Mısır, Amarna Tabletleri

Mısır, Amarna Tabletleri

bunu-basAmarna tabletleri (mektupları): İlk defa, Hititlilerin; sadece büyük bir devlet olmaları gerektiğini kanıtlamanın yanında, ayrıca o güne kadar sanıldığı gibi, yanlızca Kuzey Suriye’de yerleşik bir ulus olmadıklarını kanıtlıyordu. Ayrıca: Hititlilerin, kuzeyden güneye göçtüklerini de anlatıyordu.

Amarna; IV Amenophis (MÖ.1370-1350) in yıkılmış sarayının bulunduğu yer. Bu firavun; tam bir hayalperest. Mısır’ın eski tanrılarına ve tapınak düzenine yüz çevirmiş. Ona göre: yanlızca tek bir tanrı var: güneş tanrısı. Üstelik, kendi özel dinini; tüm Mısır’a kabul ettirmeye çalışıyor. Ancak; Mısır’daki tüm tutucu rahipler kendisine düşman oluyorlar. Firavunun bu tavırları, yanlızca ülke içi huzursuzluklara neden olmakla kalmaz. Her zaman, savaşa istekli sınır komşularına, çatışmaya girmek için yeni olanaklar sunar.

Evet: aradan binlerce yıl geçer. Nil’in doğu yakasında, Kahire’den 300 km. güneyde Tell-el-Amarna’da, bir fellah karısı, kendisini rahatsız eden yabancılara karşı, son savunma çaresi olarak, birkaç toprak tabak fırlatır. Amacı; onların meraklı bakışlarından kurtulmaktır. Ama, sonuç bunun tam tersi olur. Yabancıların kafalarına fırlatılanlar, Mısır’ın şimdiye kadar bulunmuş en büyük ve en önemli kil levha arşivinin parçalarıdır. Evet: Amarna arşivi, böyle bulunur.

Bu raslantı yanında, arşivin diğer parçaları ise: 1887 yılından itibaren, Kahire’de antikacılarda, tanesi 10 kuruş gibi çok küçük bir para ile satılmaktadır. 1888 yılında; Kahire çarışsında, 200 kadar parçanın satışa sunulduğu biliniyordu. Tabii, bunu duyan, Enstitüler ve koleksiyonerler, hemen buraya saldırırlar ve yanlızca o yılın birinci ayında, ilk parçalar Londra ve Berlin’e ulaştırılır. Özellikle, Avusturyalı koleksiyoner Theodor Graf’ın elinde, 160 parça toplanır. Zamanla; Berlin Müzesi, bunları satın alır ve sergilemeye başlar.

İşte, Mısır bilimcilerin ele geçirdikleri, bu dönme firavunun yazışmalarıydı. Hem sadece ele geçirmekle kalmadılar, çok kısa sürede yazılı bilgileride okuyabildiler.

Mektuplar, o zamanki Mısır’ın ve Önasyanın siyasi durumunu, ayrıntılı bir tablo halinde, göz önüne sermekteydi.Sayısı çok fazla olan Amarna yazışmalarından, yanlızca iki tanesi, Hitit krallarından, firavuna yazılmış olması nedeniyle, önem kazanıyordu. Bundan başka: Hitit savaş birliklerinin, Suriye dış sınırında giriştikleri eylemlere ait, bir yığın rapor vardı. Mısır firavunlarına karşı ” kardeşim ” diye hitap edilen küstah prens mektuplarından, kendi kızlarını sık sık Mısır’lıların haremlerine göndermek zorunda kaldığı halde, bu kez birden şımarıp işi firavun kızlarından birini kendi haremine istemeye kadar vardıran, fakat horlanarak retedilen mektuplar vb.gibi. Özellikle: Suppiluliuma isimli Hitit kralının, dönme firavunun tahta çıkışı dolayısıyla gönderdiği kutlama mesajının bulunduğu tablet, en ilginç olanıdır. Çünkü; tarih olarak, Mısır’da hüküm sürmüş bir firavunun döneminde, hitit ülkesindeki bir kralın varlığı ve yaşadığı dönem kanıtlanmıştır. Daha önceki dönemlerde, Hititliler hakkında, bu tür herhangi bir kanıt sözkonusu değildi.

Aranan kelimeler:

15 Mart 2009
bosluk

Hititliler,Hama Taşları

Hititliler,Hama Taşları

hititliler-tarihiBu hikaye; Hititlilerin, arkeoloji tarihinde, ilk kez ortaya çıkışları. O büyük ve muhteşem imparatorluk, birkaç taş parçasının bulunması ile, arkeoloji tarihinde gündeme gelmişti.

Yıl: 1809. Yer: Suriye.Doğu ülkelerine özgü kılığıyla ve sakallı bir adam. Tüccar olduğunu söylüyor.Adı: Şeyh İbrahim. Kimi zaman: Şam’da, kimi zaman: Halep’te kalıyor. Tarihle, coğrafya ile ve özellikle kuran ile uğraşıyor. Güneyde kutsal toprakları, doğuda Fırat boylarına gidiyor. Antakya’da, Asi ırmağı vadisinde dolaşıyor. Bir Habeşistan gezisinde tutuklanıyor, sınır dışı ediliyor. Mısır’a gelince, Mısır Paşa’sı tarafından tutuklanıp, sorguya alınıyor. Sorguda, müslüman yasalarını öyle güzel tanımlıyor ki, 4 ay süreyle yasak şehir Mekke’ye gitmeye hak kazanıyor. Gidiyor ve hacı oluyor. İsmi: Hacı Şeyh İbrahim oluyor. 1817 yılında, bir geziye çıkmaya hazırlanırken, 33 yaşında; Kahire’de ölüyor. Hem müslüman, hem hacı, müslüman mezarlığına gömülüyor.

