Değerli okurlar, bu yazıyı yazalı çok zaman oldu ama geçenlerde metro ile Aşti’ye giderken, Maltepe istasyonunun hemen ardından “Anadolu” diye bir anons duydum. Bir süre sonra yıllardır hafızalarımıza “Tandoğan” olarak yazılan meydanın isminin “Anadolu” olarak değiştirildiğini öğrendim. İnanılır gibi değil. Ne kadar düşman olursanız olun ne kadar sevmezseniz sevmeyin, bir zamanlar bu kişinin ismi, bu meydana verilmiş. Elbette kişinin hayat hikayesi ve yaptıkları incelendiğinde, aşağıdaki satırları okuduğunuzda belki siz de meydanın isminin değiştirilmesi konusunda hemfikir olacaksınız. Ama öte yandan, bu şekilde isim değiştirmeler nereye kadar, yani siyasi iktidarlar her değiştiğinde, bu tür isim değiştirmeler olacaksa sanırım bunun sonu gelmez. Burada bir anıdan söz etmek istiyorum. Avrupa’da gezerken, birçok kilise ve katedralin altında bir zamanlar cami bulunduğunu söylemişler ve tepki göstermem üzerine, unutmamak gerekir ki, o camiler de bir zamanlar kilise, katedral olan dini mekanlar üzerine kurulmuştu” derler. Yani, bir şeyi yık, üzerine kendine ait bir şey yap, nereye kadar, isimler için de böyle, sürekli isim değiştir, her siyasi iktidar geldiğinde birçok isim değiştirilir, nereye kadar…….. Bu sorunun cevabını verebilecek sanırım yok.
Evet, şimdi buyrun Tandoğan Meydanına ismini veren ve uzun yıllar bu isimle anılan meydanın isim sahibi “Nevzat Tandoğan” kısa hayat hikayesi………..
Ankara’da, birçok toplu gösteri veya kutlamanın yapıldığı bir yer “Tandoğan Meydanı”. Özellikle: 1 Mayıs 2012 tarihindeki kutlamalar, bir kısım siyasi görüş sahipleri tarafından burada yapılmıştır. Malum diğer bir kısım siyasi görüş sahipleri tarafından yapılan kutlamalar ise, Sıhhiye meydanında yapılmıştır.
Peki: Ankara şehrinin tam merkezindeki bu en büyük alanın yani meydanın, Tandoğan meydanı olarak isimlendirilmesinin nedeni nedir?
Tandoğan ismi, Nevzat Tandoğan isimli bir şahıstan gelmektedir. Nevzat Tandoğan kimdir? İşte, bu sorunun cevabı hakkında, aşağıda sizlere kısa bir bilgi demeti sunuyorum.
Nevzat Tandoğan: 1894 yılında, İstanbul’da doğmuştur. Öğrenimini İstanbul’da sürdürmüş ve son olarak, İstanbul Hukuk Fakültesinden mezun olmuştur.
1914-1918 yılları arasında, öğretmenlik yapar. Daha sonra ise, Emniyet mensubu olarak çalışmaya başlar ve İstanbul Polis Müdürlüğünde, Müdür yardımcısı olarak atanır ve öğretmenlik görevinden ayrılır. 1927 yılına gelindiğinde ise, bu kez “Malatya” valiliğine atanır. İstanbul-Adalar Kaymakamı iken, İsmet İnönü’nün dikkatini çeken Tandoğan; 1929 yılında, “Ankara” valisi olarak görevlendirilir.
Ankara valiliği sırasında, Ankara Belediye Başkanlığını da birlikte yürütür. 18 yıl süren bu görevi, 1946 yılında ölümü ile biter.
Görev yaptığı sürede: ülkede, tek parti yönetimi hüküm sürmektedir. Kendisi ise, despotluğu ve hukuk tanımaz davranışları öne çıkmıştır. Şehirde, evlerdeki en basit hırsızlık olaylarından kaçak inşaat girişimlerine kadar her türlü kanunsuzlukla ilgilenirdi. Şehirde sarhoş dolaşanlara bizzat müdahale ettiği görülmüştür. Birçok konudaki sanıkları, mahkeme salonlarından önce, kendi makamına getirip dinler ve mahkeme öncesinde, kendine göre karar oluştururdu.
