Türkiye, 2’nci Dünya Savaşının ilk sıcak etkilerini: 1940 yılında hissetmeye başlar. Muhtemel bir Alman saldırısını sınırda karşılamak amacıyla, Kırklareli ve Edirne üzerinden geçen bir hat üzerinde, savunma hatları kurulur. Boğazlar ve çevresindeki İllerde de, olağanüstü durum ilan edilir ve genel karartma uygulamalarına başlanır.
Alman Orduları: 1941 yılı Şubat ayında, Balkanlar üzerine, bir çığ gibi iner. Türkiye’deki tedirginlik iyice artar. 1939 yılından beri: “Yıldırım Savaş” taktiğiyle, çeşitli cephelerde peş peşe zaferler kazanan Alman Ordularının öncü Tümenleri: Romanya’yı işgal ettikten sonra, Bulgaristan içlerine ilerlemeye başlarlar.
17 Şubat 1941 tarihinde: öncü birliklerin, Bulgaristan-Türkiye sınırına varır. Böylece: Türkiye’nin çevresindeki ateş çemberi iyice daralır. Ankara, heyecanlı bir bekleyiş içindedir. Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Franz Von Papen: bu tedirginliği ortadan kaldırmak için, ülkesinin Türkiye’ye saldırmayacağı konusunda, yetkililere güvence verir. Müttefik ülkelerin temsilcileri de, başta İngiltere Büyükelçisi olmak üzere; Türkiye’yi kendi saflarında savaşa sürüklemek için çaba harcamaktadırlar.
Türkiye; her iki blok için de, vazgeçilmez derecede, önemli bir ülkedir.
Türkiye, savaşa girecek miydi? Yoksa, ani bir saldırı ile, savaşa girmek zorunda mı bırakılacaktı? Elbette, aklımıza, Birinci Dünya Savaşına girerken yaşadığımız, metazori durum, yani “Goben ve Breslav Zırhlıları” geliyor. Öyle ya; tarih tekerrürden ibarettir, hani yine, bir oldu-bittiye getirilip, Türkiye; İkinci Dünya Savaşına sokulabilir miydi? Elbette: gerek Almanlar ve yandaşları olan İtalyanlar ve gerekse bunların dışındaki, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere diğer ülkeler; Türkiye’nin kendi yanlarında savaşa girmesini istiyorlardı.
Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü: Türkiye’yi savaşın dışında tutma politikası izler, tarafları silah-malzeme gibi isteklerle oyalama yolunu seçer. Kendi yanında savaşa girmemizi isteyen ülkeden; savaş malzemesi talep eder.
Beklenti tüm heyecanı ile sürerken, Alman Büyükelçisi Von Papen; 4 Mart 1941 günü, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye sunulmak üzere; Hitler’in mektubunu iletir ve bu durum, Türkiye’deki tedirginliği, bir nebze olsun dindirir.
Hitler, mektubunda: “Savaşı, kendisinin çıkarmadığını iddia etmekte ve Almanya’nın Türkiye’ye saldırmayacağına dair güvence verir.”
Bulgaristan’da bulunan Alman birliklerine, “Oradaki mevcudiyetlerinden dolayı, yanlış bir anlam çıkartmaması için, Türk sınırından uzak kalmalarını emrettiğini de, mektubunda vurgular.”
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, cevabi mektubunu yazar ve “Türk-Alman ilişkileri yumuşar.” Bu arada: gelişmeleri dikkatle izleyen müttefiklerden İngiltere, Türkiye için tersanelerinde yaptırılan: 4 denizaltının hazır olduğunu açıklar. Savaşın başlamasından kısa bir süre önce: Türkiye, ordusunu güçlendirmek amacıyla, İngiltere’den bazı taleplerde bulunmuş ve 1930 yılında yapılmış olan bir karşılıklı yardımlaşma sözleşmesi gereğince, 4 denizaltı, 4 muhrip, 12 çıkarma gemisi ve 4 uçak filosu sipariş etmiştir.
İngiltere: tam bu kritik dönemde, Türk Hükümetine bir mesaj göndererek:” Denizaltıların teslime hazır olduğunu “ bildirir. “Burak Reis, Murat Reis, Oruç Reis ve Uluç Reis” adları verilen denizaltılar ile 4 uçak filosunu almak üzere, gerekli mürettebatın İngiltere’ye gönderilmesi istenir. Hayret ki ne hayret. Sanki: 2.Abdülhamit zamanında, yine kendilerine sipariş ettiğimiz, dört denizaltımızın üstüne yatan onlar değildi. Sultan Osman ve Reşadiye gemilerinin, Birinci Dünya Savaşından önce parasını alıp da, gemileri inkar edenler onlar değildiler? Yazının sonunda: bu gemilerin ve uçakların Türkiye’ye verilmediğini eminim ki tahmin ediyorsunuz dur. Yine de okumaya devam edin. Çünkü: ibret alınması gereken hususların hepsi bir arada, hani derler ya, tekmili bir arada.
