İç Anadolu bölgesinde, uçsuz-bucaksız kırların ortasında bulunan şehre “Kır şehri” anlamında, “Kırşehir” ismi verilmiştir. Günümüzde bile: bölgenin birçok yerinde, “Kır şehri” şehrin ismi olarak kullanılmaktadır. Hatta: yine bir söylentiye göre: “Anadoluyu talan eden Timur, bu bölgede kendisine karşı koyan halkı gördüğünde “kırın şehri” diye emir vermiş ve bu deyim daha sonraları, şehrin isminin “kır şehri” olarak kullanılmasına neden olmuştur.
Evet: Timur, yakın geçmişimizden yüzyıllar önce yaşamış olmasına rağmen, Anadolunun hemen ortasındaki bu güzel şehrimizin “kırılması” eksik olmamıştır.
1924 yılında, Cumhuriyetin ilanından hemen sonra il olarak ilan edilen, Kırşehir; 20 Temmuz 1954 tarihinde yine kırılır, hatta “kır” lığı kalır, “şehir” liği yok edilir. Ama: bu kez, sebep aynı olmasına rağmen yani şehirde yaşayan halkın, güç dengelerine karşı koyması iken, sonuç da değişmez ve şehrin şehirliği elinden alınır, “kır” lığı bıkarılır.
Kendisine bağlı bulunan: Avanos, Çiçekdağı, Hacıbektaş, Mucur, Kaman gibi: bir gecede, Kırşehir de, bir ilçe haline gelir.
Nasıl olduğunun önemi yok. Ama; elbette niye olduğu önemli. Niye, 30 yıl boyunca, şehir olarak öne çıkan Kırşehir, bir gecede, ilçe olur. Çünkü: Kırşehir insanı; aynı dönemde, siyasetin en büyük kutuplarından, artı kutbu yani hükümet başını değil, eksi kutbu yani muhalefeti seçmiştir. Hani; yüzyıllar önce, Anadolu’daki en büyük güç olan Timur’a muhalefet yaptıkları gibi.
2 Mayıs 1954 tarihinde yapılacak seçimlerden hemen önce: Kırşehir’deki parti teşkilatları, büyük bir seçim faaliyetine girişirler. 5 Nisan 1954 tarihinde, Kırşehir’in pazarı olması nedeniyle, üç parti, arka arkaya şehirde mitingler yaparlar. İlk olarak CHP liler konuşur ve DP yi eleştirirler. Daha sonra: DP liler ve en son olarak CMP liler konuşurlar. Hatta: DP lideri ve Başbakan Menderes: kış ortasında, Ankara’dan kalkıp Kırşehir’e gelir ve şehirlilerin, son seçimlerde kendi partilerine karşı yaptıkları muhalefeti bitirmelerini ister.
Ancak: 2 Mayıs günü yapılan seçim sonucunda: Kırşehir’den seçime katılan 4 parti içinde, sadece CMP, tüm milletvekilliklerini (5 milletvekili) kazanır. Yani: Kırşehirliler, her türlü etkiye rağmen, oylarını CMP ye vermişlerdir.
Sonuç mu: 30 yıllık şehir, bir gecede, ilçe yapılır. Çiçekdağı, Kaman, Hacıbektaş, Mucur ve Avanos ilçeleri alınır ve çevredeki illere, ilçe olarak bağlanır. Kendisi ise: yine aynı anda ilçe iken il yapılan, Nevşehir ilinin bir ilçesi olur.
CUMHURİYET TARİHİMİZDE, DİĞER İLÇE YAPILAN İLLER:
1925 yılında: Şeyh Sait isyanlarından sonra, Bingöl ilinin merkezi olan “Genç” ilçesi, ilçe yapılmış ve günümüzdeki Bingöl iline bağlanmıştır.
1927 yılında: Ağrı isyanları sonucunda, “Doğubayazıt” ili, ilçe yapılmış ve kazası olan “Karaköse” yani “Ağrı” iline bağlanmıştır.
