Vagon Li (Wagons-Lits)

Vagon Li (Wagons-Lits)

Vagon-Li (Wagons-Lits) şirketi: 1872 yılında, Belçikalı Georges Nagelmackers tarafından kurulmuştur. Avrupa’da, ilk kez, yataklı ve yemekli vagonları, uzun yol için kullanırlar. 1883 yılında, ünlü Doğu Ekspresi ile Paris-İstanbul seferlerini yapmaya başlarlar. 1892 yılında ise, bu Doğu Ekspresi yolcularının konaklaması için, İstanbul-Pera’da, “Pera Palas” yaptırılır.

Evet, yıl 1933. Biraz önce de söylediğim gibi, “Wagon Lits” isimli Fransız şirketinin, İstanbul-Pera ve Karaköy’de iki ofisi bulunuyor. Şirket, Osmanlı döneminden, o güne kadar, yataklı ve yemekli vagonları işlettiğinden, Fransız-Türk’lerden oluşan, karışık personeli bulunmaktadır. Ancak: günümüzde olduğu gibi, Fransızlar, o dönemde de, kendi dillerine büyük önem verdiklerinden, her yerde Fransızca konuşmaktadırlar.

Bu arada: 22 Şubat 1913 tarihinde, Beyoğlu’ndaki bu şirketlerinde, bir gün, orada çalışan Naci Bey isimli Türk memurlardan biri, büyük bir hata yaparak, telefon açtığında, Türkçe konuşur. Bunu duyan Belçikalı Şirket Müdürü Jannoni ise, bu memuru, yanlızca Türkçe konuşması nedeniyle, 25 kuruş para cezası ve 15 gün işten uzaklaştırarak ceza verir.

Haberin 25 Şubat 1933 günü, gazetelerde yayınlanması üzerine, halk ayaklanır ve 24 Şubat 1933 tarihinde, “Milli Türk Talebe Birliği” üyesi öğrencilerden oluşan bir gurup: Galatasaray’da, Teyyare Piyangosunun satıldığı bina ile, Kanzuk Eczanesi arasındaki, Vagonli şirketinin Beyoğlu Şubesi önünde toplanır ve gösteriye başlarlar.

Daha sonra, olaylar büyür: öğrenciler, bu memlekette “Türk ve Türkçe hakimdir” diyerek, ellerine geçirdikleri sopa ve taşlarla camları kırarak büroya girerler. Binada bulunan “Liot Triyestino” ve “Banka Komerciyale İtalyana” levhalarına hiç dokunmazlar.

Büroda; Mustafa Kemal’in duvarda asılı olan resmini aldıktan sonra büroyu tahrip ederler.

Öğrencilerin şirket önünde toplandığını haber alan “Galatasaray Merkez Memurluğu”: bir ihtiyati tedbir olarak, merkezdeki polisleri ve iki arazözü, büronun bulunduğu yere gönderir.

Ancak, gençler, daha sonra: ellerinde “Mustafa Kemal”in resmi ve Türk Bayraklarıyla, “Yaşasın Türkiye, Yaşasın Türkçe” sloganları atarak, Vagon li şirketinin, Karaköy bürosuna gelirler. Burada da, Mustafa Kemal’in duvardaki resmini aldıktan sonra, büroyu tahrip ederler ve İstanbul Valiliğinin önüne gelirler.

Daha sonra, Babailide, gazete binalarının önünde, bir süre daha gösterilerine devam ederler. Cumhuriyet gazetesinin önüne gelindiğinde: Peyami Sefa “Türk diline dil uzatanların dilleri kurusun” diye bağırır. Bir süre daha devam eden tepkiler sonucunda, ellerindeki “Mustafa Kemal” resimlerini Halk evlerine teslim ederler ve dağılırlar.

Gurubun en önünde ise: Tevfik İleri, Peyami Safa ve Cahit Arf  gibi tanınmış isimlerin ve arkadaşlarının oluşturduğu heyet bulunur. Olaydan sonra, Pera’daki şirketlerden bir kısmı, Türkçe isim kullanmaya başlarlar.

Yaşanan olaylar üzerine, Şirket, Naci Bey’i yeniden işe başlatır. Ayrıca, Vagon-Li kadrosunun, tamamen değiştirilmesi ve Türk memurların sayısının arttırılması gündeme gelir. “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyası başlatılır. Kampanya kısa sürede gelişir ve daha sonra, Vagon-Li ve Osmanlı döneminden kalan birçok yabancı şirket devletleştirilir. Pera Palas Oteli için, şirket yönetimine teşekkür edilir.

Günümüzde, bu şirket, Türkiye dışında, halen faaliyetlerini sürdürmektedir. Ancak, Vagon-Li şirketinin sahibi olan “ACCOR Grup” un, Türkiye’de geniş bir yatırım alanı bulunuyor. 2003 yılında restore edilen “Doğu Ekspresi” ise, turistik amaçlı olarak günümüzde hizmetini sürdürmektedir.

Bu olayda, benim en çok ilgimi çekenler şu oldu: olay tarihinde, Atatürk sağ, Cumhuriyet kurulalı henüz 10 yıl olmuş ve böyle bir olay ortaya çıktığında, devlet kolluk güçlerinden önce, halk olaya müdahale ediyor, kırıyor-döküyor ve devlet kolluk güçleri yanlızca kırılan-döküleni toplamak üzere olay yerine gidiyor. Ayrıca: olaydan hemen önce, Atatürk’ün, Ankara’dan İstanbul’a geldiği ve olay günü, İstiklal Caddesinde, bir gezinti yaptıktan sonra, yeniden Ankara’ya döndüğü söyleniyor. Belki de, muhteşem deha Atatürk, Osmanlı döneminden kalma yabancı sermayeli şirketlerin devletleştirilmesi için, böyle bir olayı gündeme getirmiş olabilir, olabilirmi? Ayrıca, Türk insanının ve özellikle gençliğin, Türk diline sahip çıkması için, bu olay iyi bir fırsat olarak değerlendirilebilirmi?

Aranan kelimeler:

25 Temmuz 2010
bosluk

Türk Askeri Tarihindeki Hüzün, Kocatepe Muhribi

Türk Askeri Tarihindeki Hüzün, Kocatepe Muhribi

Türk askeri tarihimiz: kesinlikle, çok büyük askeri başarılarla doludur. Başarısızlıklar, her ne kadar çok az olsa da, tarihimiz incelendiğinde, gerçekten saçma-sapan, başarısızlıklar yok değil. İşte, bunlardan biri. Kendi uçaklarımız tarafından batırılan, kendi savaş gemimizin hazin hikayesi. Hem de, koca bir ülke halkından, bir yıl saklanan, gizlenen bir hikaye.