Fevzi Paşa, İkinci Dünya Savaşının bu sıkışık ve karmaşık döneminde, birden bire, bu kadar acele olarak bu teslimatın bildirilmesinin altında bir neden olabileceğini bildirir. Ancak: hükümet “bizi yanlarına çekmek istiyorlar “ savunmasını yaparak, heyetin yola çıkartılması kararını aldı. Bu arada İngilizler yeni bir şart ileri sürerek, bu olayın altında farklı bir neden olduğu izlenimini güçlendirdiler. Bu şarta göre: “Denizaltıları teslim alacak mürettebatın, en geç 25 Haziran 1941 günü Mısır’ın Port Said Limanında olmalarını istiyorlardı.
Dışişleri Bakanlığının, durumu Başbakanlığa bildirmesi üzerine, görev: Milli Müdafaa ve Münakalat (Ulaştırma) Bakanlığına havale edilir. Bu arada oluşturulan komisyon, Türk donanmasının en seçkin denizcilerini, sicillerine bakarak tespit eder ve İngiltere’ye gidecek olanları açıklar.
Bu büyük görev için: 19 deniz subayı, 63 deniz astsubayı, 68 deniz eri seçilir. Kafilede: ayrıca, İngiltere’ye havacılık öğrenimine giden: 1 hava subayı ve 20 Hava Harp Okulu öğrencisi ( bunlardan 16’sı: Kara Harp Okulunu üstün derece ile bitirdikleri için, İngiltere’de pilot olarak yetiştirilmesine karar verilen: Topçu, Piyade, Süvari, İstihkam ve diğer sınıflardan mezun öğrencilerdir) yer alır.
İngilizler, böylece, Almanya’ya karşı: kozlarını ortaya koyuyorlardı. Türkiye’yi kendi saflarına çekmeye çalışıyorlardı. Evet, biraz önce de söylediğim gibi: bir şartları vardı. Denizaltıları teslim alacak mürettebatın: en geç 25 Haziran 1941 günü, Mısır’ın Port Said Limanında olmalarını istiyorlardı. Mürettebat: burada kendilerini bekleyecek olan meşhur Quenn Mary Transatlantiği ile ve koruma altında İngiltere’ye gideceklerdi.
Bu durum karşısında: Deniz Askeri Nakliyat Genel Komutanlığının, İstanbul’da yaptığı araştırma sonucu, “Barzılay ve Benjamen Vapur Kumpanyası” na ait “Refah Şilebi” kiralanır.
Geminin sahiplerine, şilebin Mısır’a giderek, Milli Müdafaa Vekaletine ait, kimi malzemeleri, Türkiye’ye getireceği söylenir.
İzzet Dalkıran’ın kaptanlığını yaptığı ve 28 mürettebatı bulunan Refah Şilebi: 16 Haziran 1941 günü, İstanbul’dan Mersin’e doğru hareket eder. Gemi: alelacele sefere hazırlanmıştır. Asıl amaç: gemi kumpanyasından gizlendiği gibi, kaptana da bildirilmediğinden, Refah şilebi, eksiklikler içindedir. Bundan da öte: gemi, “yalnız ve yalnız yük taşıyabilir, insan taşımaya uygun değildir” denilmektedir.
Derken, 21 Haziran 1941 günü, Refah Şilebi: Mersin Limanına ulaşır ve demir atar. Bu arada: Ankara’ya giderek, Deniz Kuvvetlerinden, yolluk ve harcırahını alan denizcilerde, Mersin’e gelmeye başlarlar. Ancak: 40 yaşındaki bu yorgun şilebin görüntüsü, kafiledeki tüm denizcileri, hayal kırıklığına uğratır.
Bu durumda yapılacak olan, gemiyi mümkün olduğu ölçüde, yolculuğa uygun hale getirmektir. Önce iskele ve sancak taraflarıyla, ambar kapağına büyük boy, birer “TÜRK BAYRAĞI” resmi yapılır. Dikkat, bu durum, hava saldırılarına karşı önlem olmak üzere yapılıyor.
Gece projektörlerle aydınlatılacak boyuttaki bu bayrak görüntüleri, geminin milliyeti hakkında bilgi vermeye yeterlidir. Daha sonra, Mersin’deki Deniz Harp Okulu’ndan ödünç yataklar alınır, güverteye de alelacele birkaç tuvalet konulur.
Aslında: Refah şileti, 1901 yılında, İngiltere’de, Sunderland’daki; tezgahlarda yapılmıştır. Boyu: 102.20 metre, eni ise: 14.80 metredir. 1 adet üç genişlemeli buhar makinası ile, 8.5 mil hız yapabiliyordu. Ama, son yıllarda, eskilikten dolayı, hızı daha da düşmüştü. “Sunderland” adıyla denizlere açılan gemi, birkaç kez sahip değiştirdikten sonra, 1931 yılında, “Barzilay ve Benjamen Firması” tarafından satın alınmış, “Perseveranza” olan adı “Refah” olarak değiştirilmişti.
Gemide: yalnızca 24’er kişilik 2 filika vardı. Personel ile birlikte: 200 kişiyi bulan yolcular için: yer de, yatak da, yiyecek de, tuvalet de yoktu. Zaten: kafile başkanı Yarbay Zeki Işın da, gemiyi gezdikten sonra, “Sefere Elverişli Olmadığını” Ankara’ya , yetkililere bildirir.
