Cebimizde veya cüzdanımızda taşıdığımız, yaşamın en önemli fonksiyonu olan para konusunda küçük ama aslında çok önemli ve gözden kaçan bir ayrıntıyı paylaşmak istiyorum.
Cebimizdeki madeni paralara baktığımızda üzerinde “TÜRKİYE CUMHURİYETİ” ibaresini görebilirsiniz. Ama yine cebimizde veya cüzdanımızda taşıdığımız kağıt paralara baktığımızda ise bu ibarenin “TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI” olarak yazılı olduğu görülür.
Peki bu fark veya farklı yazılım niye, sonuçta her iki tür para da bu ülkede kullanılıyor, üzerine niye farklı ibareler yazılıyor, her iki paranın üzerine de “TÜRKİYE CUMHURİYETİ” yazmak veya yazabilmek niye mümkün olmaz?
Evet, bu soru ile ilgili kısa bir araştırma:
Madeni ufaklık denen metal para basımı, Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü tarafından yapılmaktadır. Kanunen verilen yetki çerçevesinde tedavüle çıkarılacak madeni ufaklık paraların teknik ve sanatsal özellikleri ile dizaynları da aynı kurum tarafından belirlenir ve basımı yapılır.
Banknotlar ise 1958 yılından bu yana Merkez Bankası bünyesindeki Banknot Matbaası tarafından üretilmektedir. Köklü bir birikim gerektiren her türlü tasarım, kalıp ve baskı işlemleri Matbaanın kendi kadro ve olanaklarıyla gerçekleştirilmektedir.
Bu sorunun cevabını ararken bulduğum yanıt: Merkez Bankası, çıkarılan bir kanunla karma yapıda bir anonim şirket olarak kurulmuş ve bu kuruluş aşamasında devletin payı sadece % 15 gibi küçük bir rakamdır ve isminde “Türkiye” ibaresi yoktur. Böylece hisseleri halka satışa sunulan ve çok sayıda yerli ve yabancı ortağı olan, karma bir anonim şirket yapısındadır. Bu şirket tarafından basılan paralara “Cumhuriyet” ibaresinin kurulması, bankanın Cumhuriyet döneminde kurulduğunu ifade etmektedir. Yani ilk kurulduğunda “Cumhuriyet Merkez Bankası” dır ve “Türkiye” ibaresi çok sonradan eklenmiştir.
Peki niye “Cumhuriyeti” değil de “Cumhuriyet”
Çünkü, devlet payı sadece % 15 olduğu için, devlete aidiyeti gösteren “İ” harfi ilave edilmemiş ve “Cumhuriyet” olarak kullanılmıştır.
Yani: Merkez Bankası, kağıt paralarımızı yani “Türk Lirasını” basmasına rağmen “TÜRKİYE CUMHURİYETİ”ne ait değildir, karma yapıda bir anonim şirkettir. İyi de bu karma yapıdaki anonim şirketin, devlet dışındaki hisseleri kime aittir?
Sorudan soruya……………….
Yine yaptığım araştırmaya göre, devletin payı bir hayli yükselmiştir. Hatta yine aldığım bilgiye göre, Merkez Bankasında Hazinenin payı % 51 ve Ziraat Bankasının payı % 21 imiş. Yani toplamda: % 72, peki iyi de kalan % 28 nerede? Bu sorunun cevabı olarak herkesin payı var şeklinde bir yanıta rastlanıyor. Yani, Merkez Bankası kararlarında bu irili ufaklı paydaşların da sözü geçiyor denilebilir. Öte yandan bu irili ufaklı paydaşların kimliği asla açıklanmıyor.
Sonuç: “Merkez Bankası bizim mi?” bu sorunun yanıtı hem net, hem değil. Ama eğer bizimse niye paraların üzerinde “TÜRKİYE CUMHURİYETİ MERKEZ BANKASI” yazmaz, bence bu soruna bir çözüm bulunmalı, belki devlet Merkez Bankasının % 72 değil, tüm hisselerini satın almalı?
