Tarih: MÖ 1350.
Hitit Kralı I. Şuppiluliuma: Mısır’da ortaya çıkan istikrarsızlık ortamından yararlanarak Doğu ve Güneydoğu’da yeni yerler fetheder.
Bölgede önemli müstahkem mevkilerden olan “Karkamış” şehrini ele geçirir.
Bu esnada: dönemin Mısır kraliçesinden kendisine hitaben bir mektup gelir.
Mektup, Kral Şuppiluliuma’ya okunduğunda, Kral ulağa şaşkın bakar ve “Tüm yaşamım boyunca böyle bir şeyle karşılaşmadım” şeklinde tepki verir.
Mısır ülkesinde, muhtemelen kocası Firavun Tutankhamun ölünce, Akhenaton’un kızlarından biri olan dul kraliçe “Ankhesenamun” Hitit Kralı I. Şuppiluliuma’ya bir mektup yazarak oğullarından birini kendisine eş olarak ister.
Mektup şöyledir “Adamım (kocam) aniden öldü. Bir oğula sahip değilim. Ama söylediklerine göre oğulların çokmuş. Eğer oğullarından birini bana verecek olursan, o kocam olacaktır. O Mısır’ın gelecekteki hükümdarı olsun. Asla kölelerimden birini alıp, koca yapmayacağım”
Ölen Firavunun “Nephururiye” olduğu biliniyor. Bu kişi, tahta geçtiğinde Tutankhamon adını almıştır.
Tutankhamon’un ölümü; gerçekten Mısırlıların meşhur 18’nci hanedanının sonu olduğu bellidir.
Firavunun mektubu yazan eşinin adı ise, Hititçe kralın eşi anlamına gelen “Dahamunzu” dur. Yani muhtemelen “Nefertiti” olmalıdır.
Evet, Hitit kralı Şuppiluliuma, dul kraliçenin bu isteği konusunda şüpheye düşer.
Çünkü, ölen Firavun, daha önce Mısır hakimiyetinde iken Hitit hakimiyetine geçen Kadeş şehrine saldırmıştır.
Hititler, Mısırlıların bu saldırısını püskürtmüştür. Ancak Hitit kralı, bu haince eyleme çok öfkelenmiştir. Çünkü Mitanni ile savaşırken, Mısır topraklarına girmemeye özen göstermiştir. Ancak bu haince eylemin ardından, Mısır’a bağlı olan daha güneydeki topraklara saldırarak misilleme yapmıştır. Yani, Kraliçenin bu mektubunun, Mısırlıların başka bir hainliği olup olmadığından kuşkulanıyordu.
Ayrıca, Mısır geleneklerine göre, bir Mısır kralının dul eşinin yabancı bir Prensle evlenmesi ve onu Firavun yapması imkansızdı.
Bunun için, Hitit kralı, Mısır’a bir haberci gönderir.
Ertesi bahar, Kralın habercisi Mısır’dan Hattuşa’ya geri döner.
Yanında, Mısır’ın önde gelen elçisi “Hani” vardır.
Her ikisi de, Kraliçenin Kral Şuppiluliuma’ya yaptığı başvurunun, samimi olduğuna ilişkin Hitit kralına güvence verirler.
Mısır kraliyet ailesinde, ölen Firavunun yerine geçecek kimse yoktur ve bir Hitit prensinin Mısır tahtına çıkacağı bellidir.
Ayrıca, gelen habercilerin elinde, Firavunun dul eşinden gelen öfke dolu bir mektup daha vardır.
Genç kraliçe, mektupta isteğinin samimiyetinden kuşkulandığı için Hitit kralına kırgındır.
Mektubunda: “Sen neden beni aldatıyorsun” diyorsun. Benim oğlum olsa idi, benim ve ülkemin bu utancını, yabancı bir ülkeye yazarmıydım?
Ben başka ülkeye değil, sadece sana yazdım. Senin için oğlu çok diyorlar. Birin bana ver. O bana koca, Mısır’a Kral olsun.” Yazar.
Kral Şuppiluliuma, mektuba cevap verir, önce şikayet edip üstünlük taslasa da, teklifi kabul eder. Çünkü böylece gelecekteki tüm Firavunlar, Hitit kanı taşıyacaklardır. Sonuç olarak, beş oğlundan biri olan “Zannanza” isimli genci düğün için Mısır’a gönderir.
Ancak, kısa süre sonra Zannanza’nın yolculuk sırasında öldürüldüğü haberi gelir.