Evet, ben yine geminin hazırlanmasından söz etmek istiyorum. Yeterli yiyecek ikmali de yapıldıktan sonra, gemi harekete hazır hale getirilir. Son anda, şilebe bir İngiliz subayı biner. “İrtibat Subayı” olduğu söylenen bu subay, Refah’ın kaptanı İzzet Dalkıran’ın belirlediği rotayı değiştirerek, yeni bir rota verir.
Aynı günlerde, uluslar arası ilişkilerde beklenmedik değişiklikler olmaktadır. 18 Haziran 1941 günü, Türk-Alman Saldırmazlık Antlaşması imzalanır. Bu antlaşma: İngilizleri çileden çıkarır. Güneyini güvence altına alan Almanya için, 22 Haziran 1941 günü, Sovyetler Birliği’ne saldırarak, “Barbarossa Harekatı” nı başlatır.
Düşünebiliyormusunuz? Türkiye kendi güvenliği için, dönemin en büyük tehlikesi olan Almanya ile saldırmazlık antlaşması imzalıyor. Halbuki: İngilizler, Almanya’nın başına daha büyük belaların açılabilmesi için, Türkiye’nin Almanlara karşı savaşa girmesini istiyorlar. Bu saldırmazlık antlaşmasına, İngilizler elbette muhteşem bozuluyorlar. Tüm bu gelişmeler olurken, personelin gideceği şilebin rotası, İngiliz bir yetkili tarafından, hareketten hemen önce gemiye gelinerek değiştiriliyor. Hem de öyle bir rota ki, bir mayın deposu haline gelen Akdeniz’in tam ortasında. Sanki: facia geliyorum demekte.
Neyse, 23 Haziran 1941 günü, saat: 17.30’da, Refah şilebi, sessiz sedasız Mersin Limanından hareket ediyor. Geminin çeşitli noktalarına: köprü üstüne, güverteye, ambar kapaklarının üstüne ve kıç bölümüne yayılmış olan kafile, Mersin’den alınmış akşam yemeğini yerken, yabancı denizaltıların av alanı haline gelmiş Akdeniz’de, tehlikeli bir yolculuğa başlar.
Hafif bir lodos esmektedir. Karanlığın içinde, yalnızca gemi motorlarının uğultusu yankılanır. Saatler: 22.30’u gösterirken, gemi, korkunç bir patlama ile sarsılır. Bordasına yediği torpille açılan gedikten içeriye, hızla sular dolmaya başlar. Refah şilebi: milliyeti belirsiz bir denizaltının attığı torpille, tam ortasından ikiye bölünür. Mevcut iki filikadan biri, içinde uyuyanlarla birlikte havaya uçar. Elektrik düzeneği bozulduğundan, elektrikler kesilir, telsizler susar. Güvertedekilerden kimi patlamayla şehit düşer. Kimileri ise, can havliyle kendilerini attıkları denizde, köpek balıklarının kurbanı olurlar.
Hayatta kalanlar, mevcut tek filikanın başına hücum ederler. Refah yolcularından, Yüzbaşı Nevzat Erül, tabancasını çekerek, filika başındakileri:”Burada kumanda bendedir” diyerek düzene sokar. Tam 24 kişiyi, filikaya bindirdikten sonra, kaptan köprüsündeki İzzet Dalkıran’ı ve kafile başkanı Yarbay Zeki Işın’ı filikaya çağırır.
Kaptan ve Zeki Işın, ikisi birlikte, filikadakileri selamlayarak: “Siz gidin, kurtulmaya çalışın. Biz gemide kalacağız” derler. Bu arada, geminin batmadığını gören bazı denizciler, yeniden gemiye çıkarak, sal yapmak amacıyla malzeme aramaya başlarlar. Kimi, birkaç saat önce tamamlanan tuvaletlerin ahşap kapılarını sökmeye çalışırken, kimileri de ambar kapısını kırmaya çalışırlar. Filikaya binenler ise, denize inmezler. Çünkü: sandalı indirmeye yarayan matafora çalışmaz. Bu yüzden, geminin batmasını beklerler, ama bu bekleyiş işlerine yarar. Gemiden aldıkları yiyecekleri sandala doldururlar.
Bundan sonrasını, faciadan kurtulanlardan Muhittin Darga nın ağzından anlatayım: “Kurtulma ümidimizi kaybetmemiştik. Filikayı kaldıramadığımız için, saat: 02.00’ye kadar, geminin yavaş yavaş batmasını bekledik. Filika, su seviyesine gelir gelmez içine atladık. İngiliz subayın, sandala atlayamamıştı. Sonradan boğulduğunu öğrendik. Torpillendiğimiz sırada: kurtuluruz ümidiyle, denize atlayanlar da boğulmuşlardı. Filika ile açıldığımızda denizde yüzenlerden rastladığımız 3-4 kişiyi de sandala aldık. Küreklerden direkt yapıp battaniyeleri de yelken olarak kullandık. Ben köprü üstündeyken, bir harita ile küçük bir pusula almıştım. Bunun bize çok yardımı dokundu. Kıbrıs’a gitmemiz, 10 mil yakınlığı yüzünden, daha elverişliydi. Ama, lodos bizi Türkiye kıyılarına doğru sürüklüyordu.”
