Hz İsa’nın 12 havarisinden biri olan Luka: İncil yazarlarından biridir.
Luka: İsa çarmıha gerildikten sonra ve Meryem, Kudüs şehrini terk ettikten sonra, Roma’ya doğru yola çıkar.
Bu yolculukları sırasında, Yunanlı bir öğrencisi olur.
Luka: ahşap bir tahta parçası üzerine, Meryem ve çocuk İsa figürü yani ikonası çizer ve yanından hiç ayırmaz.
Ancak, öldükten sonra, bu tahta parçası, Yunanlı öğrencisine kalır.
Yunanlı öğrenci, bu tahta parçasını Yunanistan’a götürür.
Atina şehrinde kurduğu manastır ve kilisede muhafaza etmeye başlar.
Eskiliğine ve hastaları iyileştirme, bolluk ve bereket getirme gibi mucizelerine inanılan bu ikona, Lukas takipçileri tarafından kuşaktan kuşağa aktarılır.
Çünkü, hastalıkları iyileştirmesi ve bereket getirmesi için, kutsal kabul edilen her şey ikona olarak kutsal kabul edilmeye başlanır.
Luka’nın tahta parçası, yani ikona, bunu duyan herkes tarafından ziyaret edilmeye başlanır.
Ancak, rivayete göre, MS 370’li yıllara doğru, bu tahta parçası, bulunduğu manastırdan birden kaybolur.
Yine rivayete göre, melekler tarafından gökyüzüne uçurularak, Trabzon yöresindeki dağlarda, bir mağaranın kovuğuna getirilir ve bir taşın üzerine konur.
Uzunca bir süre sonra, Atinalı Barnabas ve Sophromios isimli iki keşiş, birbirlerinden habersiz aynı rüyayı görürler ve yine aynı tarihte Trabzon şehrine gelirler.
Burada birbiriyle karşılaştıklarında, gördükleri rüyayı birbirlerine anlatırlar.
Bu rüyada: “Kara bir dağın üzerinde bulunan Meryem Ana, kendilerine bana gel” demektedir.
Bunun üzerine, iki keşiş, rüyalarındaki detayları düşünerek ikonu aramaya başlarlar.
Bir gün, Maçka deresinin kenarında uyuya kalırlar. Uyandıklarında, karşı dağda, kayaların ortasında bir ışık onlara doğru parlamaktadır.
Işığı takip ederler ve küçük bir mağara bulurlar ve kayıp ikon o mağaranın içindedir.
Karadağ’ın 300 metre yükseklikteki sarp yamacında, ikonu buldukları mağarada, 4-5 yıllık bir çalışmanın ardından ilk kiliseyi yaparlar. (tahmini zaman MS 375-395 yılları arasındadır.)
Evet, şimdi ikon hakkında bilgi vermek istiyorum.
Bu ikon, uzun yıllar boyunca mucizeler yaratan bir obje olarak muhafaza edilmiştir.
Ancak ikonun hangi dönemde ve kimler tarafından yapıldığı net değildir.
Sadece, ikonun eskiden çekilmiş ve oldukça iyi bir fotoğrafından anlaşıldığına göre: üzerinde herhangi bir çizgi, boya veya daha doğrusu resme benzeyen unsur bulunmadığı, simsiyah, çatlak ve ayrıca da ortadan ikiye ayrılmış bir tahtadan ibaret olduğu anlaşılmaktadır.
İkonun çevresini belirten gümüş çerçeve ise, motiflerden ve yazılardan anlaşıldığına göre, 1700’lü yıllara aittir ve alelade bir işçilik ürünüdür.
Evet, ikon hakkındaki bu kısa bilgiden sonra, yine bulunduğu mağaranın kilise yapılmasından söz edelim.
Takip eden süreçte: Mela dağının sarp kayalığında bulunan bu küçük mağara, zamanla yüzyıllar boyunca oyularak büyütülür ve diğer eklentileriyle birlikte, günümüzde görülen, kartal yuvası benzeri manastır ortaya çıkar.
Bu yapım çalışmalarında 100 kişinin çalıştığı söylenir.
Zamanla mağarayı daha doğrusu ikonu bulan iki keşiş ölür.
Maçka’daki rahipler buraya gelirler ve burada, manastır hayatı başlar.
Kutsal ikonun burada bulunduğunu duyan ve medet umanlar, hastalıklarından kurtulmak isteyenler, buraya gelmeye başlar.
Cennette kendilerine yer arayanlar, buraya bağışta bulunurlar ve burası zenginleşmeye başlar.
