Geçenlerde, keçiler üzerine bir yazı yazmıştım. O yazıda, suçlu keçiydi. Şimdi: yine değişik bir yazı yazmak istiyorum. Bu kez, konu: kurbağa. Ama: kurbağa suçlu değil. Kurbağa: kurban.
Evet: bir kap içindeki suyu bir miktar ısıtıp, içine bir kurbağa attığınızda: kurbağa, ısınmış suda, bir nebze yanmanın verdiği sıkıntı ile, içine düştüğü ortamın olumsuzluğunu “aniden” hisseder ve kaçmaya gayret eder.
Ancak: aynı kap içindeki suya, bir kurbağa atıp: daha sonra; azar azar ısıtmaya başlarsanız; içindeki kurbağa, önceleri bu yavaş değişimi pek hissedemez, hatta yadırgamaz. Zamanla, bu değişime, yani ısınmaya alışmaya bile başlar. Hatta: bu ısınma onu gevşetir, vücut ve beyin fonksiyonlarını zayıflatır. Düşünmesini engeller, hareket etmesini yavaşlatır. Sonuçta: suyu ısıtmaya devam ettiğinizde, içindeki kurbağa; öleceğini anlasa, rahatsız bile olsa, biraz önce söylediğim nedenlerle ( gerek beyin fonksiyonlarının yani düşünce yeteneğinin bitmesi ve gerekse fiziksel gücünün azalması) artık kıpırdamaz ve su gerekli ısı düzeyine ulaştığında, ölür.
Sonuç mu: bir canlıyı, bulunduğu ortama alıştırmanın en önemli yolu: yavaş yavaş alıştırmaktır. Ani değişim ve gelişimlere, canlılar kolay adapte olamazlar. Önemli olan: hani derler ya, yavaş yavaş, alıştıra alıştıra, sindire sindire.
İşte, kurbağa deneyimiz de, bu söylediklerimin ne kadar gerçekçi olduğunun anlaşılması açısından önem taşıyor. Bu arada, bunun tarihle, tarihin izinde ile ne ilgisi varsa derseniz, onu da siz bulacaksınız.