Evet, emektar Refah şilebi, 4 saat süreyle su üstünde kaldıktan sonra, tam ortasından ikiye bölünerek batar. Donanmanın kıymetli denizaltıcılarını, hava kuvvetlerinin müstakbel pilotlarını ölüme götürür.
Yaptıkları bir sal üzerinde, kendilerini denize atan Abdullah Şay, Kamil İnan ve Kadir Karaül ise, dalgalar ve soğukla boğuşurlar. Sabaha karşı, hava iyice soğur. Abdullah Şay, çenesi donmasın diye atletini çıkarıp kemirmeye başlar. Diğerleri de onu taklit ederler. 25 Haziran sabahı, artık dayanacak halleri kalmaz. Bir ara: Kadir Karaül: “Bakın geliyorlar, bizi kurtarmaya geliyorlar” diyerek, kendini denize atar ve dalgalar arasında kaybolup gider. Saatler sonra, iki denizci kendilerini ölümün kucağına bırakmaya hazırlanırken, hızla yaklaşan bir motor, onları alıp yaşama döndürecektir.
Bu arada, bir başka motor da, bir kapı üstünde hayatta kalmaya çalışan havacı öğrenci Haydar Gürsan’ı, sulardan çekip çıkarır. Yedi denizci ise, üzerine Türk bayrağını resmettikleri ambar kapağı üstünde, kıyıya ulaşmaya çalışır. 8 metre eninde ve 12 metre boyundaki bu kapak emniyetlidir, ama yol alamazlar.
Sabah, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte, bu 7 denizciden 6’sı: “Yüzerek gidelim” diyerek, kendilerini denize atar. Geride kalan er Rahmi, dalgaların arasında kaybolup gidene kadar, onları bir süre izler.Er Rahmi, kapağın üstünde tek başına: aç, susuz ve ne yapacağını kara kara düşünürken, bir mucize gerçekleşir. İstanbul’dan İskenderun’a gitmekte olan “Doğan” adlı gemi, aldığı telsiz emri üzerine, rotasını değiştirir. Refah’ın battığı bölgeye gelir. Kurtarıldığında, er Rahmi, baygın haldedir.
Filikaya binen 28 kişi ise, tam 20 saat 9 dakika süren bir yolculuktan sonra, 24 Haziran Pazartesi, saat: 19.10’da, Karataş Feneri yakınlarında karaya ayak basarlar. Onları ilk gören, fenerci olur. Önce yabancı zannederek ihtiyatlı davranan fenerci, daha sonra, olayı öğrenince onları fenere götürür ve durumu ilgililere bildirir.
Türkiye, acı gerçeği böyle öğrenecektir. Olay öğrenilince, askeri uçaklar havadan, motorlar denizden kazazede aramaya başlar. Gün boyu süren aramalarda, yalnızca öykülerini aktardığım dört kişi bulunabilir.
15 deniz subayı, 16 Hava Harp Okulu öğrencisi, 48 denizaltı astsubayı, 63 deniz eri ile 25’i gemi mürettebatından olmak üzere, toplam 167 kişi şehit düşmüştür.
Gemide, sürekli olarak üzerindeki can yeleğiyle dolaşan İngiliz Subayı da, boğulmuş ve ölü sayısı 168’i bulmuştur.
GEMİ’NİN BATIRILMASINDAN SONRA YAŞANANLAR:
Tam 11 kez tarafsızlığını ilan etmiş olan Türkiye’nin, bir gemisine karşı girişilen bu saldırıyı, kimse sahiplenmez. Olaydan bir gün sonra, İngiliz Büyükelçisi Sir Knutchebull Huggessen, yaptığı açıklamada, “Olayı Akdeniz’de bulunan Alman yada İtalyan denizaltıları meydana getirmiştir.” derken, Alman resmi DNB Ajansı da, “İngilizlerin garip açıklaması vicdan rahatsızlıklarını kanıtlıyor. İtalya’nın ve bizim olayla ilgimiz yok.” diyerek, İngilizlerin iddiasını yalanlar.
Daha sonra, bir Fransız savaş gemisinin, Refah’ı Mısır gemisi zannederek batırdığı öne sürülür. Oysa kurtulanlar, bir savaş gemisi görmemişlerdir. Bundan sonra, suçlamalar İngiltere’ye yönelir. Acaba, İngiltere, denizaltıları vermemek , daha da önemlisi, Türkiye’yi müttefikler safına savaşa sokmak için mi: Refah’ı torpillemişlerdi? Gemiyi kim vurdu? Niçin, gemiye bir refakatçi savaş gemisi görevlendirilmedi?
Son zamanlarda, bir kısım İtalyan ve Alman belgeleri ise, Refah’ın İtalyan bandıralı ve “Ondina” adlı denizaltı tarafından batırıldığı iddialarını güçlendirmiştir. İtalyan Deniz Kuvvetleri tarafından yayınlanan ve II. Dünya Savaşı’na ait bir raporda, Ondina’nın batırdığı geminin yerinin koordinatları verilmektedir. Bu koordinatlar, Refah’ın battığı bölgeye uymaktadır.