Cumhuriyetin ilanının hemen ardından: bozkırın ortasındaki küçük bir kasabanın, büyük Türkiye’nin başkenti bir şehir olma aşamasında yaşananlar da, Nevzat Tandoğan’ın büyük rolü bulunmaktadır. Ancak: oynadığı bu rol: kendisinin günümüzdeki bakış açısına göre, pek hoş görülmeyen bir çok davranışının yaratılmasını da engellememiştir.
En büyük icraatı ise: kendi döneminde, köylülerin, Ankara şehrine girmelerini yasaklamasıdır. Asfaltlı yollara, eşekli köylüleri sokmaz. Kazara bir akasya ağacına çarpan araç sürücüsünü, iyice bir döver.
Özellikle: gazeteler ve gazeteciler konusunda, baskıcı tutumları önem kazanmıştır. Döneminde, gazeteciler büyük baskı altında görev yapmışlar, dönemin tek parti iktidarının faaliyetleri aleyhinde yazı yazılmasına ve haber yapılmasına izin vermez bir tutum sergilemiştir. Haberler incelendiğinde, dönemin iktidarı aleyhine yazı yazan gazeteciler, büyük baskı altına alınmışlar ve çeşitli sıkıntılar yaşamışlardır.
Bir diğer uygulaması ise: sözlerinin içinde bulunmaktadır. 3 Mayıs 1944 tarihinde tutuklanarak huzuruna çıkarılan Osman Yüksel Serdengeçti için söylediği sözlerdir. Bunlar “Ulan öküz Anadolulu. Sizin milliyetçilik, komünizm ile ne işiniz var. Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse, onu da biz getiririz. Sizin iki göreviniz var. Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek, ikincisi askere çağırıldığınızda askere gitmektir” Bu sözlerin arkasında: bütün yetkinin sahibi olduğunu düşünen, kendisini devlet sayan bürokratik anlayış bulunmaktadır. Yazının başında da söz ettiğim gibi, bu sözler, aynı zamanda Nevzat Tandoğan’ın despot anlayışını ortaya koymaktadır.
Bunun dışında: yine aynı dönemde, Kastamonu şehrinde zorunlu ikamette iken, İsparta şehrine sürgün edilen ve bu yüzden Çankırı üzerinden Ankara’ya getirilen Said-i Nursi’yi, 13 Ekim 1943 tarihinde makamına getirterek, zorla “şapka” giydirmeye çalışmasıyla hatırlanır. Bunun üzerine, hiç beddua etmemesiyle tanınan Said-i Nursi’nin, Nevzat Tandoğan’a hitaben “başından bulasın” şeklinde beddua ettiği söylenir. Hatta: intihar etmesini, bu sözler ile bağdaştıranlar da yok değildir.
Evet, Nevzat Tandoğan’ın, Ankara şehrindeki bu 18 yıllık: bir kısım insan tarafından yerinde görülen, bir kısım insan tarafından ise tenkit edilen bu valilik ve belediye başkanlığı görev süreci: 9 Temmuz 1946 tarihinde, intihar etmesiyle son bulur. İntihar etmesine neden olaylar zincirinin temelinde: 16 Ekim 1945 tarihinde, Ankara-Samanpazarı semtinde, Neşet Naci Arzan isimli ve büyükelçiliklerin doktoru olarak bilinen ve tanınan şahsın, muayenehanesinde vurularak öldürülmesiyle bulunmaktadır.
Şöyleki: bu olayda, cinayeti işleyen ve kendisinin: Robert Kolejden sınıf arkadaşı olan ve aynı zamanda dönemin Genelkurmay Başkanının oğlu olan Haşmet Orbay’ın bizzat korunması ve para karşılığında cinayetin bir başkası, yani Reşit Mercan tarafından üstlenilmesine aracılık etmesidir.
Bu durum ortaya çıkınca, mahkemeye tanık olarak çağırılan Tandoğan, sanık olarak ifade vermeye başlar ve bu durumu onuruna sığdıramaz ve aynı gün intihar eder. Bir diğer varsayıma göre: onur’dan öte, mahkemeden ceza alma riskinin ortaya çıkmasıdır. En son varsayım ise, kendisinin öldürülerek intihar ettiği savı ortaya atılmış veya intihar etmesi yönünde baskı yapıldığıdır.
Çünkü: tüm bu olayların altında, Tito yönetimindeki Yuğoslavya’da bulunan Bosnalı Müslümanlar için halktan toplanan ve akibeti meçhul olan büyük bir para meblağının bulunmasıdır. Çünkü, bu paranın, öldürülen doktor tarafından muhafaza edildiği ve cinayetin bu paranın paylaşılmasındaki anlaşmazlık sonucu yaşandığı da söylenir.