Çünkü, Mısır ülkesinde taht sahibini bulur. Hitit Kralı Şuppiluliuma, kararını çok geç vermiştir. Firavunun dul eşi, kendi ülkesindeki tutucu kesimi daha uzun süre oyalayamamıştır. Alelacele Mısır tahtına çıkan yeri Firavun Ay: masum olduğunu iddia etmesine rağmen, Hitit kralı Şuppiluliuma, oğlunun ölümünden Mısırlıları sorumlu tutar. İntikam almak üzere, oğlu Arnuwanda’yı Suriye’deki Mısır topraklarını işgal etmek için görevlendirir ve Mısırlılar yenilir.
Evet, sonuç olarak, Hitit kralı eğer kararını zamanında verseydi, belki de tarihin akışı değişecek, Mısır ülkesinde bir Hitit Prensi, Mısır Firavunu olacak ve kendinden sonraki nesillerde Hitit kanı taşıyacaklardı.
Anadolu’da, günümüzden binlerce yıl önce egemenlik kurmuş ve her ne kadar atalarımız olarak kabul edilmese de, bu topraklar üzerinde yaşamış insanların öyküsüne devam ediyoruz.
MÖ.2500 yılları, yani günümüzden 4500 yıl kadar önce. Kafkaslar yöresinde yaşayan ve kökenlerinin Asyalı “Subaru” lar olduğu tahmin edilen bir kısım insan: guruplar halinde, Van gölü çevresindeki yerleşim yerlerine ve daha sonra, daha güneye, daha sıcak bölgelere inmeye başlarlar. Bu kez yerleşmeyi tercih ettikleri yerlerin başında: günümüzdeki Diyarbakır görülür.
Bu sırada: Hindistan’dan hareket ederek, İran yaylası üzerinden geçen ve Güneydoğu Anadolu bölgesine gelen diğer bir gurup insanla karşılaşırlar. Güneydoğu Anadolu bölgesindeki bu karşılaşma sonucu kaynaşan bu insanlar, daha sonraki dönemde: yine guruplar halinde: bölgede dağılmaya ve yerleşmeye başlarlar.
Diyarbakır yöresine gelen kafileler; yörede, daha önceki yaşantılarının bir gereği olarak, kabileler halinde, ayrı ayrı yaşamaya başlarlar. Bu kabileler; kendi içişlerinde müstakil hareket etmelerine rağmen, herhangi bir dış tehlike durumu söz konusu olduğunda, birlikte hareket etmeyi, birlik olmayı becermektedirler. Bunun sonucunda: Diyarbakır, Mardin, Urfa ve daha güneyde, Kerkük ve Filistin’e kadar olan bölgede, büyük bir imparatorluk kurarlar. İmparatorluğun: kuzeyde kalan bölümüne yani Anadolu topraklarında kalan bölümüne “Hurrriler” ve güneyde kalan bölümüne ise “Mittaniler” ismi verilir. Biraz önce söylediğim gibi, bunlar kendi içişlerinde serbest, dış tehlike karşısında ise, birleşen topluluklar halinde yaşamayı sürdürürler. Yani bir anlamda, küçük Beylikler halinde yaşarlar. Bu dönemdeki komşuları ise: Asurlular ve Mısırlılardır. Mısırlılardan sonra, dönemin, doğudaki en güçlü yapısını oluştururlar.
Hurriler: Dicle-Fırat nehirleri arasında kalan ve Mezopotamya olarak isimlendirilen, verimli toprakların bulunduğu bölgeye yerleşirler. Ama, esas yerleşim, öncelikle “Harran ovası” ve takip eden dönemde ise Çukurova bölgesidir. Gerek Harran ovası ve gerekse Mezopotamya bölgeleri: tarım ve ticari yönden çok elverişlidir. Bunun sonucunda: bu insanlar, tarım ve ticarette, önemli başarılar kazanırlar. Yabani buğday ve mercimekgilleri tarıma uygun hale getirirler. Koyun ve keçiyi evcilleştirirler. Hatta ve özellikle, at yetiştiriciliği konusunda, büyük gelişmeler kaydederler ki, bu durum, Boğazköy bölgesinde yapılan kazılarda bulunan, 4 Hitit tabletinde açıkça belirtilmektedir. Boğazköy denilince, aslında burada hassas bir konu hakkında söz etmek istiyorum.