TBMM’DE SORUŞTURMA AÇILMASI:
Refah faciası ile ilgili adli soruşturma açılır. Dönemin Ulaştırma Bakanı Cevdet Kerim İncedayı ile Milli Savunma Bakanı Saffet Arıkan, görevlerinden istifa ederler. TBMM tarafından bu konuda açılan soruşturma: 18 Aralık 1941 tarihinde sonuçlanır ve istifa etmiş olan bakanlar, suçsuz görülürler. Daha sonra, ikinci derecede sorumlu kişiler için açılan dava da beraatle sonuçlanır. O günkü gazeteler ve resmi kaynaklar: olayla ilgili olarak pek fazla bilgi vermez. Faciayı yaşamış olan emekli Hava Kurmay Albay Haydar Gürsan: 60 yıl sonra, suskunluğunu bozar. Gürsan: Refah Vapurunu, Ermeni soykırım yasasını meclisinden geçiren Fransızların batırdığını söyler. 60 yıl aradan sonra, olayın en önemli görgü tanığı olan Albay Gürsan’ın verdiği bilgiler; Refah gemisi olayını, tüm çıplaklığı ile ortaya koyar. Gürsan; Akdeniz’de gezen Fransız gemileri tarafından batırılan Refah gemisinin, iki defa torpillendiğini belirtir. Gürsan, sabah olduğunda ise, Fransız uçaklarının havada keşif yaptıklarını, olayı net bir şekilde gördükleri halde, Türkiye’ye bildirmediklerini de vurguluyor. Albay Gürsan: Beyrut’da bir Fransız subayının, Refah gemisini batırdıklarını söylediğini ve bu bilgilerin o günkü askeri istihbarat ekiplerince tespit edildiğine de dikkat çekiyor. Gürsan, vapuru Fransızların batırdığını, ismini açıklamak istemediği bir askeri savcı tarafından da teyit edildiğinin altını çiziyor. Gürsan, olayın neden gizlendiğini anlayamadığını ve facia ile ilgili tüm detaylı bilgilerin, Genelkurmay kayıtlarında olması gerektiğini söylüyor. Gürsan: aradan yıllar geçmesine rağmen, kaybettiği arkadaşlarını hala unutamadığını ve bu olay ile ilgili tüm gerçekleri açıklamanın, vicdani bir borç olduğunu gözleri dolarak dile getiriyor.
Albay Gürsan: Refah gemisinin kesinlikle Fransızlar tarafından batırıldığını belirterek şunları söylüyor.” Saldırıdan önce, Mersin Limanında, 11 Fransız gemisi bulunuyordu. Bunlar, çeşitli sömürge yerlerini korumakla görevli idiler. Önce, bir kez ateş edildi, büyük bir gürültü koptu, ben torpillendiğimizi anladım, sonra ikinci kez ateş edildi, bu da vapuru batırmaya yetti. Ateş ettiklerinde, saat gece 11’i gösteriyordu. Zaten ondan sonra zaman kavramını unuttuk. Sabah olduğunda ise, Fransız uçakları oldukça yakın mesafeden üstümüzde tur attılar. Biz havacılar, bu tür olaylara keşif adını veriyoruz. Yani hedefle ilgili durumu rapor etmek için bu uçuş yapılır. Uçakla gerekli keşif yapıldıktan sonra, olay yerini terk ettiler. Eğer Helen Türk yetkililerine haber verselerdi, ölenlerin çoğu kurtulabilirdi.
VAPURLA İLGİLİ HERŞEY GİZLENMİŞ:
Refah vapuru ile ilgili olarak belirtilen bilgilerin çoğunun yanlış olduğu ortaya çıktı. Vapurda 185 yolcu bulunduğu belirtilirken, asıl sayının 202 olduğu, canlı şahidi tarafından belirtiliyor. Bu faciada kurtulanların sayısı 50 olarak belirlendiğine göre, hayatını kaybedenlerin sayısının ise, 135 değil, 152 olduğu tespit ediliyor.
Askeri öğrencilerin yanı sıra üst rütbeli subayların da, vapurda bulunduğu, hatta vapurda bir de İngiliz subayının olduğu, bu subayın da faciadan sonra hayatını kaybettiği ortaya çıktı. Vapurla ilgili en ilginç bilgi ise, vapurun bir yolcu vapuru değil, küçük bir yük gemisi olması.
Albay Gürsan: “Bizden önce kömür taşınmıştı, vapurun her tarafında kömür tozu vardı. Oturmak için yer bile yoktu. Mecburen bindik. Vapurda söylendiği gibi 185 kişi değil, 202 kişiydik. 16 da üst rütbeli subay ve bir İngiliz subay vardı. Bunlar, gizli tutulmak istenmiş herhalde. Daha sonra ben İngiliz subayın eşiyle, İngiltere de görüştüm, olayı kendisine aynen anlattım” şeklinde konuşuyor.
MUCİZE GİBİ KURTULUŞ:
Refah vapuru faciasında arkadaşlarını kaybeden, Albay Gürsan’ın faciadan kurtulması, adeta bir mucize gibi. Gürsan, vapura binmeden önce, Mersin’de yaşlı bir adamdan, vapurda üzerinde oturmak için bir katlanabilir sandalye almak ister. Yaşlı adam, önce vermek istemez, ancak asker olduğunu öğrenince üzerinde oturduğu sandalyeyi, Gürsan’a satar ve ardından ellerini açarak, dua etmeye başlar.