 

KOCATEPE GEMİSİNİN ÖZELLİKLERİ:

Geminin orijinal adı: DD-861.USS HARWOOD. 22 Mayıs 1945 tarihinde, Amerika’da yapılmış. 8 Eylül 1945 tarihinde, Amerikan Donanmasında göreve başlamış. İsmini: 2 kez “Navy Cross” madalyası kazanan ve Leyte Körfezi Savaşında ölen “Commander Bruce L. Harwood” dan almış.

Amerikan Deniz Kuvvetlerinde iken: Pearl Harbour ve Vietnam’da hizmet etmiştir.

1 Şubat 1971 tarihinde ise, Amerikan Donaması listelerinden çıkarılmış ve 17 Aralık 1971 tarihinde, Türkiye’ye satılmıştır. Kocatepe adı ile, Türk Donanmasında hizmet etmeye başlamıştır.

İşin ilginci: Kocatepe Muhribi, Türkiye’ye teslim edildikten ve göreve başladıktan, yanlızca 4 gün sonra batmıştır.

Uzunluğu: 47 metre. Genişliği ise: 12 metre. Mürettebat: 345 kişi.

Kocatepe muhribi: aslında, uçak gemilerini, denizaltılara karşı korumak amacı ile dizayn edilmiş. Hava savunma silahları ve o silahları kullanacak personel yok. İki tanesi başta ve iki tanesi kıçta olmak üzere: toplam dört namlu var. Bunlar: su üstü harbi ve kara bombardımanı için kullanılmak üzere düzenlenmişler. Hava savunmasında, pek etkinlikleri yok. Atış süratleri düşük. Dakikada 16 mermi atıyorlar. Atış kontrol sisteminin kontrol edebileceği uçak sürati: 400 mil civarında. Süratli uçaklara: 2-3 mermi atabilmek mümkün. O, 2-3 atışta vurabilirsen vurursun. Yoksa: olay biter. Bu gemi ile, yanlızca su üstü savaş yapmak mümkün.

Muhribin komutanı: daha sonra, Deniz Kuvvetleri Komutanlığına kadar yükselen: Albay Güven Erkaya.

Kıbrıs’ta: Nikos Samson’un darbe yapması üzerine: 20 Temmuz 1974 tarihinde: Türk askeri güçleri tarafından, Kıbrıs’a çıkarma yapılır. Çıkarmanın ilk günü: heyacanlı bir şekilde, fakat büyük bir aksilik olmadan tamamlanır.

O gece: Kocatepe muhribi, Mersin Limanındadır. Ancak, emir alırlar ve Girne önlerine giderler. Bu arada: havada bulunan deniz karakol uçağı ile, sürekli olarak muharebe irtibatı sağlanmaktadır. Derken: deniz karakol uçağından, bir rapor gelir. Raporda: bir konvoyun, doğuya, Baf şehrine doğru yol aldığı belirtilmekte ve üç muhripten oluşan deniz gücünden, bu gemilerin Kıbrıs’a çıkmalarının engellenmesi istenilmektedir.

10-12 gemiden oluşan bu konvoyun varlığı : Kıbrıs’a doğru ilerlediği hakkında: Muğla’daki İl Jandarma Komutanlığından alınan: ham istihbarat bilgilerine dayanıyordu. Konvoydaki gemi topluluğundaki gemilerin: tipleri ve milliyetleri sorulduğunda ise, deniz karakol uçağındaki görevli pilotlar: bunların bilinmediğini bildirdiler.

Yapılan incelemelere göre: Muğla’daki İl Jandarma Komutanlığından, Muğla Valisine ve oradan da Jandarma Genel Komutanlığına, oradan Genelkurmay ve oradan da, Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bir istihbarat raporu gelir. Bu raporda: “Rodos adasındaki, Manrdraki Burnu açıklarında, asker yüklü, 10-12 gemi görüldüğü” yazılıdır. Tüm olayları başlatan rapor, işte bu.

Deniz kuvvetlerinde, işte bu rapor değerlendirilir. Bu gemiler, gitse gitse, saatte 8 mil hızla giderler ve o süratle, Kıbrıs adasında, Baf şehri açıklarına, şu saatte varırlar. Bunun üzerine, üç gemiden oluşan, deniz gücümüze, o belirlenen saatten önce, Baf şehri açıklarına varıp, bu konvoyun Baf şehrine girmesine engel olunması emri verilir.

Ancak: daha önce söylediğim gibi: bu konvoyun, asker mi, malzeme mi yoksa yiyecek mi taşıdığı belli değil. Bunları koruyan bir Yunan birliği varmı, bunları koruyan muhripler varmı? Tüm bu konularda, ayrıntılı bilgi edinmek mümkün değil.

Her şeye rağmen: sabaha karşı, Ankara’dan saldırı emri gelir. Bu emir gereğince: üç geminin, konvoya müdahale etmesi istenir. Önce, Hava kuvvetleri, sonra deniz gücü taarruz edecektir. Gemilerin, harekat sahasından uzak durması istenir. Ancak: harekat sahasının net olarak neresi olduğu konusunda, gemilere bilgi verilmez. Bu durumda: gemi kaptanları: hava taarruzundan sonra, harekat bölgesine ulaşıp, konvoyu yok edebilmek için, Baf yakınlarına gitmeye karar verirler.

Bu arada: deniz karakol uçağı ile temas kurulup, konvoy hakkında yeniden ayrıntılı bilgi istenir. Ancak; sis yüzünden aşağıyı göremediklerini söyleyen pilotlar, bu isteği yerine getiremezler. Yani:  konvoy yanlızca, radar ekranlarında görülmekte, bunun dışında deniz karakol uçağı pilotları tarafından, görülememektedir.

Bu arada yaşanan ilginç bir olay da, işlerin nasıl yürütüldüğünün izahı bakımından ilginçtir. Deniz karakol uçağı: Mersin bölgesine intikal emri verilmiş bir mayan tarama gemimizi gördüğünde, bunları Yunan hücumbotu olarak rapor etmiş, filo komutanının müdahalesi ile, bu yanlışlık son anda düzeltilmiştir.

Evet: konvoy hala  ortada yok, ancak radarlarda görüntüleri görülüyor. Hatta, radarlardaki görüntüler yorumlanıp: konvoyun yıldız şeklinde dağıldığı, korumalarında muhrip bulunmadığı gibi, türlü türlü haberler gelmeye devam ediyordu. Hatta: deniz karakol uçağı: konvoyun, tesadüfen bir araya gelmiş, ticaret gemileri olduğunu dahi söylemişti. Gözle yapılan istihbarata dayanmayan bu bilgilerin hangisinin doğru olduğunu bilmek, iyice imkansız hale gelmişti. Kimsenin aklına: o anda, radarlar ile, değişik görüntüler oluşturularak, bizimkilerin yanıltılacağı gelmemişti. Halbuki, bölgede: Amerikalılar, İsrailliler ve Ruslar bulunuyordu. Özellikle: bölgede harekatın sürdüğü dönem boyunca bulunan ve yerine terk etmeyen, bir Rus tarama gemisinin bulunması, böyle bir ihtimali güçlendiriyordu.