Hititlerin egemenlik alanlarından olan, Alacahöyük yöresinde yapılan kazılarda, kral mezarları bulunur ve bu mezarlarda ele geçirilen kalıntıların en başında, kralların cenaze törenlerinde kullanılan “güneş kursları” gelmektedir. Tunç-Bronz ve altın ile yapılan bu güneş kursları: kral cenazelerinde kullanılır ve daha sonra ölü ile birlikte mezara gömülürmüş. Binlerce yıl sonra yapılan arkeolojik kazılarda, dönemin bu muhteşem sanat eserleri bulunur ve günümüzde, Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesinde ihtişamla sergilenmektedirler. Evet, bu muhteşem güneş kursları: Hurri kültürü eseridir ve Hurri kralları mezarlarında bulunmuştur.
Mardin bölgesinde, Urkis isimli şehri kurarlar ve bu şehirde bir tapınak kurulması hakkında yazılı bir belge: günümüzde, Paris-Louvre Müzesinde sergilenmektedir. Bu belge: bir taş levha üzerine, arkaik çivi yazısı ile hazırlanmış ve MÖ.2300 yılına aittir. Diyarbakır-Mardin-Muş-Urfa-Kerkük başta olmak üzere, tüm çevre yörelerde egemenlik kuran imparatorluk: biraz önce söylediğim gibi, yörede çeşitli şehirler kurarlar. Bunların başında gelenler: Tell Brak, Şagar, Bazar, Tell Feheriye’dir. Başkentleri ise: günümüzde, Urfa şehrinin bulunduğu yerdeki “Hurri” şehridir.
Askeri yönden de önemli buluşlar ve başarılar kazanırlar. Savaş alanında, ilk savaş arabaları, bunlar tarafından kullanılır. Bu askeri gücün sonucunda, topraklar genişledikçe: Asurlular, Akadlar, Mısırlılar ve Hititler ile ilişki kurarlar. Hititlileri yenerek, başkentleri Hattuşaş şehrini ele geçirirler ve yaklaşık 200 yıl kadar, burayı kendi egemenlikleri altında tutarlar. Yukarıda, Alacahöyük yöresinde bulunan Hurri kral mezarları, bununla bağlantılıdır.
Mısır kralları ile yapılan mektuplaşmalar, o dönemdeki Hurri-Mitani uygarlığı hakkında, günümüze kadar ulaşan bilgiler yansıtmaktadır.
Peki, ya kültürel zenginlik? Kültürel anlamda: daha güneydeki “Sümer” kültüründen etkilenmişlerdir ve bunun sonucunda, Anadolu’nun bir kısmında, kültürel kalıntılar yaratmışlardır. Bu kalıntılar özellikle, günümüzde “Habur ırmağı” yanındaki mağaralarda görülmektedir. Hatta: Silopi ilçesinin güneyindeki bir köyde, Hurriler tarafından ticarette kullanılan bir kısım altın sikke ele geçirilmiştir. Din bakımından ise, çok tanrılı dine inandıkları görülür. Ölü gömme ve at yetiştirme usülleri: Orta Asya adetlerine benzetilmektedir.
Günümüzde yıllarca önce, Anadolu topraklarında büyük bir egemenlik kuran bu ulus: MÖ.1250 yılında yıkılır. Çünkü: gelişen ticaret ve sonucundaki zenginlik, çevrelerindeki ulusların dikkatini çeker ve bu uluslar, kendileri için tehdit oluşturmaya başlar. Derken, Mısır yöresinden gelen Hiksoslar tarafından, büyük bir saldırıya maruz bırakılırlar ve bölgeyi terk ederek, Toros dağlarına sığınırlar ve zamanla tarih sahnesinde yok olurlar. İmparatorluğun, kuzey bölümünde kalan toprakları ise, Hititler tarafında ele geçirilir.
Sonuç olarak: bu insanlar, yüzyıllarca süren bir süreçte, Anadolu toprakları üzerinde yaşamışlardır ve bu nedenle, tarihi geçmişimiz açısından önemlidir. Yoksa: yaşamları hakkında, çok da ayrıntılı bilgilere sahip olunmayan bu insanlar hakkında; dilleri, yaşam tarzları gibi konularda, çeşitli yanlı yorumlar yaparak, onun atası, bunun atası gibi sonuçlar çıkarmanın gereksiz olduğu kesindir.
Ankaralılar ve Ankara’yı ziyarete gelenler, Ankara’nın en merkezi bölgesi olan, Sıhhıye Meydanında yani Kızılay semtinin Ulus yönünden girişinin hemen başında bulunan, ilginç tasarımlı bir anıtla karşılaşacaklardır. Bu anıt: tasarımı ile her ne kadar ilgi çekse de, ifade ettiği anlamı, logo olarak kullanımı ve anıtın yapımı, ilginç olabileceğini tahmin ettiğim hikayeler bütününden oluşmaktadır.