Para bir ülkenin özgürlük ve egemenliğinin en büyük ifadesidir ve tarih boyunca da güçlenen, kendini güçlü hisseden gerek şehir devletleri ve gerekse diğer egemenlikler, bunu kendilerine ait para basarak ifade etmişler, çevrelerine ve tarihe egemenliklerini ifade etmişlerdir.
Para denilince: önce madeni ve sonra kağıt para, yani banknot gelir. Ancak, önce madeni para ve sonra kağıt para bulunmuş ve kullanılmıştır.
Evet, gelelim paranın öyküsüne:
Yıl: MÖ.7’nci yüzyıl. Anadolu’nun batısında, büyük bölümde “Lydıa” denilen uygarlık egemenlik sürdürmektedir. Lydialılar: özellikle ege bölgesinde: dünyanın geri kalan ve bilinen bölgelerindeki halkları ile, büyük bir ticari faaliyet içindedirler ve bu faaliyetleri sonucunda zenginleşerek, gerek kültür ve gerekse ticari alanda büyük ilerlemeler kaydetmişlerdir.
Her ne kadar geniş bir alana yayılmış olsalar da, esas merkezleri: Gediz ve Menderes nehirleri arasındaki bölgedir ve zaten başkentleri de, yine bu bölgedeki; günümüzdeki “Salihli” ilçesi yakınlarındaki “Sardes” şehridir. Anadolu’da, Hititleri ve Frigyalıları takiben, kral Giges zamanında, MÖ.687 yılında, bağımsız bir devlet kurarlar. Kral Giges, biraz önce sözünü ettiğim gibi, ülkenin sınırlarını genişletir ve Kızılırmak’a kadar uzanır.
Tüm bu büyüklük ve azametin başlıca sebebi: geliştirilen ticari faaliyetlerdir, ancak bu ticari faaliyetlerde, o döneme kadar uygulanan “karşılıklı değişim” sistemi, insanları mutlu etmemektedir ve bunun üzerine: MÖ.5’nci yüzyılda: Kral Giges döneminde: tarihte ilk para olarak kabul edilen ve ticarette kullanılan para ortaya çıkmıştır. Bu madeni külçe: yumurta şeklinde, kenarları yassı ve birbirine eşit büyüklüktedir. Üzerinde ise: Lidya kralının arması olan “kartal başı” görülmektedir. Ancak, bu metal külçelere: para denilmemektedir. Altın, gümüş, nikel, tunç ve aliminyum gibi çeşitli metal karışımlarından üretilen bu külçeler: ticarette, yeni değişim aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Külçelerin oluşturulmasında kullanılan bu metaller ise: başkent Sardes şehri içinden de geçen ve sularında altın aktığı bilinen “Paktalos ırmağı” kıyısında yaşayan Lydyalılar tarafından, bu ırmağa serilen koyun postlarını, akşam olup geri alıp taradıklarında elde ettikleri altın parçalarıdır.
Takip eden dönemde: Kral Kroisos döneminde, elektron olarak değil, ayrı ayrı, altın ve gümüş olarak basılmaya devam edilmiştir.
Evet: tarihte ilk para, böylece Lydyalılar tarafından bulunmuştur ve bu durum, o dönemlerin ünlü yazarı Heredot tarafından yazılı kayıt altına alınmıştır. Çünkü: daha önceki dönemlerde de, gerek Anadolu havzasında ve gerekse Mısır ve Asur yörelerinde; paranın kullanıldığına dair çeşitli belirtiler bulunmasına rağmen (özellikle Asur hükümdarı Sennasherib döneminden yani MÖ.700 yıllarından kalma, gümüş külçeler bulunmuştur) , bunlar hakkında, herhangi bir yazılı kaynakta, somut bilgiler bulunmamıştır ve bu yüzden, tarihte ilk paranın Lydyalılar tarafından bulunduğu kabul edilmektedir.