Bu arada: bizim, üç muhrip; Baf bölgesine doğru ilerlemeye devam etmektedirler. Belirlenen sahaya iyice yaklaşırlar. Konvoy gemilerini görmeyi beklerken, konvoy filan görünmez. Bölgede: güneyde, sadece iki gemi görürler. İki gemi arasındaki uzaklık ise, 5 mil. Bizim muhriplerin radarlarında: yanlızca, bu iki gemi görünmekte, bunların dışında, konvoy olarak nitelendirilecek herhangi bir gemi görünmemektedir. Tabii, bu madalyonun bir yüzü, yani muhriplerden görünen yüzü.

Olayın, birde Ankara’dan görünen yüzü var. Bu sırada: Barış Harekatı sırasında, Yunan gemilerinin, Nato tatbikatlarından öğrendikleri bilgiler ışığında, kendi gemilerine Türk bayrağı çekecekleri ve telsiz operatörlerinin, Türkçe bilen Rum personelden seçileceği ve böylece Türk pilotlarının kandırılacağı bilgileri gelir.

Bu arada: Yunanistan, barış istemekte ve Türklerin, Kıbrıs adasında ilerlemelerini önlemeye çalışmaktadır. Amerika ise, barış yapılması ve Türk-Yunan savaşının çıkmasının engellenmesi için uğraşmaktadır. Bu dönemde, Amerika Dışişleri Bakanı Henry Kissinger: yazmış olduğu anılarında, şunları anlatır.

“Bir gece, saat: 03.00 gibi, Türk Başbakanı Bülent Ecevit, telefonla arayarak: “Yunanlıların barış istediklerini söylemelerine rağmen, Kıbrıs’a asker ve silah sevkettiklerini ve bu durumda, barışın nasıl yapılacağını” sorar. Bunun üzerine: Kissenger: Amerikan Haberalma Örgütü Cia ile, olayı araştırır ve Başbakan Bülent Ecevit tarafından, Yunanistan’tan Kıbrıs’a asker ve silah gönderildiği bildirilen gemilerin, Yunan değil, Türk gemileri olduğunu öğrenir ve bu durumu, telefonla, Başbakan Bülent Ecevit’e iletir.

Başbakan Bülent Ecevit: Kissenger’in bu sözlerine inanmaz, gerek Kıbrıs adasındaki Türk birliklerinin, bulundukları mevzileri sağlamlaştırmaları için zaman kazanmaları ve gerekse, Yunanlılara güvenmemesi nedeniyle, “Hayır, onlar Türk gemisi değil, Yunan gemileridir” der.

Bunun üzerine, Henry Kissenger “ Sayın Başbakan, Türk bayrağı taşıyan ve Türkçe konuşan gemileri batırdığı için, Türkiye’yi kimse suçlayamaz” der ve maalesef bu sözleri, ertesi günü gerçek olur.

Ankara’da, Genelkurmay Harekat Merkezinde: radarlardan alınan, ancak çıplak gözle görülmeyen, bu konvoyun varlığına kesin olarak inanılmaktadır. Halbuki: bölgeye doğru ilerleyen iki ticaret gemisi ( biri Yugoslav ve diğeri İtalyan), bölgeye yaklaştıklarında, bizim üç muhrip ile bir araya gelirler. Dolayısı ile: radarlarda, beş gemilik bir konvoy görüntüsü benzeri ortaya çıkar. Ankara, bu beş gemilik (iki ticaret gemisi ve bizim üç muhrip) konvoyun varlığına, kendini iyice inandırmıştır. Konvoyun: Kıbrıs adasına, 2 Yunan komando Taburu ve askeri malzeme taşıdığı dedikoduları da yayılır.

Bu arada: üç muhrib (Kocatepe, Adatepe, Çakmak) ise; Baf yakınlarında; bölgeye geleceği söylenen konvoyu beklemektedirler. Ancak: konvoyun önünü kesebilmek ve Baf şehrine yaklaşmadan, konvoyu imha edebilmek için, Ankara’nın girmeyin dediği, harekat bölgesine girmişlerdir. Ama: elbette, konvoyun önünü kesebilmek için harekat bölgesine girmelerinin zorunluluğu ortada. Ayrıca: gerek Ankara ve gerekse üç muhrip tarafından, harekat bölgesinin neresi olduğu ve koordinatları konusunda da, belirsizlik var.

Evet: Ankara, daha önce de belirttiğim gibi: harekat planını hazırlamıştır. Planın adı: Şenlik

21 Temmmuz 1974 Pazar günü, saat: 11.00 civarında: Genelkurmay Harekat Merkezindeki tüm görevliler, gergin ve tedirgin bir bekleyiş içindedirler. Konvoyun varlığı konusunda, herkes kendini inandırmıştır. Deniz karakol uçakları, bölgedeki keşif uçuşlarında herhangi bir konvoy görmemiş olmalarına rağmen, özellikle Anamur Radar İstasyonunda, konvoy halindeki gemiler görünmeye devam etmektedirler. ( Biraz önce söylediğim gibi, iki ticaret gemisi ve üç muhribimiz)

Evet, bölgedeki beş gemi: Türk telsizcileri tarafından, bölgeyi terk etmeleri için uyarılırlar. İki ticaret gemisi derhal bölgeyi terk eder, ancak diğer üç gemi, yani Türk muhripleri (Kocatepe, Adatepe, Çakmak muhripleri): “ Hayır, biz Türk’üz” derler. Ancak: bu sözler, Türk askeri makamları tarafından pek inandırıcı bulunmaz. Üstelik: Deniz kuvvetleri tarafından, anılan bölgede, deniz unsurlarının bulunmadığı bildirilmiştir. Çünkü: Deniz kuvvetleri, bu üç muhribimizi, harekat bölgesine girmemeleri konusunda uyarmıştır.  Ama aynı zamanda, bölgeye gelen Yunan konvoyunun önünün kesilip, imha edilmesi emri de verilmiştir. Bölgeye girmeden, konvoyun imhasının nasıl olacağını keşke sorsalardı.

Genelkurmay Harekat Merkezi: deniz kuvvetlerinden bölgede deniz unsuru yoktur diye bilgi alıyor, ama bölgede üç savaş gemisi görülüyor ve gemilerden gelen Türkçe bilgiler, Türk bayrakları: harekatın başında alınan istihbarat gereğince (Yunanlıların Türk bayrağı çekecekleri, görevlilerinin Türkçe konuşacakları gibi) sahtekarlık olarak değerlendiriliyor ve uçaklar, konvoy gemilerini vurmak üzere, bulundukları üslerden havalanıyorlar.

