Tarihe meraklı olanlar mutlaka rastlamışlardır: antik dönemde ölenlerin ağızlarına, alt ve üst çene arasına bir para yerleştirilir ve öyle lahit içi ve mezar yapılarına konulurlardı. Hatta: mezar soyguncuları, bir mezarı talan ettiklerinde, hiçbir şey bulamazlar sa, ölüye ait bu parayı çalarlardı. Ben ilk kez: Bodrum Müzesinde bu konuda bir resim gördüm. Müzede, sikkeler bölümünde dikkatinizi çekebilir.
Peki, bu para neden ve niçin ölünün ağzının içine, alt ve üst çene arasına sıkıştırılırdı?
Elbette: bu, Yunan mitolojisindeki bir inanışın sonucu. İsterseniz, bu inanışın nedenlerini birlikte anlamaya çalışalım.
Yunan mitolojisinde: ölüler ülkesi “Hades”te, Arkadia bölgesinde bir nehir var. İsmi: Styriks nehri. Hades denilen ölüler ülkesinin çevresinde, bu nehir dolanıyor.
Nehrin suları: 200 metre yükseklikten dökülüyor. Ama, suları çok soğuk ve zaten bu yüzden öldürücü sayılıyor.
Ölen kişinin ruhu: nehrin yanına geliyor. Nehrin kıyısında: Kharon isimli “iskelet bir kayıkçı” var. Ölen kişinin ruhu nehrin kıyısında: Kharon isimli bu kayıkçı tarafından nehrin karşı kıyısına yani Hades ülkesine geçiriliyor. Ama, karşıya geçmek, yani Hades’e ulaşmak için, kayıkçıya yani Kharon’a mutlaka rüşvet vermek gerekiyor. Rüşvet vermese, uzun süre nehrin kıyısında bekler ve ruhu rahata kavuşmaz. Hatta, nehrin karşı kıyısına geçemez ise, ölünün ruhu, sonsuza dek, nehrin kıyılarında dolaşmak zorunda kalır.
Özellikle, öldükten sonra, cenaze törenleri yapılmayanların, karşı kıyıya geçemedikleri söylenir. Peki karşı kıyıda ne var? Daha önce söylediğim gibi, Hades ülkesi, yani “Elisium bahçeleri” ve “Tartaros” var. İnsanlar buraya ulaştıklarında, ruhları huzura kavuşuyor ve yeniden dünyaya gelene kadar, burada huzur içinde bekliyorlar.
xxxxxxxxxxx
Nehrin başka bir özelliği daha var. Nehrin sularından içildiğinde “ölümsüz” olduğuna inanılır. Ayrıca, yine nehrin sularından içildiğinde, o ana kadar yaşanmış bütün her şey unutulur. Yani: hafıza sıfırlanır.
Troya savaşına katılan, ünlü kahraman Archille, annesi Irmak tanrısı Thetis tarafından çocukken, bu nehrin sularına batırılmış ve ölümsüzlük kazanmış. Ancak, annesi onu nehrin sularına batırırken topuğundan tuttuğu için, Paris tarafından atılan bir ok ile topuğundan vurularak öldürülmüş.
Irmağın bir diğer özelliği de, ırmak üzerine edilen “yeminler” dir. Tanrılar, ırmak üzerine ettikleri yeminden dönemezler. Aslında, mitoloji tarihinde, birçok saçma olay, sırf bu ırmak üzerine edilen yemin yüzünden oluşmuştur. Irmak üzerine yemin eden, yeminini bozacak olursa, korkunç bir cezaya çarptırılır. Bir yıl boyunca, ağzına ne tanrı balı, ne de tanrı şarabı koyabilir. Soluk alamaz, sonra da dokuz yıl boyunca, diğer tanrılardan, toplantı ve şölenlerden uzak durmak zorundadır.
xxxxxxxxxx
Evet, işte böyle. Antik dönem Yunan mitolojisinde: ölüm anlayışı bu. Elbette bir efsane, söylenti. Ama, unutmayın ki, bir dönem yani yüzlerce yıl, insanlar buna inanmışlar. Hatta; İstanbul Edirnekapı’da bulunan Khora Manastırı (Kariye Camisi) nda yani Bizans döneminin en önemli manastır kilisesinde: tonozda, cehennem ırmağı Striks resmedilmiş. Ancak; koyu kırmızı renkte. Yolunuz düşerse, mutlaka görün.
