Evet, Kıbrıs katliamlarına devam ediyoruz. Günümüzde, gerek ülkemizde, gerek dış ülkelerde ve gerekse Kıbrıs’ta yaşayan Türkler tarafından; önce hatırlanması ve sonra da asla unutulmaması dileğiyle……
Cengiz Topel: 1934 yılında İzmit’te doğmuştur. 1955 yılında Kara Harp Okulunu bitiren Topel: Kanada’da uçuş eğitimi gördükten sonra, 1957 yılında, Pilot olarak Türk Hava Kuvvetlerinde göreve başlar.
1964 yılında: Kıbrıs’ta yaşanan kriz ve Kıbrıslı Türklere: Rumlar tarafından yapılan vahşice saldırılar üzerine; Anavatan Türkiye, olaylara müdahale etme gereği duyar.
8 Ağustos 1964 tarihinde: Eskişehir’den, F-100 savaş uçakları, dört kol halinde, uyarı uçuşu yapmaları için, Kıbrıs üzerine gönderilirler. Kollarda bulunan uçaklarda, makineli toplar yüklüdür. Bu uçakların görevi: uyarı uçuşu ve gözle temas sağlanan Rum ve Yunan hedeflerine, makineli toplar ile saldırı yapılmasıdır.
Uçaklar: saat: 19.30 da hareket ederler ve 40 dakika sonra, saat: 20.15 de; Kıbrıs-Erenköy üzerinde olurlar. Rum hücumbotlarının bölgeden ayrılması nedeniyle, Rum mevzilerine makineli top saldırısı yapılarak geri dönülür.
Bu arada: Rum hücumbotlarının Erenköy ve Gemikonağı Liman bölgeleri civarında bulunduğu bildirilir. Bu hücumbotlar, Erenköy’ü top ateşine tutuyor ve burada yaşayan Türkler için büyük tehdit oluşturuyorlardı. Karadan Rum çetecilerinin ve bunların arasına karışmış Yunan subaylarının saldırılarına maruz kalan Türkler, özellikle Erenköy bölgesinde, arkalarını denize vererek savunma hattı oluşturmuşlar, ancak denizden de hücumbotlar ile top atışına maruz kalınca, iyice bunalmışlardı.
Bunun üzerine, 8 Ağustos günü, yine 2 adet F-100 uçağından oluşan bir keşif kolu hazırlanır ve bu keşif kolundaki uçakların belirledikleri, hücumbot mevzilerine, arkadan kalkan uçaklar tarafından (bunlardan birinin pilotu Cengiz Topel) yoğun top ateşi saldırıları düzenlenir.
Ancak, bu toplu uçuş sırasında: Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel’in uçağı, Rum uçaksavarları tarafından vurulur ve uçağı düşer, kendisi paraşütle atlar. (Daha sonraki tarihte yapılan bir itiraf sonucu, Rum hücumbotu değil, Yunanistan tarafından gizlice bölgeye gönderilen Faethon isimli bir savaş gemisinden açılan ateş sonucu, Cengiz Topel’in uçağının vurulduğu öğrenilir.)
Paraşütle atlayan Cengiz Topel: Peristeronori isimli bir Rum köyü yakınlarında; asfalt bir yola iner. Yere indiğinde: bölgede bulunan mücahitler tarafından: üzerinde bulunan bir kısım harita ve belgeyi yaktığı ve bihahare Lefke yönünde, koşarak ilerlediği görülür. Ancak: arkasından ilerleyen jeep içindeki Rumlar tarafından, esir alınır.
Evet, Pilot yüzbaşı Cengiz Topel; yakalandıktan sonra, hakkındaki gelişmelerle ilgili sağlıklı bilgi alınamaz. Ama; elbette “Uluslar arası Savaş Hukuku” kurallarına göre, gerek kendisi, gerekse kendisini yakalayanlar, haklarının bulunduğunu bilmektedirler. Hatta ve hatta, bu hakların en başında “İşkence görmemek” hakkının olduğunu kim bilmez?
Tabii, hak-hukuk gibi kavramlar, bu kavramları bilen ve anlayanlar için geçerli. Kumlu katliamında, 6 aylık bebeği silahları ile tarayan zihniyet, burada da, elbette Pilot Yüzbaşı yakaladıklarında, işkence yapmaktan geri kalmaz. Cengiz Topel; Güzelyurt Rum Manastırına götürülür. Bu dini yapı, yani “Tanrı”ya inanış, yakarış, günahların bağışlanması için oluşturulmuş bu dini yapının bir kısmı, o sırada “işkence odası” na dönüştürülmüştür. Cengiz Topel, burada uzun süre işkence altında tutulur ve bilgi vermesi ve Türkiye aleyhine radyodan konuşması için zorlanır. Ama, elbette bunda başarılı olamazlar. Ancak, bu yoğun fiziksel ve psikolojik baskı sonucu, Cengiz Topel, vefat eder.
Evet, 12 Ağustos 1964 tarihinde, yapılan yoğun baskılar ve ısrarlar üzerine, geri alınan cenaze incelendiğinde, hastanede öldüğü söylense de, yoğun işkence izleri ( kırık bir ayak, kırık çene gibi) görülmüştür. Yüzyıllardır bastırılmış bir kin ve nefretin, savunmasız ve yaralı bir insan veya ölmüş bir insanın cesedi üzerinde yarattığı sonuçlar, gerçekten tüm insanlığın yüreğini burkmuştur.
Tabii, burada elbette: insanın ilk aklına gelen “Uluslar arası Savaş Hukuku” şartları. Ama, karşınızdaki insanın bunlara saygılı olabilmesi için, elbette bazı vasıflarının bulunması şart. İçlerindeki kin ve nefret; nasıl 1915 yılında ve devamında ortaya konulmuş ise, işte 1964 yılında yine ortaya çıkmıştı.