Aynı gün, saat; 14.00’de: uçaklar havalanırken, bölgede, olası bir Yunan çıkartmasına karşı, ne varsa batırılması talimatı veriliyor.

Uçaklar: bölgeye, tam bizim gemilerin üzerine vardıklarında, ilk anda tereddüt ederler. Zaten: gemilerde: Türk bayrağı çekilidir. Telsiz dinlemelerinde ise: gemi personelinin kendi arasında Türkçe konuştukları dinlenir.

Bunun üzerine: uçak pilotları, durumu merkeze bildirirler. Merkezde ise, Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Kemal Kayacan: pilotlar tarafından bildirilen bölgede, Türk donanmasına ait hiçbir unsurun bulunmadığı bildirilir. Ayrıca: bizim akıllı istihbaratçılar: tüm bunların, Yunanlılar tarafından yapılmış, aldatma tavırları olduğunu düşünürler. Gemilere: çok iyi Türkçe konuşan, Rum subayların yerleştirildiği fikrine, inanmışlardır. Özellikle: pilotlardan birinin anlattıkları ilginçtir. Telsiz konuşmalarında, gemidekilerin konuşmalarını duyan pilot, merkeze şu mesajı geçer “ya öyle küfür ediyorlarki bize, bu küfürleri bir Türk’ten başkası edemez, Rum olduklarına eminmisiniz?” Evet, merkezden gelen cevap basit “Bombalamaya devam edin”.

Bunun üzerine: pilotlar; gemileri bombalamaya başlarlar. Kocatepe muhribinin güvertesine: kocaman bir Türk bayrağı açılır. Gemi personeli tarafından “ Biz Türk gemisiyiz, bombalamayın” feryatlarına aldırmazlar. 21 Temmuz 1974 günü, saat: 13.30 ile 17.30 arasında: 4 saat süresince, Türk uçakları, Türk muhriplerini bombalarlar. Bu rezil harekatın ismi ise: Şenlik Başladı. Tarihimizdeki, belki de en acı kara mizah örneği.

İlk anda: en ağır yarayı “Kocatepe Muhribi “ alır. Çünkü: birkaç dakika içinde, uçaklardan atılan ve denize düşen, 1 ve 2 nci roketlerden sonra, 3 ve 4 ncü roketler; gemiye tam isabet sağlar. Gemide büyük hasar meydana gelir.

Muhrip telsizleri: merkeze “hava saldırısına uğradık” mesajları geçmeye başlar.

Bunun üzerine: Deniz Kuvvetleri : yapılan yanlışlığın, bölgede deniz unsuru bulunmadığı şeklinde verilen bilginin yanlışlığı, anlaşılır. Bu durum hemen Hava Kuvvetleri Komutanlığına bildirilmesine rağmen: hava hücumu: “TCG Kocatepe” batıncaya kadar, 5 saat boyunca sürdürülür.

Ama anlamak mümkün değil, Deniz Kuvvetlerinin 5 saat boyunca, “SALDIRIYI DURDURUN” şeklindeki tüm bildirgelerine rağmen, Hava Kuvvetleri tarafından saldırı durdurulmaz ve “Kocatepe Muhribi” batıncaya kadar sürdürülür.

Bu saldırılarda: her ne kadar batmasa da, Çakmak muhribi de, ağır hasar alır ve ancak, kuzeye, Mersin sahillerine doğru kaçarak kurtulmayı başarır. Bunun üzerine: uçaklar, tek başına kalmış olan Kocatepe Muhribine saldırırlar ve batırana kadar bombalarlar.

Tam 4 saat süren bu rezillik: Kocatepe muhribinin, Akdeniz’in derin sularına batması ile ve 54 personelin ölümü ile sonuçlanır. Adatepe ve Çakmak muhribleri, yaralı olarak, Mersin Limanına ulaşmayı başarırlar. Kocatepe muhribinin batırıldığı haberi gelince, Ankara’da harekat merkezindeki görevliler yıkılır. Bombalama sırasında, durumun farkında olmayan uçak pilotları, üslerine döndüklerinde, gerçeği öğrendiklerinde ise, büyük psikolojik sarsıntıya girerler. Takip eden dönemde, bu saldırıya katılan pilotların birçoğunun intihar ettiği veya intihara teşebbüs ettikleri görülür.

Kocatepe batırıldıktan sonra ise: Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Emin Alpkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora.Kemal Kayacan’ı arar ve şu meşhur sözü söyler “Hani, bölgede gemimiz yok demiştiniz” İşte, Kocatepe muhribinin kendi uçaklarımız  tarafından batırılması ve 54 görevli Türk evladının ölümünün ardındaki, en büyük gerçek bu. Yani: Kara, Hava ve Deniz unsurları arasındaki, koordinasyon, haberleşme eksikliği. Haberleşme sistemlerindeki, milli çevrim sistemlerinin eksikliği. Aselsan ve Havelsan gibi kuruluşlar, bu konudaki zafiyeti gidermek için, derhal çalışmalara başlarlar. Çünkü: bu olayların, bu şekilde gelişmesinin en büyük nedeninin: kim tarafından yapıldığı tam olarak bilinemeyen, elektronik yönlendirmelerdir. Kim tarafından oluşturulduğu bilinemeyen, sanal radar görüntüleri yaratılmış ve Türk askeri unsurları, bunlara inanmak durumunda kalmışlar ve bu hazin olay ortaya çıkmıştır.

Biz, yine Kocatepe muhribinde yaşanan olaylara dönelim. Gemi batmadan önce, Kaptan Albay Güven Erkaya’nın emri gereği terk edilir. Kurtulanların ise: geminin kaptanının da bulunduğu bölüm İsrailliler tarafından, diğer bir gurup İngilizler tarafından, bir gurup ise Libyalılar tarafından kurtarılırlar.

Çünkü: gemi Mersin Limanından hareket etmeden önce, gemi Komutanı Albay Güven Erkaya tarafından, gemi personeline, özellikle “gemiyi terk etme” eğitimi yaptırılır. Hatta: olaydan sonra, hatıralarını anlatan, Kocatepe Harekat Merkez Subayı Üsteğmen Özhan Bakkalbaşıoğlu “Komutanımız, sanki saldırı içine doğmuş gibi, sefere çıkmadan önce, gemiyi terk eğitimi yaptırmıştı” demiştir. Hatta: bölgede, yani geminin görev yapacağı bölgede, hava üstünlüğünün kesin olarak Türk tarafında olduğu bilinmesine rağmen, yine kaptan Alb.Güven Erkaya tarafından: “gemide, bir hava saldırısında yapılması gerekenler ve geminin nasıl terk edileceği “ konusunda ilave eğitimler yaptırılmıştır. Yunan uçakları: kalkış yerinden, aldıkları yakıt ile, yanlızca Kıbrıs’a gelebiliyorlar, geri dönemiyorlardı. Evet: 2 gün sonra, bu senaryo gerçek oldu. Anlamak mümkün değil, kötü düşünmek istemiyorum. Yine de, bu eğitimler, personel zaiyatının az olmasına neden olması açısından, olumlu idi.