Eros; sevgi anlamına gelir. Aşk tanrısıdır. Küçük ve sevimli bir oğlan biçiminde tasarlanan Eros; sırtında bir çift küçük kanatla gösterilir. Elinde: ok ve yay taşır. Oku’nun değdiği kişiler, aşk ateşinde yanıp tutuşurlar. Hiç kimse, hatta tanrılar bile kurtaramaz kendini, onun oku’nun sihirli etkisinden.
Onun can yoldaşları; Himeros (tutkulu istek) ve Pethos (özlem) dir. Yani: tutkulu istek ve özlem olmadan, aşk olmaz. Pietho (ikna etme)da, Eros ile birliktedir.
Kimi zaman, başında; sevginin simgesi, güllerden yapılmış bir taç taşır. Kimi zamanda, kör olarak gösterilmiştir. Çünkü; ” aşkın gözü kördür ” demezler mi?
Yerde, gökte, denizde; heryerde o vardır. Kimi zaman, bir yırtıcı hayvan üzerindedir. Kimi zaman da, bir yunusun. Bu demektir ki; sevginin gücü, her yaratığı etkisine alır ve de mekanla sınırlandırılamaz.
Evet; Eros’la ilgili, mitolojik bir tarih turuna çıkalım isterseniz.
Eros, Afrodit’in çocuğu olarak doğduğunda; tanrıların kralı Zeus, onu beğenmez ve Afrodit’e onu başından atmasını söyler. Bunun üzerine, Afrodit; Eros’u bir koruluğa bırakır. Ölmesi için bırakılan korulukta, onu; yırtıcı hayvanlar beslerler. Biraz büyüyünce, kendisine, ağaçlardan yay ve ok yapar. Bunları ilk kez hayvanlar üzerinde dener. Sonrada, bunları, altından yapılma, yay ve ok ile değiştirir.
Bu arada: Eros’un bir de kardeşi vardır. Anteros. Evet, bu kardeş ne yapar; küçümsenen aşkların öcünü alır. Karşı sevgi anlamına gelir.
Evet; yine Eros’a dönelim. Ölümlü, ölümsüz tüm canlılar, Eros’un oklarına hedef olabilecekleri gibi, kendisi de, birgün, hedefi olur bu okların. Ülkelerden birinde; Psykhe adında, eşsiz güzellikte bir kız yaşar. Bu kızın, iki ablası da güzel, ama küçüğün güzelliği bir başkadır. Çevreden bir sürü insan gelir, bu güzel kızın güzelliğini görmek isterlermiş. Öyleki, kızı Afrodit’in yerine bile koymuşlar. Tabii, tanrıça Afrodit; insanların kendisi gibi bir güzellik tanrıçasını bırakıp, bir ölümlüye tapınmalarına çok kızmış. Onun için, oğlunu, bu güzel kızın yaşadığı ülkeye gönderir. Oğlundan; bu güzel kızdan intikam almak için, oklarını; insanların en aşağılığına, en çulsuzuna, en yoksuluna, en çirkinine, yiyecek ekmeği bile bulunmayan birine atmasını ve kıza aşık etmesini ister.
Öte yandan; bizim güzel kızın ablaları evlenmiş ama kendisini hiç bir isteyen yokmuş. Kızın babası kral, Apollon tapınağına gidip, kızının evlenebilmesi için kurbanlar adar. Apollon, kırala şöyle der: ” Kızını giydir, kuşat, çıkar bir dağın doruğuna, oraya bir ejderha gelip alacaktır kızını. Kızının kısmeti o ejderhadır işte” der.
Bu haber üzerine, kral ve kraliçe yas tutup dövünürler. Ama ne yapsalar, mecburen yazgı gerçekleşecektir. Kıza giydirirler gelinliği, takılarını takarlar ve götürürler bırakırlar, bir dağın doruğuna. Sonrada, ağlaya ağlaya saraya geri dönerler. Kız da ağlar korkusundan.