Evet; hikayenin çakma bölümü bu. Peki ya gerçek bölümü. Gelin, bu hikayenin gerçek bölümünüde inceleyelim. Bu şeyhin asıl adı: Johnn Ludwig Burchardt. 1784 İsviçre Basel doğumlu. Daha öncede önemli diplomatlar ve tarihçiler yetiştirmiş bir süleleden geliyor. Ölümünden sonra: doğu ülkelerine ait, orjinal el yazmalarından oluşan 350 ciltlik derlemesi ve günlük defteri; Cambridge Üniversitesine miras kalır. Olağanüstü ilginçlikteki bu yazılar incelenir ve yeni eserler hazırlanır. Burchardt, bu notlarında, bir anısından söz eder. Şöyleki: ” Asi nehri vadisinde, Hama şehri. Pazar yerinde, bir evin köşesinde bir taş var. Üzerinde: “küçük figürler ve işaretler olan bu taş, bir çeşit hiyeroglif gibi görünüyordu, ancak Mısır hiyerogliflerine hiç benzemiyordu. ” Bu yazdıkları, o karmaşa içinde unutulur gider. Ama: sırrın en hassas noktası burada. Hani; bulupta farketmemek, hissetmek, ama hissedipte ortaya koyamamak, işte konu bu.

Neyse, aradan 58 yıl geçer. İki Amerikalı. Biri konsolos Augustus Johnson. Diğeri misyoner Dr.Jessup. İkiside, meraklı insanlar. Hama çarşısında gezerken,üstü yazılı taşlardan 3 tane bulurlar.Ama, bu taşlara bakmak ve ellemek amacıyla yaklaşmak istediklerinde: yerli halk buna izin vermez, feryat eder ve vahşi gösteriler yaparlar. Bu esrarlı işaretler; geçen zaman içinde, batıl inanca dayalı bir dokunulmazlık kazanmışlardır. Yerli halk, bu taşlardaki işaretlerin, hastalıkları iyileştirme gücü bulunduğuna inanmaktadırlar. Özellikle: göz hastalığı olanlar, bu taşlara alınlarını sürdüklerinde, şifa bulacaklarına inanılır.

O sıralarda; Şam’da yaşayan İrlandalı bir misyoner; Wıllıam Wrıg, taşlardan haberi alı ve taşları incelemeyi kafasına koyar. Düşünebiliyormusunuz, tüm arkeolojik kaçakcılık, misyoner adı altındaki bu insanlar tarafından yapılmakta. Evet, devam ediyoruz. Wrıg, uzun uğraşılar sonucu, Suriye Valisi Paşadan, taşlar üzerinde inceleme yapmak için izin koparır. Hatta, vali paşa, bunun yanına askerler de katar. Wrıg, askerlerin de yardımı ile, taşları, bulundukları evlerin duvarlarından çıkarır. Ama; yerliler hertürlü tehdide ve para sözlerine rağmen; çılgınca gösteriler yaparak, bu durumu protesto ederler. Taşlar; vali paşanın, Hama şehrindeki konağına taşınır. Ancak; yerli bağmazlar toplanarak, konağı basmaya hazırlanırlar. Vali Paşa tarafından; ancak, taşlar tartılır ve parası yerli halka ödendikten sonra, gösteriler azalır. Öfke bir an durulsa bile, daha sonra yeniden debreşir ve taşların hemen şehirden uzaklaştırılmasını isterler. Böylece: taşlar, ilk posta ile İstanbul’a yollanır. Taşların orjinal çizimleri ise, çoktan, Wrıg tarafından çıkarılmış ve Londra British Müzesine gönderilmiştir bile.

Evet; Wrıg, hama taşlarının kalıplarını çıkardı ama bunların neyi gösterdiğini asla anlayamadı. Halbuki, bu ve benzeri kalıplar, Anadoluda, Ege kıyılarında bile bulunmuştu. Sonuçta; bir zamanlar Ege kıyılarından, Suriye içlerine kadar, bütün Anadolu’da, yazısını kullandıracak derecede güçlü bir ulusun yaşadığı ortaya çıktı. İşte, bunlar: Hititliler. Tarih sahnesinde, arkeolojinin, Hititlilerle ilk buluşması, Hama Taşlarının hikayesi işte böyle.

Bugün, bu hama taşları kimbilir nerede? Sergileniyor mu, yoksa bir müze deposunda veya belkide bir koleksiyonerin parçaları arasındamı? Keşke, bunu bilme fırsatı olsa, bu konuda herhangi bir bilgi bulamadım, umarım bilgisi olan bu yazıyı okursa, lütfen yorum olarak taşların akıbetiyle ilgili bilgi yazsın, teşekkürler.

Aranan kelimeler:

15 Mart 2009
bosluk

cumhuriyet tarihi Son Yazılar FriendFeed
kişi siteyi ziyaret etti