Bu arada: 72 gemi personelini, gemiden gemiye helikopterle kurtaran Captain Ian McKenchie’ye: Türkiye tarafından, “Turkish Distinguished Service” Madalyası verilmiştir.

SONUÇLAR:

Geminin kaptanı: Alb. Güven Erkaya, yıllar sonra, Deniz Kuvvetleri Komutanı oldu. İyi ki: Kocatepe muhribinde, hava savunma silah sistemleri yokmuş diye düşünmemek elde değil. Ya olsaydı. Kesin, Kocatepe muhribi ile birlikte, birkaç savaş uçağımız ve birkaç pilotomuz da; muharebe zaiyatı olarak, tarih sayfalarına geçerlerdi.

Yazının başında belirttiğim gibi: Amerikan Dışişleri Bakanı Kissinger’in dediği oldu: “Türk bayrağı taşıyan ve Türkçe konuşulan gemiler, Türk uçakları tarafından batırıldı, ancak kimse Türkiye’yi suçlamadı. Zaten bir süre “Devlet olarak, ortada kalan bu facia nedeniyle, Türkiye içinde, kimse kimseyi suçlamadı, kimseden hesap sorulmadı.”

Çünkü: olay, yani Kocatepe muhribinin, Türk uçakları tarafından batırıldığı, uzun süre, basından ve Türk halkından gizlenir. Ancak, bir yıl sonra, bir gazetede yayınlanan diziden, olayın gerçeği öğrenilir. Olay ilk gündeme geldiğinde: kocatepe muhribinin, Yunan savaş uçakları tarafından batırıldığına inanılır.

Peki sorumlular bulunup cezalandırılmadı mı? Hayır sanmıyorum. Amerikan Dışişleri Bakanı Kissenger’in söylediklerini hatırlıyorum. Kimse, Türkiye’yi suçlamaz, kendi gemisini batıran, kendi evlatlarını öldüren den kim hesap soracak. Kol kırılır, yen içinde kalır misali.

Olayın baş sorumlusu olarak değerlendirilen: zamanın Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Emin Alpkaya ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Kemal Kayacan, vefat etmiş olmaları nedeniyle, bugün, maalesef olay hakkında veya nedenleri hakkında, ayrıntılı bilgi almak mümkün değil.

Ama,ya o ölen, 54 kişinin, yakınları, anneleri, babaları, evli iseler, eşleri, çocukları. Düşünüyorum da, keşke, bunlardan biri ile konuşabilsem, duygularını öğrenebilsem, olayın ardından kendilerine yapılanları bilmeyi o kadar çok istiyorum ki, hep şanlı geçmişimizle yaşamak güzel de, bu tür saçmalıkları da aydınlatmanın şart olduğunu düşünüyorum.

Aranan kelimeler:

19 Nisan 2010
bosluk

Tarihte bir ilk, İlk uçak gemisinin batırılışı

Tarihte bir ilk, İlk uçak gemisinin batırılışı

Evet: yanlızca, 23 yaşındaki bir Türk, topçu subayının başarıları, denizcilik tarihinde kendine pek yer bulamaz. Çünkü: İngiliz ve Fransızlar, yaşadıklarının utancından, bu başarıyı, tarih sahnesinde duyurmak istemezler. Kendi kayıtlarına (Loyd) göre: Alexanda gemisinin, mayına çarparak battığını belirtiyorlar. İngilizler ise, uçak gemilerinin: 15 cm. lik toplarla batırıldığını yazıyorlar, bu da yalan. O koca gemiyi batıran toplar, yanlızca 7.7 inçlik idi.

Bu genç Türk subayı: o kadar, değişik bir insandır ki: Paris II gemisinin batırılışında; top mermilerinden birinin, gemide bulunan Fransız bayrağına isabet etmesine çok üzülür ve gemiden kurtulan Fransız gemi kaptanına, bu yüzden üzüntülerini bildirir. Bayrağa saygı, düşünün Fransız bayrağına bu derece saygılı bir insan, kendi ülkesinin bayrağı hakkında ne düşünür, elbette her türlü fedakarlığı.

Xxxxxxxxx

1916-1917 yılı, I.Dünya Savaşı son hızı ile sürüyor. Kaş ilçesinin hemen karşısına, Meis adasının limanına, İngiliz ve Fransız gemilere, sık sık demirlemekte ve burayı bir üs olarak kullanmaktadırlar.

Bunlar: İngilizlerin “Ben My Cheer” adlı uçak gemisi, bunu koruyan 2 torpido muhribi ve Fransızların “Paris II” isimli kuruvazörü. Birde, Fransızların Alexandra isimli gemisi.

Ben My Cheer: 114 metre uzunluğundadır. Geminin adının anlamı: “Kalbimin kadını.” Saatte: 24.5 mil hız yapabilmektedir. 6 uçak taşımaktadır. Gemi: 1908 yılında inşa edilmiş. İlk yapılış amacı: İrlanda ve İngiltere arasında, yolcu taşımak. Zamanına göre: çok büyük ve bir buharlı gemi için çok hızlı bir gemi. Hatta: kırdığı hız rekoru, uzun bir süre kırılamamış. Daha sonra; savaş başladığında: güvertesine büyük bir hangar yapılır ve bu hangarlarda uçak taşımaya başlanır. Ancak: o tarihlerde, uçaklar gemiden havalanmıyorlardı. Güvertede bulunan bir vinç: uçakları karaya bırakıyor ve uçaklar, yanlızca karadan havalanıyorlardı. Gemi: I.Dünya savaşı sırasında: Çanakkale, Ege kıyıları, Filistin, Süveyş ve Kızıldeniz sularında görev yaptı. Çanakkale’den geri çekilme sırasında kullanıldı. Evet: her ne kadar, Yzb.Mustafa, tarihe, bir uçak gemisini ilk batıran Türk olarak geçti ise de: bu gemi de, isim olarak, tarihe, ilk batırılan uçak gemisi olarak geçti. İşte: İngilizler, hala, bunun utancını taşıyorlar.

Paris II: 1896 yılında inşa edilen gemi, buharlı makine ile işliyordu. 60 metre boyunda ve 14 metre genişliğindedir. 3 güvertesi, 2 ambarı ve başaltında bir yaşam bölümü var.