1937 yılında: Dersim hakkındaki kanun ile “Hozat” il merkezi ilçe yapılmış ve günümüzdeki “Tunceli” iline bağlanmıştır.
2011 yılı, UNESCO tarafından, dünyada “Evliya Çelebi” yılı ilan edilmesine rağmen; sanırım ülkemizde yaşayan birçok insan bunun farkında ve bilincinde değil. Yalnızca: birkaç şehirde, küçük etkinlikler düzenlenerek, bu konu geçiştiriliyor. Bunun yanında: Avrupa Konseyi: 21’nci yüzyılda, insanlığa yön veren en önemli 20 kişiden biri olarak “Evliya Çelebi”yi de ilan etmiştir. (Bu 20 kişi içinde bulunanlardan bazıları: Konfüçyus, Macellan, Marco Polo, İbn-i Rüşd, Gandi, Büyük İskender, Leonardo da Vinci, Martin Luter King)
Peki: UNESCO tarafından bu derece bilinen, tanınan ve kendisi için; doğumunun 100’ncü yılına denk gelen 2011 yılında, bir yıllık bir kutlama etkinlikleri düzenlenen “Evliya Çelebi” kimdir, neden uluslararası düzeyde tanınmakta ve bilinmektedir?
Evet: Evliya Çelebi: 1611 yılında İstanbul’da Unkapanı’nda doğmuş ve 1682 yılında yani 71 yaşında, Mısır’da ölmüştür. Tam ismi: Evliya Çelebi Derviş Mehmet Zilli. Aslında: ismindeki “Evliya” kelimesi: dönemin büyük imamlarından “Evliya Mehmet Efendi”ye atfen, babası tarafından kendisine verilmiştir. Ailesi, aslen Kütahyalıdır.
Doğum yeri olarak İstanbul-Unkapanı bildirilmesine rağmen, bazı kaynaklarda, doğum yeri olarak Kütahya-Zeryen Mahallesi (günümüzde Saray Mahallesi olarak geçer) geçer.
Eğitimindeki en büyük özellik: çok iyi bir eğitim görmesidir. Hatta: okul öğrenimi dışında, özel hocalardan da, özellikle yabancı dil dersleri almıştır. Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve Rumca bilir ve konuşurdu.
Aynı zamanda sesi de güzel olan, Evliya Çelebi: 1630 yılında, Ayasofya camisinde mukabele okurken, Sultan IV. Murat’ın dikkatini çeker ve Sultan, sesine hayran kaldığı bu genci, gencin teyzesinin kocası, Silahtar Melek Ahmet Paşa kanalı ile, muhasip olarak saraya alınmasını ister. Bu günden sonra, kendisi, 4 yıl süresince, sarayda, muhasip olarak görev yapar.
Bu arada: bir gece rüyasında, Ahi Çelebi camisinde, Hz. Muhammed’i görür. Kendisinden “Şefaat ya Resullullah” diye şefaat isteyecekken, şaşırır ve “Seyahat ya Resullullah” der.
Evliya Çelebi: bu rüyasını, dönemin meşhur rüya yorumcularından, Mevlevihane Şeyhi Abdullah Dede’ye anlatır. Dede: kendisine “İstanbul’u gezmesini, araştırmasını” söyler. Böylece: Seyahatname’nin başlık bölümünde anlattığı bu rüyadan sonra, gezi merakı başlar. Ancak, simgesel motifler barındıran bu rüyanın: babasına, seyahat fikirlerini kabul ettirmeye yönelik olduğu da söylenmektedir.
1635 yılında, daha henüz 24 yaşında iken, İstanbul gezilerine başlar. Bu geziler sonunda: İstanbul tarihi olarak da sayılabilecek Seyahatnamenin birinci cildini ortaya çıkarır. Bu dönemde: İstanbul’da büyük bir yangın çıkar ve şehrin, yaklaşık % 20’lik bölümü yanar. Bunun üzerine, Sultan IV.Murat: yangınlara sebep olduğunu düşündüğü içki ve tütün içilmesini yasaklar. Hatta: kahvehaneler kapatılır.