Derken, yumuşacık bir yel eser ve kızı havalandırıp, doğruca bir çayırlıktaki yemyeşil çimenlerin üzerine götürüp bırakır. Yanıbaşında, suları berrak akan bir pınar. Ormanın tam ortasında. Kız yürür, karşısına bir saray çıkar. Ama öyle bir sarayki, mücevherlerle dolu. Kız, saraya hayran hayran bakarken, kulağına bir ses gelir.” Tüm bu bolluklar senindir, biz hepimiz senin hizmetçileriniz, hangi odayı beğenirsen hazırlayalım sana orayı” der.
Kız; bir tanrının kendini kolladığını sanır. Bir oda seçer ve burada biraz uyur. Sonra; hamama gider ve yıkanır. Herşey güzel ama görünen kimse yoktur. Derken, vakit ilerler, gece olur. Kız, ürke ürke yatağa gider. Yatağa biri gelir, ama o da görünmezlerden ve gün doğarken kızın yanından kalkıp gider.
Bu durum, daha nice geceler sürerek devam eder. Bu arada; kardeşlerinin bir ejderha tarafından götürüldüğünü duyan ablaları, başlarlar ah vah edip ağlamaya.
Kızın görünmez kocası ise, kızı uyararak, ablalarından sakınmasını söyler. Ama, kızın ısrarlarına dayanamaz ve ablalarını kaldıkları saraya davet etmesini kabul eder. Yanlız bir şartı vardır, kız ne olursa olsun, kocasının yüzünü görmeye çalışmayacaktır.
Derken, ablalar saraya gelir. Ablalar, kardeşlerini sağ buldukları için, önce çok sevinirler. Sonra, içlerini bir kıskançlık kaplar. Kızın kocasının kim olduğu hakkında, içlerine büyük bir merak düşer. Kız ise, onlara yalan söyler;” kocasının tüyleri yeni bitmiş, hep av peşinde koşan yakışıklı bir genç olduğunu” söyler.
Ablaların kıskançlığı, bunu duyunca iyice alevlenir. Çünkü. kendi kocaları, yaşlı, hastalıklı kişilerdir. Kendi mekanlarına dönüşlerinde, bu işi iyice kurcalamaya karar verirler.
Aradan zaman geçer. Kız, yine ablalarını özler, zorla onların yine saraya getirilmesini sağlar. Konuşurlarken, söz dönüp dolaşıp yine kızın kocasına gelir. Kız, geçen kez söylediklerini unutur ve kocasından: ” orta yaşlı, kır saçlı, para işleriyle uğraşan bir adam ” olarak sözeder. Bunun üzerine, ablaları iyice işkillenirler. Ablalar: kıza hitaben ” herkez biliyor ki, sen bir yılanla evlendin. Tanrı Apollon da öyle söylemişti zaten. Biz ablalık görevimizi yapalım ve seni uyaralım, sen yinede bildiğini işle istersen ” derler. Bunun üzerine, kız, ablalarına gerçek durumu açıklar. Kocasını hiç görmediğini, yanlızca geceleri gelip gittiğini söyler.
Ablaları kıza akıl verirler. “İki yanı keskin bir hançerle, bir yağ kandili alıp sakla. Kocan olacak o yılan uykuya dalınca, kandili yakar, boynuna indiriverirsin hançeri” derler.
Kız; o gece, kocasını heyecanla bekler, kocası gelipte uykuya dalınca, kandili yakar, hançeri de eline alır, bir de ne görsün. Yanıbaşında yatan kişi; güzellikte kimsenin boy ölçüşemeyeceği, sevgi tanrısı Eros’tur. Eros; annesinin bu kız hakkında söylediklerini yapmadığı için, gizlenmektedir. Annesinin söylediklerinin aksine, aşk okunu, kendine yönlendirmiştir. Evet: Kız, bir yılan sandığı kocasına hayran hayran kocasına bakarken, Eros uyanır ve kızın tüm ısrarlarına rağmen, uçup gider.