Bu ve benzeri düşman gemileri: I.Dünya savaşı süresince; Anadolu kıyılarını sürekli denetim altında tutarlar. Türk motor ve kayıkları batırılır, yerleşim birimleri, zaman zaman bombalanır. Özellikle: bölgenin zorlu coğrafyası sonucu: yol bulunmaması nedeniyle, Türkler, askerlerine kumanyalarını, Meis adası ile Alanya arasındaki bölgede, 10-15 yelkenli teknelerle dağıtmaktadırlar. Bu tekneler, geceleyin aldıkları erzakı karakollarımıza dağıtıyorlar ve yine geceleyin Antalya’ya geri dönüyorlardı. Ancak: düşman gemileri, bu durumu bildikleri için, bu tekneleri yakalamakta ve kumanyalara el koyarak veya tekneleri batırarak, Türk askerlerinin bulundukları yerlerde aç kalmalarına neden olmaktadırlar. Özellikle: bu düşman gemileri, karadan herhangi bir saldırı ihtimali olmadığını bildiklerinden, korkusuzca kıyılara yanaşmakta ve her türlü zararı vermekteydiler.

Ayrıca: Fransız filosu: bu sıralarda, Antalya limanına girer ve dört büyük un fabrikasını imha ederler. Buna karşılık: sahile yerleştirilmiş, Türk obüs ve sahra bataryaları: bu gemilere karşı, herhangi bir şey yapamamışlardı. İzmir’den Mersin’e kadar olan bu bölgede: Fransızlar, Paris II ve Alexandra isimli kuruvazörler ile, devriye görevi yürütüyorlardı. Bu gemiler, sıra ile, her hafta sahillerimize pek yakın seyrediyorlar ve bazen de ıssız yerlere casus çıkarıyorlardı.

Evet: Yzb.Mustafa’nın bataryası, Antalya’dan hareket eder ve 7 Aralık 1917 tarihinde: Ava koyu açıklarında, hakim bir buruna yerleşirler. Tahkimat bitirilir ve yem olarak hazırlanan yelkenli: Ava iskelesine bağlanır. Finike’ye kadar uzanan bölgedeki jandarma telefonundan yararlanarak ve Selidonya burnuna gözcüler yerleştirerek; bu yelkenli ava gelecek gemiler beklenmeye başlanır. 13 Aralık 1916 günü: sabah saat: 08.00’de: Finike’deki telefondan, iki düşman gemisinin, Adrasan istikametine geçtikleri rapor edilir. Seldonya burnundaki gözcüler de, aynı haberi doğrularlar. Batarya: kıyıda, çok iyi gizlenmiştir. Saat: 11.15 civarlarında, Fransızların Paris II ve Alexandra gemileri, top batarya mevzilerinin, yaklaşık 6 km. önünden geçerler ve limandaki yelkenli av teknesini görünce, istikametlerini limana çevirirler. Alexandra: top mevzilerine o kadar yakın durmuştur ki, mevzilerden atılacak bir taş bile, geminin güvertesine düşecek yakınlıktadır. Paris II gemisi ise, bataryaya, yanlızca 800 metre uzaklıktadır.

Bataryadaki toplar: Paris II gemisine çevrilir. Bu arada: geminin topları da köye çevrilir. Kıç direğine büyük bir Fransız bayrağı çekilir. İndirdiği motor ile: 10 kadar silahlı Fransız askeri, kıyıdaki yelkenliye doğru ilerler. Bu arada: sahili makineli ile tararlar ve motor yelkenliye yanaşır, kıyıdaki ipini keserler, arkasına takarak, dönmeye başladığı sırada: bataryanın kıyıda bulunan piyade takımının baskın ateşi, motoru durdurur. Motorun içindeki Fransız askerleri tamamen öldürülür.

Bunun üzerine: sıra toplara gelir. Süratle ateşe başlanır. Atılan ilk dört atımın; üç tanesi denize düşer, diğerinin düştüğü yer görülmez. (Sonraki dönemde, geminin esir alınan süvarisinden öğrenildiğine göre: bu görünmeyen atım, doğrudan geminin makine dairesine isabet etmiş ve geminin yerinden hareket etmesini engellemiş.

Daha sonraki, seri ateşte: atışlardan onda sekizi gemiye değmeye başlar. Gemi; herhangi bir karşılık veremez, kaçmaya çalışır, ancak makinasının bozulması nedeniyle, hareketleri yavaşlar. Her iki bordasından çıkardığı sisle, kendisini gizlemeye çalışır. Ancak: yanlızca 1100 metreye kadar açılmayı becerebilir ve batar. Yapılan 145 atımdan, 110 tanesi gemiye değmiştir. 18 dakika süren bu mücadelenin sonucunda, geminin cephaneliği de infilak eder. Gemi alabora olarak batar.

Bu arada, diğer gemi: Alexandra’ya gelince: batarya topları Paris II üzerine yoğunlaşınca, Alexandra zikzaklar çizerek kaçmaya başlar, bunun üzerine, batarya tüm ateş gücünü Paris II üzerinde yoğunlaştırır ve diğer gemi ile meşgul olunmaz. Bunun sonucunda: Alexandra, kendini kurtarır ve asla geri dönmemek üzere, bölgeden uzaklaşır.

Paris II batınca: denize dökülen düşman askerleri kurtarılmaya başlanır. Saat: 16.00’ya kadar, deniz üzerinde kalan düşman askerleri: Alexandra gemisinin dönüp kendilerini kurtaracağını umarak, teslim olmak istemezler. Burada yine ilginç bir olay gerçekleşir. Batarya askerlerinden yüzmeyi bilen olmadığından: denizdeki Fransız askerlerini toplamak için, Ava köyünde bekçilik yapan, siyah derili Veysel ağa ismindeki biri, denize girerek, yaralı askerleri kurtarmaya çalışır. İki Fransız askerini denizden kurtarır, ancak bu sırada, kendilerini kurtarmak üzere denize gelen, bu siyah derili insan, birçok askeri korkutur ve korkudan uzaklaşanlar boğularak ölürler.

Sahile yüzerek çıkan, yaklaşık 20 kişi ise teslim olur. Bunların içinde: Paris II gemisinin kaptanı da bulunmaktadır. Bu şahıs ile Yzb. Mustafa arasında geçen bir konuşma, tarih sahnesinde, insanımızın karakterini yansıtması açısından ilginçtir. Şöyle ki: Yzb.Mustafa, top atışı sırasında, Fransız bayrağının vurulması nedeniyle, Fransız kaptan’dan af diler. Bayrağa saygı, yazının baş kısmında belirttiğim gibi, düşman bayrağına bu derece saygılı bir insanın, kendi bayrağı için neler yapabileceğini düşünmek gerek.

15 Aralık 1916 tarihinde, kahraman batarya, görevini başarmış olmanın mutluluğu ve yanındaki esirler ile birlikte, Antalya’ya hareket eder. Halk, batarya şehre girerken, büyük bir tezahüratla karşılar. Esirler, yaya olarak, bataryanın gerisinde, şehre girer.