Sonuç olarak: Nevzat Tandoğan, 18 yıl boyunca, Ankara şehri ve şehrin gerek görünümü ve gerekse huzuru için sürekli mücadele etmiş birisi olarak gündeme gelmektedir. Ama, bu mücadelesinde: kimileri için sert, baskıcı ve otoriter tutumu ile olumsuz bir kişilik ortaya koymuş, kimilerine göre ise, Ankara için Cumhuriyetin hemen ardından, bozkırın ortasında bir başkent yaratılmasında büyük emeği geçmiş birisidir. Bugün, Ankara Tandoğan Meydanından geçerken ve hatta Tandoğan Meydanında yapılan bir gösteriyi izlerken veya katıldığınızda, bu insanın hayatından küçük bir kesiti yansıtan bu satırları hatırlamanız dileğiyle.
Son bir not: ben, Tandoğan Meydanı denildiğinde, öncelikle, burada uzun yıllar bulunan bir heykelli havuzu hatırlıyorum. Üzerinde gayet güzel heykeller bulunan bu havuz, bir süre önce, Tandoğan Meydanındaki yerinden sökülerek meçhule doğru yola çıkmış ve uzun süre akibetinden haber alınamamıştır. Ancak, benim gibi bu havuzun akibetini merak edenleriniz varsa; bu havuzu hatırlayanlarınız varsa, havuz, halen “Cer Modern Müzesi” yani Sıhhıye semtindeki Ankara Adliyesinin arkasında bulunan Cer Modern Müzesinin bahçe bölümünde duruyor. Buraya gidip, havuzu görebilirsiniz, ben tesadüfen, Cer Modern Müzesini gezmeye gittiğimde, raslantı sonucu bu havuzun oraya yerleştirildiğini gördüm.
Tarih: 16 Ekim 1945.
Ankara şehrinin en yoğun semti olan Ulus ve Samanpazarı. Burada: Doktor Neşet Naci Arzan, kendine ait muayenehanesinde; 7 kurşunla vurularak öldürülmüş olarak bulunur.
Cinayetin: görgü tanıklarına göre: dönemin Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet Orbay tarafından işlendiği öne sürülmektedir.
Ancak, cinayetin ertesi günü: Reşit Mercan isimli bir kişi, polise başvurur ve cinayeti kendisinin işlediğini söyler. Reşit Mercan: babası ölmüş, mütevazi bir ailenin çocuğudur. Verem hastası olduğunu ve gerekli tedavisini yapmadığı için doktoru öldürdüğünü söylemektedir.
Ancak: Ankara Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, tanık olarak dinlenen, dönemin Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet Orbay; aynı evi paylaştığı Reşit Mercan için, cinayet silahını kendisinin temin ettiğini söyleyince, olayın seyri değişir ve insanların dikkati, bu kez, onun üzerine yönelir. İlk anda: “Reşit’in, kendisinden korunma için bir silah temin etmesini istediğini ve bunun üzerine, kendisine aldığı silahı, Reşit’e verdiğini, cinayet işleyeceğini tahmin etmediğini” söyler. Ancak: yine de birçok soru işareti ortaya çıkar.
Neden, bir Genelkurmay Başkanının oğlu, silah temin ederek ev arkadaşına verir ve onun cinayet işlemesine sebep olur? Basın bu işin peşini bırakmaz. Dönemin ünlü bir gazetecisi olan Mehmet Sait Esen; cinayetin 100 bin lira para karşılığında, Reşit Mercan tarafından kabullenildiğini ve bu konudaki arabuluculuğun, Vali Nevzat Tandoğan tarafından yapıldığını öne sürer.
Hatta: Reşit Mercan, polise teslim olduktan hemen sonra, Ankara Valilik binasında Vali ile görüşmüş, ancak bu görüşmeden neler konuşulduğu konusunda, ne kendisi ve ne de Nevzat Tandoğan herhangi bir açıklamada bulunmamışlardır. Ancak, bir diğer gerçek, Nevzat Tandoğan, valilik yaptığı süre içinde, sürekli olarak, Ankara şehrindeki adli olaylarla yakından ilgilenmiştir. Evlerdeki basit hırsızlık olaylarından, kaçak inşaat girişimlerine kadar her türlü kanunsuzlukla yakından ilgilenmiş, hatta şehirde sarhoş dolaşanlara bizzat müdahale etmiştir. Yani, bu görüşmeyi, özel bir durum olarak betimlemek mümkün olmamaktadır. Çünkü, birçok sanığı, makamına getirmiş ve mahkemeden önce kendileriyle görüşmüştür.
