Başkent Ankara’da yaşayanlar veya yolu düşüp te, buralarda bir süre kalanlar: büyük ihtimalle, Kızılay ile Çankaya arasında, Ankara’nın belki de merkezi sayılabilecek veya merkezi sayılmasa da, birkaç merkezi yeri ve özellikle şehrin marka otellerini barındıran bu semtine mutlaka gitmişler, buradan geçmişlerdir. Yani: Ankaralı olup ta “Tunalı Hilmi Caddesini” bilmeyen, sanırım az sayıdadır. Caddesi olduğu kadar, hemen köşesindeki yani başlangıç noktasındaki bir parkı ile de, Ankaralılar tarafından bilinir. Evet “Kuğulu Park”, hani son yıllarda nispeten yol yapım çalışmaları nedeniyle küçülse de, hala içindeki küçük havuzda salına salına yüzerek, gelen ziyaretçilerin ilgisini çeken güzel park.
Ben, her gün araba ile geçtiğim, Tunalı Hilmi Caddesinin isminin geldiği “Tunalı Hilmi” denen kişiyi merak ettim ve bir araştırma yaptım. Kimdir, nedir, buraya ismi verilecek kadar önemli bu şahsın özelliklerini araştırdım ve buyurun, aşağıda bu konuda, kısa-öz bir yazı, sizleri aydınlatacaktır.
Hilmi Bey: 1871 yılında, günümüzde Bulgaristan sınırları içinde kalan “Eskicuma” şehrinde doğar. Şehir, Tuna nehri kıyısında olduğu için, sonraki yıllarda, Hilmi Bey’e “Tunalı” lakabı takılır ve Tunalı Hilmi olarak anılmaya başlanır. Hilmi Bey; 1877 yılı Osmanlı-Rus savaşı nedeniyle, ailesiyle birlikte İstanbul’a göçerler. Ancak, İstanbul’da babasının görevi nedeniyle fazla kalamazlar ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde dolaşırken, Hilmi Bey: askeri okula girmeye karar verir.
Önce: Fatih Askeri Rüştiyesi, ardından Kuleli Askeri Tıbbiye İdadisi ve takiben Gülhane Askeri Tıbbiyesinde eğitim görmeye başlar. Aynı dönemde, II. Abdülhamit’in Sultan olduğu çalkantılı dönem yaşanmaktadır. Bu dönemde: Hilmi Bey ve arkadaşları, “Teşvik” isimli bir el yazması gazete çıkararak, dönemin yönetimini eleştirmeye başlarlar. Yine aynı dönemde, Hilmi Bey: “İttihat-ı Osmani Cemiyeti” ne üye olur. Ancak: Osmanlı yönetimi cemiyetin faaliyetleri ve üyeleri hakkında bilgi sahibi olunca, üyeler, ülkenin çeşitli yerlerine sürgüne gönderilmeye başlanır. Bunun üzerine, Hilmi bey, bir kısım arkadaşı ile yurt dışına kaçar ve kendisi İsviçre-Cenevre şehrine yerleşir.
Cenevre şehrinde: Cemiyetin Cenevre şubesini kurar. Hatta: 1896 yılına gelindiğinde, Cemiyetin yani “İttihat ve Terakki Cemiyeti” nin genel merkezi, Cenevre şehrine taşınır. Bunun üzerine, Cenevre şehri, Jön Türklerin merkezi haline gelir. Hilmi Bey: bu dönemde, büyük bir direnişçi olarak, Osmanlı yönetiminin gündemindedir. Osmanlı yönetimi: kendisinin bu direnişini kırabilmek için, ülkede bulunan babası ve kardeşlerini çeşitli yerlere sürgüne gönderir ve babası, bu sürgün sırasında ölür. Hilmi Beyin, Osmanlı yönetimine karşı kini iyice büyür. Ancak, ekonomik sıkıntılar Hilmi bey ve arkadaşlarını olumsuz etkiler ve yayın organlarının yayınlarını kesmek karşılığında Osmanlı yönetimiyle anlaşarak, Avrupa’daki çeşitli yerlerde elçilik görevlerine atanırlar. Hilmi bey de, bu sırada Madrit Büyükelçiliğine atanır. Yine de içindeki direniş ruhu durulmaz ve Osmanlı yönetimi aleyhindeki hareketlerine devam eder. Bu davranışları yönetim tarafından öğrenildiğinde ise, elçilikteki görevinden alınır.
Zamanla, II Meşrutiyet ilan edilir ve Abdülhamit tahtan indirilir. Bunun üzerine, diğer direnişçiler gibi, Hilmi bey de İstanbul’a döner. Çeşitli yayın organlarında yazılar yazar. Ülkenin çeşitli yerlerinde “kaymakamlık” görevlerinde bulunur. 1919 yılı öncesinde, Bolu mebusu olarak, son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na girer. Ancak: 1920 yılında İstanbul işgal edilip, meclis çalışamamaya başlayınca, İstanbul’dan ayrılıp, Anadolu’ya geçer.
Bu sırada, Ankara’da kurulan, TBMM ne, Bolu milletvekili olarak katılır.
1’nci dönem milletvekili olarak görev yaptığı bu yıllarda, Meclis’te: kadın hakları, Türkçenin kullanılması, kadın hakları, işçi hakları gibi konularda, o dönemin, bağnaz ve sıkıntılı ortamında, konuşmaları ile ortamın sık sık gerilmesine neden olur.