Gürsan, duruma bir anlam veremeden limana doğru yürürken, yolda ayağı bir şeye takılıp tökezler. Sonra ayağının takıldığı şeyin, küçük bir çakı olduğunu görünce, alıp cebine koyar. Vapur hareket ettikten 4-5 saat sonra, önce bir sarsıntı geçirir, sarsıntı üzerine Gürsan, yolda bulup cebine koyduğu çakıyı çıkarıp can simidinin iplerini kesmeye başlar. İkinci sarsıntıya kadar, Gürsan, can simidini, iplerden kurtarıp ona sarılır ve kendisini bir anda denizin serin sularının içinde bulur.
Vapur ise, ikiye ayrılarak batar.
Aradan bir gün geçtikten sonra, hasarlı olan can simidi parçalanır. Gürsan, yakın arkadaşı İbrahim Saygıner’in şişmiş cesedine tutunmuş ve suyun üzerinde bulduğu bir patlıcanı yiyerek 45 saat boyunca hayat mücadelesi verir. Kurtuluşunu, Mersin’li yaşlı adama, kör çakıya, arkadaşı İbrahim’e ve patlıcana borçlu olduğunu söylüyor. Gürsan, facianın hemen ardından vapurdaki iki kayığa binip gidenlerin kurtulduğunu ve sayılarının 50 olduğunu, kaldığı Mersin’deki hastanede öğrenir.
xxxxxxxxxxxxxxxxx
SONUÇ:
Denizaltılarımız: İngiltere tarafından asla bize verilmedi. Savaşta, İngilizler tarafından kullanıldı. Parası ödenen denizaltılarımızı, kendi savunmalarında kullandılar. Öyle ise, denizaltıları vermek istemeyen İngiltere mi, Refah’ı torpilletti? Tabii aklınıza hemen gemide bulunan ve ölen, İngiliz geliyor. Ama şunu unutmamak gerekir ki, İngiltere, büyük devlet politikaları için; asla fedakarlıktan, kendi insanlarını da gerektiğinde feda etmekten kaçınmaz/kaçınmaz mı? Bilmiyorum, buna, bu yazıyı okuyup bitirdiğinizde, siz okurlar karar vereceksiniz. Cevabı olmayan soruların cevaplarını, siz okurlar vereceksiniz.
Refah faciasından iki yıl sonra: İskenderun’daki İtalyan Başkonsolosluğunda, diplomat olarak görev yapan Luigi Ferraro isimli bir sualtı komandosu: İskenderun ve Mersin limanlarından denize açılan, krom yüklü dört geminin batırıldığı belirtiliyor. Ama nasıl? Bu gemilerin altlarına, önceden konulan sualtı mıknatıslı mayınların patlatılmasıyla batırıldığını belirtmiştir. Belki: Refah gemisi de, bu şekilde batırılmış olabilir mi?
Her ne kadar: bu gemimizi batırarak bunca cana sebep olan ülke ve denizaltısı ve bu denizaltının personelini suçlamanın yanında; Türkiye olarak, bir çok ihmal yaratılmış olması da, kendi içimizde hesaplaşmanın gerekliliğini ortaya koyar. Bu hesaplaşma: TBMM bünyesinde kurulan araştırma komisyonlarında yaşanmış ve bunca ihmalin sorumluları, önce istifa etmişler, ancak daha sonra, hepsi aklanmıştır.
Günümüzde: Mersin’deki anıt; gerek kendi içimizdeki resmi görevlilerin ihmallerinin sonucunu ortaya koyması ve gerekse dost bildiğimiz ülkelerin insanlarının yarattıkları faciaların sonuçlarına; basit şekilde katlanmalarının ifadesi olarak, orada öylece yükselerek duruyor.
Çok sonraları: Fransız’ların, gemiyi yanlışlıkla batırdıkları ortaya çıkar ve gizli pazarlıklar sonucu, 2 savaş gemisi, tazminat olarak Türkiye’ye verilir. Böylece: ölen, 167 Türk gencinin hesabı kapatılmış olur.
xxxxxxxxxxx
REFAH ŞEHİTLERİ ANITI:
Bu anıt, ordumuzun en seçme kahraman şehitlerinin anısına faciadan, 31 yıl sonra, 23 Haziran 1972 yılında, Atatürk Parkına konulmuştur.
Japonya’nın Kushimoto kentinde Türk Şehitleri için dikilmiş bir anıt vardır. Bu anıtın kardeşi de, Mersindeki “Refah Şehitleri” anıtıdır. Çünkü: bu anıt aynı zamanda: Japonya’da görevden dönerken Japonya kıyılarında fırtına nedeniyle batan: Ertuğrul Fırkateynin de şehit düşen denizcilerimizi de anımsatmaktadır.