Bu sırada: babası, Evliya Çelebinin bu gezme düşüncelerini dizginlemeye çalışır. 1640 yılına gelindiğinde ise, Evliya Çelebi, gizlice, dostu Okçuzade Ahmet Çelebiyle birlikte, Bursa yollarına düşer. Bir aylık bu seyahat neticesinde, İstanbul’a döndüğünde, babası, bundan sonra kendisini tutamayacağını anlar ve seyahate çıkmasına izin verir.
Evliya Çelebi: 1647 yılına gelindiğinde; Defterzade Mehmet Paşa ile birlikte, Erzurum’a gider. Buradan: Tiflis ve Bakü şehirlerine geçer. Bu sırada: Osmanlı devleti, Vardar Ali Paşa isyanına karşı, Anadolu’daki paşalarla anlaşmaya çabalarken, Evliya Çelebi; mektup getirip-götürmekle görevlendirilir.
1650 yılına gelindiğinde, Sadrazam Melek Ahmet Paşa olur. Evliya Çelebi, bu dönemde, gezilerini ordu ile birlikte yürütmeye başlar. Melek Ahmet Paşa: Özi Beylerbeyi olunca, kendisi de, Rumeli seyahatine çıkar. Ruscuk ve Silistre bölgelerine gider. Özi Eyaletinin kasaba ve köylerini gezer ve gördüklerini yazar. Sofya şehrine geçer.
Vasvar anlaşmasını takiben, elçi olarak tayin edilen Kara Mehmet Paşa ile birlikte, Viyana şehrine gider. Hatta: Viyana şehrinde, bir beyin ameliyatına katıldığını da, eserlerinde yazar.
Daha sonra ise: Batı Trakya, Makedonya, Teselya ve oradan Girit adasına geçer. Bir ara: Adriyatik denizi sahillerini dolaşır.
Daha sonra: yaklaşık 40 yıllık bir süreç boyunca devam eden gezileri, Osmanlının egemenliğindeki tüm bölgelerde sürer. Yıllarca at üzerinde yolculuk yapması sonucu: çevik ve sıhhatli bir yapıya sahip olur. Güzel silah kullanır, cirit oynar ve ata biner. Gittiği yerlerde, 2-3 günden fazla kalmazdı. Seyahat ettiği coğrafyanın bugündü yüzölçümü, yaklaşık 25 milyon km. karedir ve bu topraklar üzerinde, bugün, 30 devlet hükümranlık sürdürmektedir.
Bu arada: zengin ve köklü bir aileye mensup olduğu için, gittiği ve gezdiği yerlerdeki vazifelerinden para kazanması ve aldığı hediyeler ve yaptığı ticaretten elde ettiği gelirler: kendisinin rahat ve zengin bir hayat sürmesine neden olmuştur.
Evliya Çelebi: gezi anılarını; 10 ciltlik “Seyahatname” isimli kitapta toplamıştır. Bu eserin ilk yazılışının: 17’nci yüzyılda, Osmanlı imparatorluğu topraklarının en geniş sınırlara ulaştığı, 1683 yılındaki Viyana bozgunu öncesinde olduğu sanılıyor.
Bu eserin en büyük özelliği: yalın ve duru bir dille yani halkın anlayabileceği şekilde yazılmış olmasıdır. Ancak: yazılarında, biraz abartı da söz konusudur. Yazılarında, kurgular yaparak, zaman mefhumundan uzaklaşmıştır. Ama, istediğinde de Batılı gezginler kadar gerçekçi olabilmiş ve akıl yürütebilmiştir. Bunun sonucunda, Evliya Çelebinin, eserlerindeki abartılı üslubu, bilinçli olarak yaptığı düşünülmektedir.