Bu arada devam eden yargılama: bir ara, Reşit Mercan, cinayeti kendisinin değil, Kazım Orbay’ın işlediğini öne süren ifade vermiş olmasına rağmen, mahkeme, kararda, Reşit Mercan için 20 yıl ve cinayet silahını temin ettiğini itiraf eden Haşmet Orbay için 1 yıl hapis cezasına hükmeder.
Ancak, biraz önce de söylediğim gibi, basın bu işin peşini bırakmaz ve duruşmalarda, Reşit Mercan’ın çelişkili ifadeleri göz önüne alınarak, Yargıtay tarafından, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin bu kararı bozulur. Hatta: Yargıtay, davayı, Bolu Ağır Ceza Mahkemesine yönlendirir. Çünkü: cinayete bir şekilde karıştığı düşünülen Nevzat Tandoğan’ın, Ankara Valisi olması ve davayı etkileyebileceği düşünülmektedir. Özellikle davaya ölen doktorun çocuğu adına müdahil olarak katılan ünlü avukat Hamit Şevket İnce: davanın Ankara valisi ve Savcısı tarafından çarptırılmak istendiği hakkında sürekli olarak çeşitli iddialar ileri sürmektedir.
Bu iddialar arasında, bir ara: Ankara Savcısı Kemal Bora tarafından yapılan bir davranış gündeme getirilir. Söylenenlere göre: Savcı Kemal Bora: soruşturmanın ilk aşamasında, Reşit Mercan’ın önce kızkardeşi ve daha sonra annesini yanına çağırmış ve kendilerinden, mahkemede: “öldürülen doktorun metresi” oldukları yönünde ifade vermelerini istediği iddiası ortaya atılmıştır. Söylenenlere göre, Reşit Mercan, bunun üzerine doktoru öldürmüş olacaktır.
Bolu Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan duruşmalar için, Ankara valisi Nevzat Tandoğan, tanık sıfatıyla çağırılır. Çağırıldığı gün mahkeme salonuna gelen Tandoğan, uzun süre bekletildikten sonra, birçok gazetecinin huzurunda, duruşma salonuna girer. Mahkeme başkanı, sorularını, tanık sıfatındaki Tandoğan’a; sanki “devrin değiştiğini” ifade edecek tarzda, abartılı ve gayet sert bir üslupla sorar. Elbette, bu tavırlar, Nevzat Tandoğan’ın üzülmesine neden olur. Ama yine de, duruşmalarda bir kısım gerçekler ortaya çıkar.
Bunların başında; Ankara Valisi olarak görev yapan Nevzat Tandoğan’ın; Haşmet Orbay ile, Robert Kollej’den okul arkadaşı olmasıdır. Bu nedenle, Haşmet Orbay’ın ev arkadaşı Reşit Mercan tarafından, cinayetin kabullenilmesi için, çok büyük baskılar yapıldığı ve bunun üzerine, Haşmet Orbay’ın cinayeti üstlendiği öne sürülür.
Bu sırada: Ankara Mahkemesinin kararını, Yargıtay’da bozduran ve gelişmelerin Nevzat Tandoğan aleyhine sürmesine neden olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Fahrettin Karaoğlan, 1946 yılında, duruşmalar sürerken, Ankara’da, otomobili içinde, faili meçhul şekilde ölü olarak bulunur.
9 Temmuz 1946 tarihinde, Ankara’nın 17 yıllık valisi ve aynı zamanda Belediye Başkanı Nevzat Tandoğan; Bolu Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya çağırılır. Burada: hiç ummadığı bir durumla karşılaşır, çünkü: mahkeme, kendisini “cinayeti kasten örtbas etmekle” suçlamaktadır. Bunun üzerine, Nevzat Tandoğan: mahkeme hakimlerine bağırmaya başlar ve “ Beni buraya tanık olarak çağırdınız, bakıyorum da, sanık yerine koymaya başladınız. Ben buraya tanık olarak geldim, sanık olarak değil”
Bu olaydan sonra: herkes, Vali Nevzat Tandoğan’a, farklı gözle bakmaya başlar veya kendisi öyle düşünmektedir. Hatta: dönemin Adalet Bakanı Ali Rıza Türel ile yaptığı görüşmede söylediği iddia edilen şu sözleri öne çıkmaktadır. “Bana mahkeme, suçlu gibi davranıyor. Ben Ankara valisiyim, bu duruma düşecek adam değilim.”