MÖ.180 yıllarına gelindiğinde, bu kez, Romalılar, ilk gümüş parayı basıp kullanmaya başlamışlardır.
İslamiyette ise, ilk para: 639 yılında, Hz. Ömer döneminde bastırılmış ve kullanılmıştır. Osmanlı döneminde ise, ilk para: Orhan Gazi döneminde, gümüş akçe olarak bastırılmıştır. Bu paranın bir yüzünde “Mücahidün Sebillilah Sultan Orhan” ve diğer yüzünde “Duribe fi Bursa” yazılıdır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra, o döneme kadar kullanılan gümüş akçeler yerine, altın sikke bastırmıştır. Dünyanın ilk büyük darphanesi, Fatih Sultan Mehmet tarafından, İstanbul-Simkeşhane bölgesinde kurulmuştur.
İşte, madeni paranın tarihi süreç içinde, ortaya çıkışı ve gelişimi bu şekilde olmuştur. Bu arada, para elbette, yalnızca madeni paradan oluşmamaktadır. Paranın bir de “kağıt para” yani “banknot” boyutu bulunmaktadır.
Tarihte ilk kağıt para: 806 yılında, Çin’de yapılmış ve kullanılmıştır. Ancak, yine, bu tarihten önce de, yine Çin ülkesinde, deri üzerine basılmış, kağıt paranın kullanıldığı ileri sürülmektedir. Ancak, bilinen kayıtlar, 806 yılına aittir.
Batıda ise ilk kağıt paralar: 1690 yılında, Amerika’da basılmış ve kullanılmıştır. Avrupa’da ilk kağıt para ise; 1660 yılında, İsveç ülkesinde basılmış ve kullanılmıştır. Ülkemizde ilk kağıt para ise: Sultan Abdülmecit döneminde, 1840 yılında “Kaime” adıyla basılarak kullanılmaya başlanmıştır.
Cumhuriyet döneminde ise, 1924 yılında, 100 paralık kağıt paralar basılmıştır. Para kelimesi, dilimize Farsçadan geçmiştir ve kökeni “pare” yani “küçük parça”dır.
Ülkemizde, bence para konusunda en büyük devrim: 1983 yılında çıkarılan bir kanunla getirilen serbestlik ile yaşanmıştır. Çünkü, o tarihe kadar, ülkemizde yaşayan insanlar, üzerlerinde yabancı para birimi bulunduramıyorlardı ve yabancı paranın değeri, devlet tarafından belirleniyordu ve bu kanundan sonra: yabancı para bulundurmak serbest hale gelmiştir. Bu arada, son yıllarda, ülkemizdeki bir uygulama sonucu, paradan 6 sıfır silinmesi ve yeni para sistemine geçilmesi, paramızın gerek gururu ve gerekse hesaplanması açısından yine bir devrim olarak tarihe geçmiştir.
Evet, günümüzde, dünya üzerinde yürürlükte olan para birimi, yaklaşık 160 civarındadır.
Günümüzde, dünya üzerinde yürürlükte olan, para birimi: 160 civarındadır.
Geçenlerde Amerikaya gittim ve iki ay kaldım. Amerikanın en büyük özelliği: orada yaşayan insanların, “taksit” kelimesini tanımıyor olmaları. Yani, bir Amerikalı, taksit nedir bilmez, herhangi bir alışveriş yaptığında, karşılığına ya nakit ya da kredi kartı ile tek çekim olarak öder. Çok ilgimi çekmişti, taksit nedir bilmiyorlar.
Ülkede, ekonomik sıkıntılar başlayınca, yani insanların ekonomik şartları gerilemeye ve gelirleri düşmeye başlayınca, elbette ilk yaptıkları: harcamalarını kısmak olmuş. Yani, taksit nedir bilmeyen Amerikalı, gelirlerinde düşme olunca, ilk olarak yaptığı harcamaları kısmış ve hatta zorunlu harcamaları dışında, hiçbir harcama yapmamaya başlamış. Taksit kelimesini tanımayan Amerikalı, cebinde para varsa harcamış, yoksa harcamamış ve tüketime dayalı ekonomik sistem krize girmiş.