Zengin bir hayal gücüne sahiptir. Yani: eserlerinde anlattığı olayların hepsine şahit olup olmadığı tartışılmaktadır. Bir kısım olayların, genellikle hayal mahsulü olduğu sanılmaktadır. Gittiğini söylediği bazı yerlere ise, aslında gidip-gitmediği yine tartışma konusudur.
Tüm bunların sonucunda, Seyahatnamenin içeriğine yönelik güven duygusu zedelenmektedir. Özellikle: abartıları, olumsuz yönde, öne çıkarılmaktadır.
İnançlı bir Müslüman olmasına rağmen: muhteşem bir hoşgörüye sahiptir. Çünkü: gittiği yerlerde kiliseleri ziyaret etmiş, bir kısım dua metinlerini yazılarına aktarmıştır.
Biraz da, tatlı bir üslup görülür ki, bütün bu özellikler, kültürümüzde, seyahat edebiyatımıza ölümsüz bir eser kazandırmıştır.
Ayrıca: yalnızca gezi yazılarından öte, gezdiği yerlerdeki toplumların yaşantılarını, özelliklerini de yansıtmıştır. Seyahatname içinde: gezdiği bölgelerin: halk şiirleri, manileri, masalları, türküleri, halk oyunları, giyim-kuşam tarzları gibi özelliklerini de işlemiştir. Bunların yanında: yine gezdiği bölgelerdeki: cami, medrese, han, kervansaray, hamam, kilise, manastır, kale, sur, yol, köprü gibi mimari eserleri de incelemiş ve özelliklerini yazmıştır.
Tüm bunların yanında, Evliya Çelebinin eserleri: tarihe de ışık tutmaktadır. Hatta: 1632 yılında, Galata kulesinden, kuş kanatlarına benzer araçlar takarak kendisini boşluğa bırakan ve uçarak İstanbul Boğazını geçen ve 6000 m. ötede, Üsküdar’da Doğancılar’a inen “Hazerfan Ahmet Çelebi”nin uçuşu hakkındaki bilgiler, yalnızca Evliya Çelebinin, Seyahatnamesinde bulunmaktadır. Yine aynı dönemde roketle uçma teşebbüslerinde bulunan “Lagari Hasan Çelebi”nin bu uğraşıları da, yalnızca Seyahatnamede yazılıdır.
Ayrıca: kendisi, iyi bir haritacıdır. Mısır gezisinde, Nil nehri boyunca yaptığı yolculuğundaki gözlemlerini: kaba kumaş üzerine çizilmiş, 6 metre uzunluğunda ve 1 metre genişliğindeki bir haritada göstermiştir. Günümüzde, bu haritanın tek nüshası: Vatikan Kütüphanesinde bulunmaktadır. Umarım, bir gün bu haritanın sureti yayınlanır.
Eser: ilk olarak, 1848 yılında, Mısır-Kahire’de Arapça olarak basılır. 1814 yılında, Avusturyalı tarihçi, diplomat ve Doğu bilimleri uzmanı Joseph von Hammer tarafından, Evliya Çelebi ve Seyahatnamesi keşfedilir, birçok araştırma yapılır ve eser, birçok dile çevrilir. Günümüzde harabeye dönmüş veya yok olmuş birçok anıt eserin, o günkü durumlarını anlamak için, Seyahatname son derece önemli bir kaynaktır.
1896 yılında ise, İstanbul’da basılır. 1902 yılına kadar, sadece ilk 6 cilt yayınlanır. Diğer 4 cilt ise: 1928 ile 1938 yılları arasında yayımlanır.
Son olarak: Osmanlılarda, gezip gördüğü yerleri ve özelliklerini kaleme alan isim bulunmamaktadır. Daha çok batılı gezginler tarafından kaleme alınan eserlerden, İstanbul ve Osmanlı topraklarının bir kısmını tanımak mümkün olabilmekte iken, Evliya Çelebinin, Seyahatnamesi, bu açıdan büyük önem taşımaktadır.