Ayrıca: Roma teşvikleri vardır.
Roma’nın Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesinin sonrasında, manastıra teşvikler verilir, manastırda yaşayanlar askere alınmazlar, vergi vermezler, hapse girmezler ve böyle olunca, özellikle zenginler ve çocukları eğitim almak için manastıra gelirler.
MS 600’lü yıllara gelindiğinde, Sümela Manastırı iyice zenginleşir ve 640 yılında yağmalanır, yakılır, yıkılır.
Manastırda bulunan rahipler ve öğrenciler, buradan ayrılarak yakınlardaki Vazelon manastırına kaçarlar.
642 yılında, Christopher isimli bir çiftçi, rüyasında Meryem Ana’yı görür ve bunun üzerine manastırı ziyaret etmeye gider, manastırın bulunduğu yerde bir harabe görür, ardından Vazelon manastırına gider ve rahiplerle görüşerek, onları Sümela Manastırının tekrar ayağa kaldırılması için ikna eder.
Bu arada, manastırdaki ikonanın kopyalarını yapar, bu kopyalar Rusya’dan Kudüs’e kadar her yerde satılmaya başlar ve çevreden gelen yoğun bağışlarla birlikte 644 yılında Sümela Manastırı yeniden ayağa kaldırılır ve manastırın ikinci kurucusu olarak çiftçi Christopher anılır.
Evet, yukarıda anlattığım öykü tamamen söylentilere dayalı, gerçekle pek alakası olmayan bir öyküdür. Mağaranın bulunduğu yerin bir manastır kompleksine dönüşmesi hakkındaki varsayım ise şöyledir:
Bölgede, 1100’lü yıllarda, pek etkili olmayan Türk akınları söz konusudur.
1200’lerde Moğollar buraya saldırır, hatta ikonayı parçalayıp dereye attıklarından söz edilir.
KOMMENOSLAR:
Ancak, 1204 yılında, İstanbul’u işgal eden Latin-Haçlılardan kaçan Kommenoslar sülalesi, Trabzon’a yerleşir ve Pontus Rum Prensliğini kurarlar, Trabzon ve çevresine hakim olurlar.
Trabzon prensleri, kendilerini, Bizans İmparatorluğunun gerçek varisi olarak görürler ve kendilerini imparator olarak tanıtırlar.
Yeniden İstanbul’a sahip olarak, eski Bizans devletini ihya edeceklerine inanırlar.
Trabzon Kommenoslarından Prens III Alexios (1349-1390) bu manastırın esas kurucusu olarak kabul edilmektedir.
İki kız kardeşi, çevredeki Türk beyleriyle evli olan ve kendi 4 kızını da yine komşu Türk beylerine veren III Alexios’un Sümela’ya özel bir ilgi gösterdiği, kaynak, belgeler ve manastırda bulunan fresko resimlerinden anlaşılır.
Buradaki keşiş hücrelerine, onun büyük dedesi, dede ve babasının, bazı bağışlarda bulunduğu bilinmektedir.
Alexios’un büyük dedesi II. Loannes (1280-1285) zamanında, burada bir dini merkez vardır.
Kommenoslar, ellerindeki en kutsal ve değerli yer olan bu manastıra sahip çıkarlar.
Büyük bir kasırga sırasında, Meryem tarafından, Prensin canı kurtarılmıştır.
Bunun üzerine, Prens, sadece mağara kilisenin bulunduğu burada yeni tesis yaptırmaya karar verir.
Bu imar çalışmalarında, burası 17 metre yükseklikte, 40 metre genişlikte ve 72 odalı bir manastır kompleksi haline getirilir.
Bir Orta Çağ Şatosunu andıran yapını dış tarafında bir duvar bulunur.
Duvar, aşağı dereden çekilen taşların kırılmasıyla yapılmıştır.
Burada, öğrenci ve misafir odaları, kütüphaneler bulunur.
Aşağı tarafta ise, birçok pencere görülür.
İç tarafta, kayaların içine oyulmuş kilisenin önünde avlu var.
1360 tarihli, 5 mısralık manzum bir kitabede “III Alexios, bu tesisin kurucusu (Ktetor), Doğu ve Batı’nın hakimi imparator” olarak gösterilmiştir. (Bu kitabe, 1650 yılına kadar manastırın dış kapısı üzerinde bulunmuştur.)
Prens III Alexios: taç giyme töreni burada düzenlenir ve 1361 yılında, bir güneş tutulmasında, burada yani Sümela Manastırında bulunur.