Peki, bizim ülkemizdeki durum. Hani, ekonomik kriz büyük ülke Amerikayı etkiledi de niye bizi etkilemedi, bizim sistemimiz çok mu güçlü. Buyrun, benim bakış açımdan, ekonomik krizin bizim ülkemizden teyet geçmesinin sebebi:
Bizim ülkede, kredi kartı ile taksit çılgınlığı, tüketim alışkanlıklarını öyle boyutlara getirdi ki, inanılmaz. Yani, bizim insanımız, cebinde para olmadan para harcamaya, yani kredi kartı ile, gelirlerinin çok üstünde borçlanmaya alıştı ki, bu durum bizim ülkemizdeki tüketimi ne durdurdu ne de yavaşlattı. Kriz filan dinlemeden, bizler harcamaya ve tüketmeye devam ettik. Niye?
Amerikalı cebinde para varsa harcar ve gelecekteki gelirlerini taksitle borçlanarak asla ipotek altına almaz. Biz ise, öyle bir taksit çılgınlığına girdik ki, aylarca ve hatta, yıllarca taksitle borçlanarak, gelecekteki gelirlerimizi ipotek altına alarak tüketmeye, devam ettik ve ediyoruz.
Ülkemizde, cebinde birden fazla kredi kartı olmayan varmı? Peki, bu kredi kartlarının borçlarını düşündüğümüzde, aylarca ileriye dönük olarak, gelecek olan gelirlerimizin ipotek altında olduğunu hiç düşündük mü? Elbette, küçük bir gurup, kredi kartını bilinçli kullanıyor olabilir, ancak büyük bir gurubun, cebinde birçok kredi kartının bulunduğu, kredi kartlarının borçlarını yenilerini çıkartarak ödemeye çalıştığını ve hatta, ay başlarında cebimize girmeyen aylık gelirlerimizin, bankalar arasında transfer edildiği kesin.
Bu durum kişisel bazda. Durumun ülke bazındaki açıklaması ise: son günlerin moda tabiri ile “cari açık”. Yani: kişisel bazda, 1000 TL. kazanırken, 1400 TL. harcayan ve 400 TL. yani harcadığı ama kazanmadığı 400 TL. yi, borç alarak kapatmaya çalışan insanlar. Buna, kişisel bazda cari açık deniliyor. Bunu ülke bazında düşünebilirsiniz. Aylarca olacak olan cari açık yani açığı borçla kapatma durumu nereye kadar?
Son bir söz. Unutmamak gerekir ki, bir zamanlar, ileri ülkeler, ürettiklerini satabilmek, yeni pazarlar bulabilmek için, savaşlar yapmışlar, hatta dünya savaşları çıkmış. Günümüzde, savaş filan yok, çünkü savaş, her iki taraftan da kayıplara neden oluyor. Günümüzde, ülkeler ürettikleri malları satabilmek ve fabrikalarının çalışmasını devam ettirebilmek için çok daha modern teknikler kullanıyorlar. İşte, yakın geçmişte yaşadığımız ve yeniden yaşayabileceğimiz düşünülen “ekonomik kriz” bu.
Lütfen, cebimizdeki para kadar harcayalım. Reklam denilen ve olayın en büyük tetikleyicisi hadisenin etkisinde kalmayarak: yanlızca gelirimiz kadar harcayalım, gelirimiz dışında, tüketim alışkanlıklarından vazgeçelim. Bu bir “sigara” alışkanlığı gibi, hani nasıl “sigara sonunda öldürür” deniliyorsa, unutmayın ki “bilinçsiz tüketim” in sonucu da, çaresizlik.