.
Muzaffer; evrak basımında kullanılan kağıdın aynısını, Karaköy kırtasiyecilerinden alır. Bütün gece oturup, çini mürekkebi ve boya ile, gerçeğinden bir bakışta ayırtedilemeyecek özellikte, taklit bir para yapar. Yahudi tüccara verdiği para işte budur. O devrin gerçek paralarının üzerinde, şu ibare yazılıdır: ” Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır”
Muzaffer, yaptığı taklit paradaki bu ibareyi, değiştirerek şöyle yazmıştır: ” Bedeli Çanakkale’de altın olarak tesviye edilecektir.”
Onun; burada, altın dediği, Çanakkale’te Mehmetçiğin akıttığı, altından daha kıymetli kan’ıdır.
Sahte paraya gelince: yahudi tüccar, bunu sorun yapmadı. Ancak; olay tüm İstanbul’a yayıldı. Hatta; Şehzade Halim Efendi’nin kulağına kadar gitti. Şehzade: yüzlük taklit parayı, yahudi tüccara altın ödeyerek geri aldı.Çok zarif; sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmeceye yerleştirip, İstanbul Polis Okulu’ndaki Emniyet Müzesi’ne hediye etti. Bugün, bu eşsiz parça, Müzede sergileniyor.
İşte; Çanakkale Savaşı böyle kazanıldı. Türk’ün; aklı, yüreği, cesereti, kan’ı ile kazanıldı.