Akşam, Ankara’daki evine döndüğünde, kendisine yapılan bu suçlamanın sıkıntısıyla bunalıma girer ve gerek duruşmalardaki gelişmeler ve gerekse Fahrettin Karaoğlan’ın ölümündeki şüphelerin kendi üzerine yoğunlaşması üzerine, tanık durumundan, sanık durumuna düşen Nevzat Tandoğan; 9 Temmuz 1946 tarihinde, intihar eder. Ancak, intihar sebebinin: bir “onur” meselesi mi, yoksa duruşmalarda ortala çıkan “arabulucuk” hadisesi mi, bu hiçbir zaman anlaşılamamıştır.
Yine, olay üzerine, Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay, istifa ederek görevinden ayrılır.
Bolu Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmalar, yaklaşık 3 yıl sürer. Duruşmalar sonucunda, Haşmet Orbay: cinayet işlemekten 18 yıl ve daha önce cinayeti üstlenen ev arkadaşı Reşit Mercan, cinayete yardımcı olmaktan 9 yıl hapis cezasına çarptırılır.
Olayın seyri bu şekilde olmuştur. Gelelim olayın nedenleri hakkında yürütülen tahminlere ki, bunlar asla kanıtlanmış ve sonuçlanmış araştırmalar değildir.
1945 yılında: Tito liderliğindeki Yuğoslavya ülkesindeki Bosnalı Müslümanlar için, yardım paraları toplanmaktadır. Bu toplanan ve miktarı bilinmeyen yardım paraları hiçbir zaman yerine ulaştırılamamış ve akıbeti meçhul olmuştur. Ankara cinayetinde muayenehanesinde öldürülen Doktor Neşet Naci Arcan: aynı zamanda, S.S.C.B. Ankara Büyükelçiliği doktoru olarak da görev yapmaktadır ve genel siyasi görüşü nedeniyle, Yuğoslavya ülkesinde, Tito’nun egemenliğinin etkinliğini kabullenmektedir. Yani: Bosnalı Müslümanlara toplanan paralar; gerek siyasi açıdan ve sanırım gerekse maddi açıdan gönderilmek istenilmemektedir. Ancak: elbette, bu durumda, böyle bir paranın paylaşımı, bu parayı bilenler arasında sorun yaratacaktır. Toplanan paraların, doktor tarafından muhafaza edildiği öne sürülmüştür.
Cinayeti işleyen Neşet Orbay’ın, aynı dönemde casusluk faaliyetleri içinde bulunduğu ve bir şekilde bu miktarı belli olmayan paradan haberi olduğu, paranın paylaşımında sorunlar bulunduğu; en büyük muhtemel neden olarak düşünülmektedir.
Son bir not: aynı dönemde, İstanbul’a gelen ünlü yazar Agatha Cristi: bu cinayet ile ilgili olarak bilgi toplamıştır. Tüm bunlar, olayın birçok yönü bulunduğu konusunda, minik ayrıntılar olarak değerlendirilebilir. Ben şahsen: bu olayın altında yatan gerçeğin: cinayetin işlenmesi açısından temelde; para ( günümüze kadar olan süreçte, toplanan bu paranın miktarı ve akibeti öğrenilememiştir) olduğu, paranın paylaşımında sorun yaşandığı düşünülebilir. Peki: cinayette Nevzat Tandoğan’ın rolü derseniz? Bence: Nevzat Tandoğan, bu olaya iki şekilde girmiş olabilir. Birincisi: yine paranın paylaşımı, ikincisi ise: Ankara şehrindeki otoriter yapısı, hukuki ve siyasi olaylara olan yaklaşımı, aşırı ilgisi ve olaya karışanın Genelkurmay Başkanının oğlu ve kendi okul arkadaşı olması nedeniyle, duygusal bir yardım etme içgüdüsü olabilir.
Yine de, sonuç yani son yargı: gerçekçiliği kanıtlanamamış tüm bu yargıların yanında: siz okurların özgür ve bağımsız yargısıdır.