Amcam Mehmet’in de sehitlerin arasinda oldugu Refah vaporu (buhar isletmeli), Italyanlarin Ondina adli denizaltisi tarafindan Tegmen Corrado Dal Pozzo adli kaptani tarafindan torpillenerek batirilmistir (36.08N-34.44E). Bu bilgi Italyan deniz komutanligi trafindan verilmistir. Bunu gormek mumkun:
http://www.regiamarina.net/subs/actions/sub_ops_sub_us.asp?vessel=Ondina
Ve hatta bir sene sonra, Ondina denizaltisi, Ingiliz Protea, Southern Maid (Guney Afrikali) adli savas gemileri ve Walrus ucaklari ile Kibris onunde (34-35 N, 34-56 E) 11 Temmuz 1942 gunu batirilmistir. Yanliz o anda denizlatinin kumandasi Tegmen Gabriele Adolfi altindadir. Denize dokulen Italyan tayfa savas gemilerine alinarak kurtarilmistir. Lutfen bu linki takip edin:
http://www.regiamarina.net/subs/lost/sub_lost_all_us.asp
Bu olay, ikinci dunya savasina tarafsiz kalmamiza ragmen, 180 uzerinde sehit vermemiz yonunden onemlidir.
Mersinde’ki Refah vaporu sehitler abidesi ailelerinde fedakarliklarla yaptirdiklari bir abidedir.
TC Hukumeti Italyanlardan bir odenek istememis ve gozde cocuklarini kaybededen ailelerimize hic bir yardim yapilmamistir.
Benim rahmetli babacığım, güverte er NAHİT KÜÇÜK de o gemide idi. Bu siteye ancak şimdi ulaşabildim. 72 yaşındayım; üzerinden 68 yıl gibi bir zaman geçmiş olmasına rağmen, sanki bu olay dünmüş gibi geliyor bana. Anneciğim bizi (üç yetimi) büyük acılar ve yokluk içinde büyüttü. Bendenize yüksek tahsil bile yaptırabildi. Anneciğim ile ablam ve abeyim rahmetlik oldular. Şimdi de ben bu satırları yazabildiğim için, yüce yaratanıma sonsuz şükürler olsun diyorum. Kader öyle veya böyle, herkes için farklı tecelli ediyor. Şimdiki bu iletişim olanaklarına keşke daha önceleri kavuşmuş olabilseydik! Allahımdan babacığıma ve tüm şehitlere rahmetler diliyorum!
Merhaba Benim dedem Gemi kd.Astsubayıydı refah vapurunda gemideki herkezi kurtarmak isterken dengesini kaybedip denize düşüyor ve köpek balıklarının kurbanı oluyor
Amcam Mehmet’in de sehitlerin arasinda oldugu Refah vaporu (buhar isletmeli), Italyanlarin Ondina adli denizaltisi tarafindan Tegmen Corrado Dal Pozzo adli kaptani tarafindan torpillenerek batirilmistir (36.08N-34.44E). Bu bilgi Italyan deniz komutanligi trafindan verilmistir. Bunu gormek mumkun:
http://www.regiamarina.net/subs/actions/sub_ops_sub_us.asp?vessel=Ondina
Ve hatta bir sene sonra, Ondina denizaltisi, Ingiliz Protea, Southern Maid (Guney Afrikali) adli savas gemileri ve Walrus ucaklari ile Kibris onunde (34-35 N, 34-56 E) 11 Temmuz 1942 gunu batirilmistir. Yanliz o anda denizlatinin kumandasi Tegmen Gabriele Adolfi altindadir. Denize dokulen Italyan tayfa savas gemilerine alinarak kurtarilmistir. Lutfen bu linki takip edin:
http://www.regiamarina.net/subs/lost/sub_lost_all_us.asp
Bu olay, ikinci dunya savasina tarafsiz kalmamiza ragmen, 180 uzerinde sehit vermemiz yonunden onemlidir.
Mersinde’ki Refah vaporu sehitler abidesi ailelerinde fedakarliklarla yaptirdiklari bir abidedir.
TC Hukumeti Italyanlardan bir odenek istememis ve gozde cocuklarini kaybededen ailelerimize hic bir yardim yapilmamistir.
Selamlar.
Rahmetli babam Refah vapurundan kurtulanlar arasındaydı.Nurettin ÖZYÜREK pilot eğitimi için seçilmiş.Askeri sicili:941/2.Tüm şehitlerimiz nur içinde yatsınlar.
Merhabalar,
Sayın Arslan Özyürek Beyin rahmetli babası Nurettin Özyürek hakkında bir şeyler öğrenmek istiyorum. Bu yüzden Arslan Bey ile yazışmamı mümkün kılar ya da onun mail adresini bana iletir iseniz çok memnun olurum.
Selamlar
İhmaller öfkelendiriyor, insanımız bu kadar mı değersiz, o gemiyle o güzelim insanları düşüncesizce gönderen tüm sorumluların soyu kurusun. Ama maalesef türkiye halen aynı canlar kıymetsiz olan ailelere oluyor tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum
Sayın Haldun Cezayirlioğlu istediğiniz bilgi bende mevcur Aslan Özyürek akrabamızdır iletişime buradan geçebilirsiniz. arslanozyurek@msn.com saygılar..