Düzce ayaklanmasının bitmesinde etkin rol oynar. Fransızlar tarafından, Karadeniz Ereğlisi’nin işgal edilmesine karşı yapılan eylemlerde, başrolde, yine Hilmi bey görülür. Daha önce, Ereğli kaymakamlığı yaptığı için, gerek bölgeyi ve gerekse bölge halkını çok iyi bilmektedir. Ereğli maden işletmelerinde çalışan işçilere, bir kısım sosyal hak sağlanması için girişimlerde bulunur. Meclis çalışmaları sırasında, Arapça olan bir hutbeyi Türkçeye çevirir ve bu olay, ülke çapında büyük tartışmalara neden olur. Her alanda Türkçenin kullanılması için kanun teklifi verir, ancak Besim Atalay dışında hiçbir vekilden destek alamaz.
Ama bu dönemdeki en büyük çabası: kadınlar için seçme-seçilme hakkının sağlanmasıdır. Bu dönemde, Mecliste yaşanan bir olay, şu şekilde gelişir: Mecliste, 20 bin erkeğin yaşadığı yerlerin “seçim bölgesi” olarak kabul edilmesi tartışılmaktadır. Hilmi Bey, kürsüye gelir ve kadınlara seçme-seçilme hakkı tanınmasını, eğer tanınmıyorsa, bari nüfuslarının sayılmasını ister. Bunun üzerine, sıralarda oturan vekiller, sıralara elleriyle, yerlere ayaklarıyla vurmaya başlarlar ve bunun üzerine, Hilmi Bey, şunları söyler: “Efendiler, ayaklarınızı yerlere vurmayınız. Benim mukaddes analarım, mukaddes bacılarımın başına vuruyorsunuz ayaklarınızı. Benim anam, babamdan yüksektir.”
Evet, Tunalı Hilmi bey’in Meclis çatısı altındaki icraatlarının bir kısmı bunlardır ve gizli oturumlarda konuşulan bu konular, her ne kadar, kanunlaşarak gündeme gelmemiş olmasına rağmen, Büyük Önder Atatürk tarafından devrimlerinin ortaya çıkışı ve yürütülmesi için, bir zemin hazırlaması açısından önem taşımaktadır.
Cumhuriyetin ilanının ardından, 1923-1927 yılları arasında, Hilmi bey, bu kez “Zonguldak” milletvekili olarak TBMM ne seçilir.
Bu II’nci dönem milletvekilliğinde de, yine toplum içinde sosyal hakların savunulması, Türkçenin kullanılması konularında şiddetli tartışmaların odağında, Hilmi bey görülür.
Özellikle: 1923 yılında, milletvekili olarak bulunduğu dönemde, TBMM de yaşanan bir olay, ibret vericidir. Tunalı Hilmi Bey, meclis kürsüsünde, yukarıda belirttiğim konularda konuşurken, sıralarda oturan vekillerden birinin “şerefsiz” şeklindeki bir sataşmasına maruz kalır ve bunun üzerine “Eğer bu Hilmi şerefsiz ise, ona, ikiden biri düşer. Ya, rovelberi çeker ve beynine bir kurşun sıkar. Ya da, Allahaısmarladık der, Meclis’ten çıkar gider. Eğer şerefsiz denen o Hilmi bunu yapmazsa, Meclis onu kulağından tutar, fırlatır atar. Eğer atmasa, Meclis şerefsiz olur”
Tüm bu siyasi çalışmaları sırasında, Hilmi bey, 1930’lu yıllarda, günümüzde Tunalı Hilmi caddesi ve yöresinde bulunan, bağları satın alır. Zamanla, kendisine ait olan bu bağlar parça parça başkalarına satılır ve önceleri bahçeli küçük evler şeklinde oluşan yapılaşma, 1970-1980’li yıllar arasında büyük apartmanlar şeklinde gelişmeye başlar ve günümüzdeki cadde ortaya çıkar.
1928 yılına gelindiğinde; Hilmi bey hasta olur ve tedavi için gittiği İstanbul’da, tüberküloz hastalığından ölür. Vasiyeti üzerine cenazesi Ankara’ya getirilir ve Cebeci Asri Mezarlığına gömülür.
Evet: özellikle: “Türk kadını” ve “Türk işçisi” nin sosyal yaşamdaki haklarının savunulması konusunda büyük emekler sarfeden bu büyük insanın isminin: Ankara’nın önemli bir caddesine verilmiş olması; sonuna kadar haklı bir karar olarak önümüzdedir. 2006 yılında, evet, uzun bir aradan sonra, kendisinin heykeli, Çankaya Belediyesi tarafından, kendi adını taşıyan caddenin hemen köşesindeki “Kuğulu Park” içine yerleştirilir.
Ben şahsen, bu güne kadar: gerek kadınlarımız ve kadın örgütleri ve gerekse işçilerimiz ve işçi örgütleri tarafından “Tunalı Hilmi” isminin anıldığını pek duymadım. Halbuki, yukarıda kısaca söz ettiğim gibi, bu insan, bu konularda, günümüzden yıllarca önce ve o günün bağnaz şartlarında üst düzey mücadele vermiş ve hakların kazanılmasında büyük emek vermiştir.
Sanırım bu satırları okuyan sizler: benim gibi, önceleri pek dikkat gösterilmeyen bu isme yani “Tunalı Hilmi” ye ve Tunalı Hilmi Caddesine daha anlamlı bakacaksınız. Çünkü: bu kişi: tüm hayatı boyunca, Türk insanı, Türk kadını, Türk işçisi, Türk köylüsü için, bunların daha fazla özgürlük ve sosyal haklara sahip olmaları için; o güç şartlarda çaba sarfetmiştir.