1874 yılında; “Eski Eserler Tüzüğü” yürürlüğe girer. Buna göre: yabancılara, buldukları eserleri; ülkelerine götürmeleri için kolaylıklar sağlanır. Kazılarda çıkan eserlerin; üçte biri kazıyı yapana, üçte biri Türk devletine ve kalanı da arazi sahibine verilecektir. Yabancılar için; bundan güzel fırsat olamazdı. Çünkü: Tüzük’te; bulunan eserlerin dışarıya götürülemeyeceğine dair, herhangi bir madde bulunmuyordu. Durum böyle olunca; yabancılar,bu fırsatı kaçırmak istemediler. Asıl amaçları: çıkan eserlere sahip olmaktı. Hatta: daha rahat çalışmak ve paylarını arttırmak için, arazileri satın almaya başladılar. Burada dikkatini çekmek istediğim husus şu: ” Efes antik kentinin, bu kadar kısa bir sürede ortaya çıkarılmasının tek nedeni budur. Yani; yabancıların, bu Tüzüğe güvenerek, en kısa zamanda, kazıları yapıp, ortaya çıkan eserleri çalıp, yurt dışına kaçırmak, ama elbette işin adı hırsızlıklık olmaz, hani Tüzük var ya, hırsızlığın adı, yasallık olur.
Bunların çaldıkları yanında, bir de; Padişahların armağanları heykeller var. Efes’ deki kazılarda; bronzdan yapılmış bir atlet heykeli bulunur. Genç bir sporcu, güreşten sonra, vücudundaki tozları,madeni bir aletle temizler vaziyette tasvir edilmişti. Bu eser de; diğerleri gibi, Padişah tarafından, Avusturya İmparatoruna hediye olarak gönderilir.
Takii, 1883 yılında,yeni bir “Asar-ı Atika Nizamnemesi ” çıkarılana kadar. Bununla; kazılarda çıkarılan tüm eserlerin devletin malı olduğu belirtilir. Ancak, bir süre sonra, Padişahın hoş görüsü ve sefirlerin manevralarıyla, bu Nizamname de, adeta rafa kaldırılır. Çıkan eserlerin büyük bir bölümü, bu kez armağan olarak verilmeye başlanır. Hem de armağanların seçimleri, sefirlere bırakılarak.
Evet; uzunca bir süre; “Bizde o taşlardan çok var ” mantığı sonucu, elimizde bu kadar tarihi eser kalmış ama yine de,büyük bir bölümü yurt dışına kaçırılmış.