Evet: sahillerimizi sürekli sıkıntıya sokan bu İngiliz ve Fransız gemileri: Meis adasında demirliyorlardı. Adadaki , Ben My Cheer isimli gemiden kalkacak uçakların; Kaş bölgesindeki Türk mevzilerini bombalayacaklarından endişe edilir. Özellikle, bu uçaklar: bölgedeki Yzb.Mustafa’nın topçu bataryalarını havadan arıyorlardı.

Bunun üzerine: Antalya’da görev yapan, topçu bataryası komutanı Yzb.Mustafa Ertuğrul yeni bir plan yapar ve planını, Antalya bölge sorumlusu, 135.Alay Komutanı, Alman yarbay Fon Şiristet’e anlatır.

“Bir gece ansızın Antalya’dan gizlice ayrılacak, meçhul bir istikamete gidiyor gibi yapıp, Ava koyuna gideceğim, Meis adası limanına hakim bir buruna bataryamı yerleştireyim ve İngiliz kuruvazörünü, avlamaya çalışayım. “

Evet, bu plan kabul edilir ve Yzb.Mustafa: bataryasını oluşturan, yanlızca 4 tane olan: 7.7 inçlik; Erhard topları ve cephaneleri, gülleleri: gerek at-katır ve gerekse insan gücü ile; patika yolu dahi bulunmayan ormanlık alanda taşıtarak; tam gemilerin demirledikleri bölgenin karşısında konuşlandırır. Bu fasıla: tam iki ay sürer. Bataryada: 30 kadar, Türk askeri bulunmaktadır.

Derken: düşündükleri yere varırlar ve mevzilenirler. Düşman gemileri: mevzilendikleri yere, yaklaşık 4.5 km. uzaklıktadır. Yani: bütün gemiler, bataryanın ateş menzili altındadır. Özellikle: büyük kuruvazör, uçak gemisi tam karşılarındadır.

İngiliz uçak gemisi: Meis adasındaki, Fransız garnizonuna erzak getirmiştir. Erzaklar kıyıya taşınmıştı. Günlerden: Pazar. Geminin bacaları kapatılmıştır. Yani: geminin ani bir hareketi mümkün değil. Geminin bandosu; adada, kasabanın meydanında, batı ezgileri çalmakta ve Yunanlı ada halkı; bu ezgiler ile coşmaktadır.

Yzb.Mustafa: her türlü hazırlıkları yapar ve saat: 13.25’de ilk atış yapılır. Uçak gemisinin yakınlarında bir patlama olur. Askerler ve ada halkı: önce, bu patlamanın bir hava saldırısı olduğunu sanırlar, bir topçu bataryasının ateşi olduğu asla akıllarına gelmez. Çünkü: yolu olmayan, o dik zirvelere topların ve mermilerin yanlızca bir çılgın tarafından çıkarılmasının mümkün olabileceğini düşünüyorlardı.

Oysa, Türk topçusunun, nişan alma amaçlı salladığı ilk merminin patlamasıdır bu. Hemen ardından: top mermileri yoğun olarak limandaki gemilerin üzerine yağmaya başlar. Türk topçusunun ateş ettiği nokta: öylesine yüksek ve uzaktır ki, Meis adası kıyılarındaki İngiliz gemilerinden, Türk topçu bataryasının bulunduğu yere doğru yapılan atışlar; kesinlikle bataryanın bulunduğu yere ulaşmıyordu.

Ancak: bu saldırıya, gemilerden kısa süre sonra karşılık verilir. Çatışma şiddetlenip, uçak gemisinin büyük çaplı topları bizim mevzilere yönelince, bataryamızın bütün topları, uçak gemisine yöneltilir. Tüm ateş gücü ile, İngiliz uçak gemisi vurulmaya başlanır.

Atılan mermilerden biri; gemiye isabet eder. Hem de, geminin tam hangarına. Hangarda bulunan uçaklar: yakıtlarıyla birlikte yanmaya başlar. Bunun üzerine: geminin mürettebatı, hemen gemiyi terk eder, denize atlarlar. Koca gemi: yavaş yavaş batar. Toplam: 36 dakikalık bir top atışı sonundaki başarı; İngiliz uçak gemisi: sulara gömülür. Bataryadan yapılan: 145 atıştan, 110 tanesi, gemiye isabet eder. Gemide bulunan yaralılar ise; kurtarma sandalları ile kıyıya çıkarılırlar. Gemi tamamen sulara gömülmez, yarısı batar, yarısı su üzerinde kalır. İngilizler, gemiyi bu halde bırakıp giderler. Uçak gemisi, dört yıl boyunca, orada öylece kalakalır. 1921 yılında, gemi tekrar yüzdürülür. Ancak: Yunanistan’ın Pire limanına götürülmek için. Orada: bir süre kalır ve hurda olarak Almanlara satılır. Daha sonraki tarihte: Ben My Cheer gemisinden haber alınamaz.

Biz yine, olay gününe dönelim. Gemi komutanı, gemiyi son olarak terk eder. Yalnız: bu komutan ile ilgili, ilginç ve komik bir durumu gelişir. Komutan: yüzerek sahile çıktığında, sahildeki Yunanlı ada halkı: İngiliz askerlerine yardım etmek için çırpınmaktadır. Bu arada: yüzerek kıyıya ulaşan geminin kaptanının üstündeki ıslak giysileri çıkarılır ve ilk buldukları birkaç paçavra giysiyi, geminin kaptanına giydirirler. Üniformasını ise, kurusun diye asarlar. Bunun sonucunda: muhteşem uçak gemisinin, büyük kaptanı: Meis adası çarşısında, üzerinde eski-püskü bir kıyafet ile gezerken görülür ve olayın matrak bir yanı olarak, bu durum da, tarihe kaydedilir.

Böylece: dünya denizcilik tarihinde, ilk kez, bir uçak gemisi, 27 Aralık 1916 tarihinde: Türk topçuları tarafından batırılır, denize gömülür. Bu çatışmada: uçak gemisinin yanında, aynı yerde konuşlu bulunan: 200’e yakın yelkenli gemi ve sandal da batırılır.

Uçak gemisi battıktan sonra: Türk bataryasının toplarının ateşi devam eder. Adadaki telsiz istasyonu da vurulur. Tabii bu arada, adanın yerli halkı da panik içindedir. Bu ateşin ardından, adaya bir Türk askeri çıkartmasının olacağını düşünürler ve korku ile: kasabadan uzağa, tepelere doğru kaçmaya başlarlar. Tüm bu kargaşa da, yine komik bir olay gelişir. Vurulan İngiliz uçak gemisinde, içi para dolu bir kasanın, gemi ile birlikte denize gömüldüğü dedikodusu yayılır. Bunun üzerine: adanın gençleri, bu karmaşada: geminin enkazına dalışlar yaparak, bu kasayı ararlar.

