Son günlerde; daha önce vizyona girmiş olan bir film tekrar gösterime sokuldu. Hatırlarsınız; Devrim, ilk yerli otomobil. Bu filme gitmiş olanlar; bu öyküyü biliyorlar, ama gitmeyenler veya gitmeyi düşünenler için; bu ilk tümüyle yerli otomobilimizi, bir kez de ben anlatmak istedim.
Ülkemizde, otomobil üretmeye yönelik ilk adım: 1929 yılında atılır. Amerikan Ford şirketiyle;25 yıllık bir imtiyaz andlaşması imzalanır. Bunun karşılığında: Amerikalılara; otomobil, kamyon, traktör ve hatta uçak parçaları için üretim izni verilir. Bu arada: İstanbul-Salıpazarı’nda; gümrük alanına, montaj fabrikası kurulur ve 450 işçiyle, üretime başlanır. Fabrika; günde 50 ye yakın; otomobil ve kamyon montajı yapar. Üretilen araçlar; Ortadoğu, Balkanlar ve Sovyetler Birliğine ihraç edilir. Ancak;1929 yılında başlayan, büyük ekonomik bunalım; bu fabrikayı da etkiler ve sonuçta; 1934 yılında, üretim tamamen durur.
İkinci deneme; tam 20 yıl sonra gündeme gelir. 1955 yılında,Türk-Wıllys Owerland fabrikası; cip üretimine başlar. Ardından; kamyon ve traktör üretimine geçilir. Ancak; otomobil üretimi gündeme gelmez.
Bu arada; büyük bunalım sonucu; ABD Başkanı Eisenhower; Türkiye ziyaretinde; 1959 yılında; Ford Şirketi ve Koç Gurubunun, Otomobil Sanayi A.Ş. kurmalarını sağlar. Şirketin bünyesine giren; Salıpazarı’ndaki fabrika; 1960 yılında üretime başlar. Kamyon ve binek otomobil üretimi yapılır. Ancak; yine beklenmeyen bir olay gelişir ve aynı yılın 27 Mayıs günü, Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koyar.
Takip eden dönemde: 22 Nisan 1961 tarihinde; memleketimize has bir binek otomobil ve motorunun imal edilmesi yönünde; Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan istek; Devlet Demiryolları tarafından; proje haline getirilerek, çalışmalara başlanır. 23 mühendis, tümüyle yerli bir otomobil üretmek için; Eskişehir Cer Atölyesinde çalışmalara başlar. Otomobilin;29 Ekim Cumhuriyet Bayramına yetiştirilmesi emri verilmiştir. Önlerinde yanlızca 129 günleri vardır. 23 mühendis; geceyi gündüze katarak, toplu iğnenin bile yurtdışından ithal edildiği ülkede; 129 günde; 3 Devrim otomobilini; yoktan varederler.
Nihayet büyük gün gelir. Biri: bej ve diğeri siyah renkli olan; 2 devrim otomobili; trenle, Eskişehir’den Ankara’ya gönderilir. Ancak; buharlı lokomotiften sıçrayacak kıvılcımlara karşı önlem olarak; arabaların benzin depoları boşaltılır. Bu iyi niyetli önlem; Devrim’in kaderini belirleyecek bir dizi şansızlığında başlangıcı olur.
Tren; Ankara’ya vardığında, benzin depolarının doldurulması düşünülmektedir. Ancak; işler planlandığı gibi yürümez. Sabırsız bürokratların işgüzarlığı nedeniyle; Devrim otomobilleri; depolarındaki son benzinle; TBMM önüne kadar getirilir.
Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel; siyah Devrim otomobiline biner. Ancak; otomobil;200 m. ilerledikten sonra durur. Benzin bitmiştir. Cumhurbaşkanı; hemen deposu benzin doldurulan; bej renkli otomobil ile; Ankara sokaklarında dolaştırılır, Anıtkabir’e gidilir ve Hipodrom’daki geçit törenine katılır.
Ancak; ertesi gün; bütün gazeteler; ağız birliği etmişcesine; yanlızca,yolda kalan siyah renkli Devrim otomobilinden söz ederler ve elbette, bu sözler, tamamen olumsuz sözlerdir. Cumhurbaşkanının: ” Batı kafasıyla otomobil yaptınız, Doğu kafasıyla benzin koymayı unuttunuz” sözü; her yerde yankılanır. “Devrim yolda kaldı”, ” Devrim yürümedi”, ” Milletin parası boşa gitti”. Halbuki; kimse, geçit törenine katılan, Anıtkabir’e kadar çıkan, bej renkli Devrim otomobilinden bahsetmez. Bilmiyorum; bu satırları okuyan sizlerde sanırım şaşırdınız. Aslında; bu propagandanın altından; propagandayı çok iyi bilen bir ülke ve onun insanlarının bulunduğu sanırım sizinde aklınıza geldi. Yani; burada, bilinçli olarak; ortaya konan bir eser kötüleniyor. Çünküüüüüüüüüüü.
Sizin ürettiğiniz otomobiller, yani yerli arabalar, eğer sokaklarımızı doldursa idi; ya Salıpazarında ki fabrika ne olucaktı?
Biliyormusunuz, bej renkli Devrim otomobili; halen, Eskişehir’de Cer Atölyesinin hangarlarında, ustaları gezdirmeye devam ediyormuş. Diğer iki siyah renkli Devrim otomobilinin akıbetini ise, bilenyok.
Birden, bir söz aklıma geldi. Belki hatırlarsınız; bir Filozof der ki ” İnsanlara balık vermeyin, balık tutmayı öğretin. Ama insanları kendinize bağımlı hale getirmek istiyorsanız, asla balık tutmayı öğretmeyin, yanlızca canınız isteyince onlara balık verin”