Buyrun: Ankara’da, hergün yanından, yüzbinlerce insanın gelip-geçtiği “Hitit Güneş Kursu Anıtı” hakkında tamamen gerçek bir hikaye.
Hitit güneş kursu: Anadolu’nun en eski uygarlığı olan “Hattiler”e aittir. Yani: Hitit döneminden öncesine ait bir semboldür. Güneşi simgeleyen dairesel bir şekil ve çevresine yerleştirilmiş öğelerden oluşuyor. Altta, iki adet boynuza benzer çıkıntı var, ama bunların ne olduğu yani ne amaçla yapıldığı tam olarak anlaşılamamıştır. Üzerinde bulunan çıkıntılar: doğanın çoğalmasını, üremeyi temsil ediyor. Kuşlar: bunlarda, doğanın çoğalmasını ve doğadaki hürriyeti temsil ediyor.
Geyik imgesiyle birlikte kullanıldığında: barışı simgeler.
Ahşap asaların ucuna takılarak: dini törenlerde kullanılmıştır. Törenler sonunda ise, kral mezarlarına, ölü hediyesi olarak bırakılmıştır.
En seçkin örnekleri: Çorum-Alacahöyük yöresinde bulunmuştur. Çünkü, burada Hatti krallarının mezarları bulunmaktadır. Hatti kralları öldüklerinde: güneş kursu ve benzeri sembollerle birlikte gömülmüşlerdir.
Evet, Alacahöyük’te: 3.kültür katı: eski Tunç çağına, yani MÖ.2250-2000 yılları arasına tarihlenmektedir. Bu döneme ait: yani günümüzden 4250 yıl önce, Hattili prenslerin cenazelerinde, dini merasimlerde kullanılmış ve daha sonra mezarlarında, ölü hediyesi olarak bırakılmıştır. Bronzdan yapılmış bu güneş kursları, yazının başında sözünü ettiğim gibi, Hititlerden önce, bölgede yaşamış Hattilere aittir. Bronzdan yapılmış bu güneş kursları, sallandığında ses çıkarıyor ve bu ses, o merasime katılanlara ayrı bir hava veriyordu. Hatti kavmi: Hititlerden, yaklaşık 300 yıl önce, bu yörede varlıkları bilinen bir topluluktur. Aynı zamanda, bunlar, yani Hattiler: Anadolu’da, Türkçenin de içinde bulunduğu “Azyanik” dili konuşan en eski kavimdir. Alacahöyük dışında, başka bir yerde, bunların izlerine rastlanılmamıştır.
Evet, bu ilginç simge: aradan geçen binlerce yıl sonunda, günlerden bir gün, Ankara Belediyesi tarafından,
1973-1977 yılları arasında, Ankara Belediye Başkanlığı yapan Vedat Dalokay tarafından, şehrin simgesi olarak kabul edilmiştir. Bunun üzerine: bir anıt yapılmasına karar verilir. Barışı simgelemesi açısından, geyik figürlü olarak yapılan anıt: heykeltıraş Nusret Suman tarafından yapılır ve 15 Ağustos 1978 günü, açılışı yapılması için hazırlanır. Açılışa bir çok insan davet edilir. Ancak, anıtın mimarı heykeltıraş Nusret Suman, açılışta bulunmamaktadır. Neyse, açılış yapılır ve insanlar dağılır.
Bu sırada: aynı gün sabahı, İzmit yakınlarında bir trafik kazası meydana gelir ve arabası ile şarampole yuvarlanarak kaza yapan ve ölen kimliksiz bir şahsın, daha sonra yapılan kontrollerde, heykeltıraş Nusret Suman olduğu anlaşılır. Üzerinden herhangi bir kimlik belgesi çıkmadığı için, İzmit kimsesizler mezarlığına defnedilen heykeltıraş, açılışın yapılacağı gün, İstanbul’dan Ankara’ya gitmek için yola çıkar, ancak İzmit yakınlarındaki kazada hayatını kaybeder.
Evet, güneş kursu: 1977-1995 yılları arasında, yaklaşık 18 yıl, Ankara Belediyesinin simgesi olarak kullanılır. Ancak: 29 Haziran 1995 tarihinde, Ankara Büyükşehir belediye Meclisinin aldığı karar gereği, bu logo değiştirilmiştir.