Halkın büyük bölümü ve askerler ise, Meis adasının yerleşim bölümünü terk edip, tepelerdeki kiliselere sığınırlar. Hatta, takip eden dönemde, halkın bir bölümü: adanın çevresindeki mağaralarda, uzun süre yaşarlar. Adayı terk edip, Rodos adasına ve Mısır’a gidenler bile olur. İngiliz ve Fransız askerleri ise: Türkler tarafından yapılacağını düşündükleri çıkarmaya karşı; uzun süre, adada beklerler.

Sonraki dönemde: Yzb.Mustafa Ertuğrul, zor şartlar altında, Teke yarımadasında bataryası ile birlikte dolaşmaya ve gemi batırmaya devam eder. Sonraki kurbanları: Fransızların Paris II isimli gemisidir.

Gerek İngiliz uçak gemisi Ben My Cheer ve Fransız Paris II gemisinin batırılması sonucu: düşman gemileri, Türk kıyılarına intikam saldırılarına geçerler. Kıyıdaki yerleşim yerlerini, uzun süre bombalarlar. Artık, korkudan kıyıdan açıkta seyretmeye başlarlar. Topçu menzilinin dışında dolaşmaktadırlar.

Daha önce söylediğim gibi: bölgedeki Türk mevzilerindeki askerler için, kumanya ve malzeme dağıtan tekneler; düşman gemileri tarafından avlanmakta, batırılmakta veya yakalanarak malzemeye, kumanyaya el konulmaktadır. Ancak, korkudan kıyıya yaklaşmayan düşman gemilerini haklamak için, Yzb. Mustafa: bu durumu bildiği için, yine dahice bir plan yapar.

Düşman gemilerinin, yelkenli Türk teknelerine saldırdıklarını bildiklerinden, yaptığı plan: bir yelkenli tekne ile bağlantılı olur. Evet: bölgede dolaşan bir yelkenli tekne alınır. Teknenin kaburgasının iç tahtaları sökülür. Bu kaburgaların arasına: bol miktarda dinamit yerleştirilir. Tam merkezine ise: bu dinamitlerin ateşlenmesi için, bir top fünyesi yerleştirilir. Fünye halkası: bir telle; teknenin ortasına yerleştirilen portakal sandıklarının altına bağlanır. Dinamitlerin yerleştirildiği gövde kaburgasının iç tahtaları yine yerlerine takılır ve dinamitler gizlenir. Birbirine bağlı portakal sandıkları; düşman tekneyi ele geçirdiğinde, büyük olasılıkla, portakal sandıklarını; vinç ile kendi gemilerine alacaklar ve tam bu sırada, sandıkların altındaki fünye teli çeki nedeniyle, dinamitleri ateşleyecekti.

Düşünebiliyormusunuz; Japon intihar uçakları, kamikazeler gibi. Muhteşem bir plan.

Derken: Kemer ilçesi açıklarında: yelkenli, gerekli düzenlemeler tamamlandıktan sonra, denize açılır. Açık denizde, Fransız savaş gemisi, Alexandre. Göründüğünde, teknedeki daha önceden tembihli askerler, denize atlarlar ve kıyıya doğru yüzmeye başlarlar. Fransızlar: tedbiri elden bırakmazlar. Tekneye önce bir denizci çıkarırlar. Bir tuzak olup olmadığını araştırırlar. Türklerin: teknede bulunan kasa kasa portakalı zehirlediklerini düşünürler. Tekneye çıkan denizci; tekneden aldığı portakal numunelerini, Alexand gemisindeki doktora götürür, doktor portakalları inceler ve zehirli olmadıklarına kanaat getirir.

Bunun üzerine: tekne, Alexand savaş gemisine yaklaştırılır ve birbirine bağlı portakal sandıkları, geminin vinciyle, geminin güvertesine çıkarılmak istenir. Vinç çalıştırılır ve tam bu sırada: geminin gövde kaburgaları arasına gizlenmiş dinamitler ateşlenir, patlama olur ve geminin gövdesinde, büyük bir delik açılır, gemi kısa sürede batar ve yanlızca 18 dakikada, denizin dibini boylar. Evet, 11 Ocak 1917 tarihinde, yine büyük bir tarihi başarı, aklın-zekanın başarısı.

xxxxxxxxxx

I. Dünya savaşı bittiğinde: Mondros Mütarekesi imzalanır. Anadolu topraklarındaki tüm silah ve cephaneye el konulur. Topların kamaları sökülerek, etkisiz hale getirilir. O tarihlerde, Aydın bölgesindeki birlikleri denetlemekle görevli, batırılan Ben My Cheer gemisinin komutanı Charles R.Samson “ Gösterdiği kahramanlıktan dolayı, bu bataryanın toplarının kamalarını sökmek, askeri şerefe aykırıdır” diyerek, Yzb.Musfa Ertuğrul’un bataryasına dokunmaz.

I.Dünya savaşı sonrasında: kamaları sökülmeyen bu dört sahra topundan oluşan batarya: Kurtuluş Savaşına katılan ilk topçu birliğimizdir.

Ancak: yazının en başında belirttiğim gibi: gerek İngilizler ve gerekse Fransızlar; tarih sürecinde yaşadıkları bu olayın utancından; Yzb.Mustafa Ertuğrul’un bataryasının uçak gemisini batırdığı yere: bugün tatil köyü kurmuşlar. Bataryanın mevzilendiği yerde: büyük bir hatıra anıtı dikmemiz gerekirken; buralar, bir İngiliz ve bir Fransız tatil köyü tarafından işgal edilmiş. Bizler yinede; tarih sahnesinde, gururla hatırlamamız gereken bu olayı, yani uçak gemisinin, dört sahra topu tarafından batırılışını uzun süre unutmuşuz, ta ki; Kemer ilçesi önünde, deniz altındaki Paris II gemisine; dalgıçlar tarafından yapılan dalışlara kadar. Bu dalışlardan sonra; olaylar irdelenmiş ve tarihimizdeki bu gurur kaynağı olay; ortaya çıkmış.

11 Ocak tarihini unutmayalım, çünkü bu bizler için, atalarımızın akıl, düşünce ve güçlerinin en büyük ifadesi. Bugün: Antalya’lılar, bu kahramana sahip çıkmışlar. Yeniden düzenlenen Atatürk Parkında, Akdeniz’e bakacak şekilde, Yzb. Mustafa Ertuğrul’un bir heykelini diktiler. Antalya bölgesinde; çok kısa bir zaman ayıralım ve bu anıtı ziyaret edelim, geçmişimizdeki bu büyük başarıyı hatırlayalım, hatırlatalım, unutturmayalım.

Aranan kelimeler:

17 Nisan 2010
bosluk

cumhuriyet tarihi Son Yazılar FriendFeed
kişi siteyi ziyaret etti