Refah şilebinde babam Şakir akengin er olarak görevlendirilmiş ve bu hazin olaydan sağ olarak kurtulanlardandır.Ben babamdan bu hazin olayı defalarca dinledim. Kendisi ile beraber abide dikmek üzere Mersin’e yolcu etmek için Kasımpaşa orduevine en yolculamak üzere refakat ettim.Bu hazin olay kendi hafızamda çok büyük izler bıraktığından bir akşam evde sohbet esnasında bu vakıayı anlatmaya başladım. Oğlum Mehmet’in refah şilebi olarak internetten bakalım demesi üzerine sitenizi okuduk.Ve tüm çıplaklığı ile olayın oluş şekli hakkında daha fazla bilgi sahibi olduk Ve bunları çocuklarıma da dedelerinin kahraman bir deniz subayı olduğunu gurur duyulacak bir geçmişe sahip olduğumuzu anlatma fırsatım oldu.Ancak bu Ve benzeri tüm hainliklerden çok çekmiş bir milletin mensubu olarak yetkili ve etkili tüm yöneticilerin çok basiretli,ferasetli,uyanık,akıllı (vb) olması lazım geldiğini akıldan çıkarmamak lazım gelir.Bu vesile ile tüm şehitlerimize allahtan rahmet diliyor,bu sayfayı bize açanların verdikleri imkandan ötürü kendilerine teşekkürü bir borç biliyorum.
Refah Vapuru Faciası, Rusların askerlerimizi Suriyede şehit etmesi… Sonra da yanlışlıkla oldu açıklamaları… Amerikanın askerimizin başına çuval geçirmesi, Hollandanın sivil vatandaşımın üzerine at, it sürmesi ve daha niceleri. Artık bunların hesabının sorulması lazım. Geçiştirilmemeli. Somut adımlar atılmasını istiyoruz. Unutmadık, unutturmayacağız…
refah faziasında o denizaltıda Şeref Tanrısevsin de vardı…. ve kurtulanlardan biri… tarihe not düşeyim….
Kimin tarafindan yazildigini bulamadim. Atatürk devrini yasamis kimse oldugum gibi Refah faciasinida zamaninida iyi hatirladim. Vapurun kaptani Hüseyin Sermet bey bizim Istinye’den komsumuz, bugün hayatta olan ve kendisiyle telefonlastigim ilkmektepten sinif arkadasim oglu Ali Sermet’tir. Ingiltere’nin bizi harbe sürüklemek veya ismarlanan harp gemilerini vermemek icin mi kasden Refah vapurunu torpilledigi veya torpillettirdigini iddia edemem. Fakat harbin baslangicinda ingiliz hükümeti «Fransa 2.5 haftada düserse, Türkiye en fazla 3.5 hafta dayanabilir» düsüncesiyle bizim WW II da harpten uzak kalmamizi sagladilar.
Fakaaaaaaaaat, ancak 1944 ten itibaren türlü tehditlerle bizi harbe sokmak icin her türlü tedbire, baskiya basvurdular. Gaye Ege’den Türkiye hudutlarindan cephe acarak, Bati Trakya’da, Rusya’nin Bulgaristan üzerinden Yunanistan’a girmesini önlemekti. Unutmayalim, Rusya Akdeniz’e inmek icin tarihte Osmanli devleti ile 28 defa irili-ufakli harp etmistir. Amerika Normandiya cikartmasina hazirlanmakta idi ve o esnada Sicilya cikartmasi yapildigindan Eisenhower ve Roosevelt, daha sonra Truman, Ingiltere’yi desteklemediler. Ingiltere’nin ise yanliz basina Ege’de savasmaya gücü yoktu. Zaten Ingiltere’nin kara gücü Canakkale maglubiyetinden beri hala kirik kalmis ve Ingiltere’nin kara kuvveti, sifir olmamis isede, bugüne kadar sifira yakin kalmistir. ABD 10 kanunevvel 1941 den sonra, WW II sonuna kadar, Ingiltere’yi ayakta tutmustur.
Hitler’in Türkiye’ye dokunmamasinin sebebi ise, WW I da oldugu gibi, Türkiye’yi kendi tarafina oldugu gibi cekmekti. Bunun icin, Mosul ve Kafkas petrollarina erismek gayesiyle, Türkiye’nin etrafini cevirmek ve TSK ile oldugu gibi, bir askeri ihtilalle, kendi tgarafina cekmekti. Bu izah bende cok güvenilir resmi kaynaklarla mevcut. Biz, Hariciye vekili Numan Menemencioglu, Milli Müdafaa vekili Mer. Feyzi Cakmak ve bilhassa zamanin cumhurreisi Ismet Inönü’nün siyasetiyle, WW II dan uzak kaldik. Aksi halde Yunanistan’in 1945-49 dahili harbini üslenecek, hic yoktan 5 sene yunan topraklarinda komunist yunanlilarla harp icinde olacaktik ve Ingiltere’nin bize büyük yardimi asla olamayacakti. Sunu unutmamak lazim, bilhassa Churchill’de ve Ingiltere tarihinde Canakkale harbinin maglubiyeti kuyruk acisi olarak hala hatiralarinda devam etmektedir. Cünkü Canakkale maglubiyeti Ingiltere tarihinde, tek büyük maglubiyet olarak, kuyruk acisini olarak kaldi.