Hatta, Prens tarafından bastırılan sikkelerde görülen güneş resminin, bu olayla ilgili olduğu kabul edilmektedir.
Prens, 1365 yılındaki vakfiyesinde, manastırın bütün idari şartlarını, arazisini, gelirlerini düzene koyar.
Ardından, Türk akınlarını önlemek üzere Trabzon’a gelir ve buradaki keşişlerin daima uyanık olmalarını bildirir.
Prens öldükten sonra, yerine geçen oğul III Manuel (1390-1417) babası gibi dini tesislere bağlı bir kişidir.
Tahta çıktığı yıl, saray hazinesinde bulunan değerli bir stavroteği (İçinde İsa’nın çarmıhının bir parçası olduğu iddia edilen haç) Sümela Manastırına hediye eder.
OSMANLI DÖNEMİ;
Trabzon ve çevresi, Türk idaresine geçtikten sonra, Osmanlı Sultanları, Aynaroz’da, Sina ve daha birçok manastırda olduğu üzere, Sümela’da da eski hak ve hukuku korumuşlardır.
Hatta buraya çeşitli imtiyazlar vermişler ve bazı hediyeler yollamışlardır.
1460 yılında Trabzon ve çevresini ele geçiren Sultan II Mehmet’e gelerek bağlılıklarını sunan papazlar, kendisinden bir ferman alırlar.
Bu fermana göre “Ben tahtta oturduğum sürece, Osmanlı ayakta kaldığı sürece burası eğitime devam edecek, kimse buraya dokunmayacak” yazar.
Ardından, 9 Osmanlı Sultanı tarafından verilmiş fermanlar da vardır.
Bu fermanlar, manastır kütüphanesinde, uzun yıllar muhafaza edilmiştir.
Yavuz Sultan Selim, şehzadelik döneminde Trabzon valiliği yapar.
Kendisi av meraklısıdır ve dağlara geyik avına çıkarak, 15-20 gün boyunca arazide kalır.
Bir av sırasında, yağmur hiç durmaz, şehzade hastalanır ve en yakın yer olan Sümela manastırına getirilir.
3 gün boyunca burada tedavi görür ve kendine geldiğinde buradan çıkıp giderken, kendisini iyileştirenlere “Ben ki tahta geçersem bunun karşılığını kat be kat ödeyeceğim” der.
Yavuz Sultan Selim, tahta geçtikten sonra Şah İsmail’e karşı bir sefer söz konusudur.
Buraya gelirler, Trabzon merkezde ordusunu toplar, Erzurum üzerinden aşağıya inecektir, rahipler onu ziyaret ederler.
Sultan Selim, rahiplere durumu anlatır ve “Yarın gidiyorum” der.
Sefere çıkacaktır.
Buradaki rahiplerden bir tanesi der ki “Çok iyi etmişsiniz Sultanım, biz de bir söz vardır, bugünün işini yarına bırakma”
Sultan Selim bu seferden geri dönerken beraberinde ganimetler vardır.
Bunlardan 9 kollu, iki tane som altından yapılmış şamdanı Sümela Manastırına hediye eder. (Bu şamdanlar günümüzde kayıptır, 1877 yılında çalınmıştır.)
Ayrıca “altın” da hediye edecektir, ancak manastırda bulunanlar altın kabul etmezler, bunun üzerine, imar yardımında bulunur, su yolunu onartır, ön tarafa muhafız odaları yaptırır.
1749 yılında, İgnatios isimli bir piskopos, duvarların bütün satıhlarını yeniden fresko resimleriyle süsletir.
Sümela’nın gezgin keşişleri, bütün Anadolu, Kafkasya, Balkanlar ve hatta Rusya’da dolaşarak, burada bulunan Meryem ikonasının kopyalarını satıyorlardı.
Toplanan paralar ise, Sümela Manastırına getiriliyordu.
Bir zamanlar, bu keşişlerden bir tanesi, üzerinde 40 bin kuruşluk bir servetle dolaşırken, Kayseri’de öldürülür.
Osmanlı yetkilileri katilleri yakalar ve idam ettirir. Çalınan paralar da manastıra geri iade edilir.
RUSLARIN BÖLGEYİ İŞGALİ VE ARDINDAN RUM MİLİSLERİ:
1916-1918 yılları arasında, Trabzon Ruslar tarafından işgal edilir.
Bu işgal döneminde Sümela Manastırı, Ruslar tarafından silah ve cephane deposu olarak kullanılır.
Ancak Ruslar buradan ayrılırken silah ve cephaneleri götürmezler.
Bunun üzerine, burada yaşayan Rum toplumunda, Hıristiyan Pontus devletinin yeniden kurulması hayalleri canlanır.
Çevredeki manastırlarla beraber, Sümela Manastırı da Rum milislerin karargahı olarak kullanılır, silahlı mücadele başlar.
Bu mücadele, bölgedeki Türk milis güçleri tarafından bastırılır.
CUMHURİYET DÖNEMİ:
Kurtuluş savaşı sonrasında, 1924 yılında bölgede yaşayan Rumlar, Anadolu’da birçok yerde yaşayan ve birlikte yaşadıkları halka ihanet eden Rumlar gibi, karşılıklı mübadeleye tabi tutulur ve buradan ayrılarak Yunanistan’a gönderilirler.
Ancak, manastırda görevli papazlar gitmeden önce, Kutsal Meryem İkonu ve bazı kıymetli eşyaları, manastırın 400 metre uzağındaki “Agia Barbara” isimli küçük bir şapele saklarlar.
15 Ağustos 1931 tarihinde, Yunanistan-Kalatvryta’da bulunan Megalo Spileoda Panagia kilisesinde, katılanların çoğunun Pontuslu Rum olduğu bir dini kutlama yapılır.
Tören bittikten sonra, Anadolu’da iken Ordu şehri piskoposu olan, o tarihte ise Gümülcine Piskoposu olan Folycarpos Psomiades, Yunan Başbakanı Venizelos’a, kutsal ikonu, Karadeniz’de nasıl ve nereye gömdüklerinin hikayesini anlatır.
Bir süre sonra, Türkiye Başbakanı İsmet İnönü, Eylül 1931 tarihinde Balkan Oyunlarını izlemek için, Atina şehrine gelir.
Yunan Başbakanı Venizelos, ondan “Bir Rum papazı, Karadeniz’e gönderip, gömülü ikonu çıkarmaları için izin ister”
Bu durum uygun görülür ve Venizelos ve Piskopos Chrysantos, Sümela Manastırına gitmek üzere Ambrosios isimli bir papazı görevlendirirler.
Ambrosios, Makedonya’ya gider ve ikonu gömen papaz İremias’ı bulur ve konuşur.
Daha sonra, 1921 yılında, resmi görevle yola çıkarak Trabzon’a ulaşır.
İKON YUNANİSTAN’DA:
Trabzon’da polis ve asker eşliğinde, Agia Barbara şapeline gidilir, gömülü ikon ve diğer eşyalar bulunur ve alınarak, Atina’daki Bizans Müzesine götürülüp teslim edilir.
Mübadele sonucu Yunanistan’a gönderilen Rumlar, eski hatıralarına bağlılıklarının bir belirtisi olarak, Ağustos 1951 tarihinde, Makedonya’da Verria yakınlarında Kastania’da aynı isimle (Sümela Manastırı) yeni bir manastır kurarlar ve buraya modern bir Meryem Ana resmi yani ikonu yerleştirerek, eski geleneği yaşatmayı sürdürürler.
Kutsal ikon ise, 1952 yılında Bizans Müzesinden alınarak, Manastıra getirilir.
Bunun dışında, Trabzon Prensi Emmanuel Kommenos’un kutsal haçı ve Oisios Christoforos’un el yazmaları da (644 yılına tarihlenir) bu manastıra getirilir.
Her yıl Ağustos ayında, tıpkı geçmişte, Trabzon Sümela Manastırında yaptıkları gibi yeni manastır çevresinde geniş katılımlı şenlikler düzenlerler.
Bu arada, Trabzon’da bulunan gerçek Sümela Manastırı sahipsiz ve kontrolsüz kalır.
Tesis hızla harap olmaya başlar
1930 yılında bir yangın, ahşap kısımların tamamen yanıp kül olmasını sağlar.
Bu arada, gizli define avcıları, define aramak bahanesiyle, burada büyük tahripler yaparlar ve yangında yok olmayan kagir kısımlar da yıkılır.
Burada ilk bakışta dikkati çeken husus, darmadağın bir harabe görünüşü ve duvarlardaki freskoların, ustalıklı bir şekilde, muntazam kareler halinde kesilerek yerlerinden sökülüp götürülmüş, çalınmış olmasıdır.
Son derece zor olan bu işin, başarılı bir şekilde yapılması, bunu yöre insanının değil, bu çeşit hatıralara meraklı ve gerekli bilgiye sahip, bilgili yabancı ziyaretçiler tarafından yapıldığını ifade eder.