Eros; sevgi anlamına gelir. Aşk tanrısıdır. Küçük ve sevimli bir oğlan biçiminde tasarlanan Eros; sırtında bir çift küçük kanatla gösterilir. Elinde: ok ve yay taşır. Oku’nun değdiği kişiler, aşk ateşinde yanıp tutuşurlar. Hiç kimse, hatta tanrılar bile kurtaramaz kendini, onun oku’nun sihirli etkisinden.
Onun can yoldaşları; Himeros (tutkulu istek) ve Pethos (özlem) dir. Yani: tutkulu istek ve özlem olmadan, aşk olmaz. Pietho (ikna etme)da, Eros ile birliktedir.
Kimi zaman, başında; sevginin simgesi, güllerden yapılmış bir taç taşır. Kimi zamanda, kör olarak gösterilmiştir. Çünkü; ” aşkın gözü kördür ” demezler mi?
Yerde, gökte, denizde; heryerde o vardır. Kimi zaman, bir yırtıcı hayvan üzerindedir. Kimi zaman da, bir yunusun. Bu demektir ki; sevginin gücü, her yaratığı etkisine alır ve de mekanla sınırlandırılamaz.
Evet; Eros’la ilgili, mitolojik bir tarih turuna çıkalım isterseniz.
Eros, Afrodit’in çocuğu olarak doğduğunda; tanrıların kralı Zeus, onu beğenmez ve Afrodit’e onu başından atmasını söyler. Bunun üzerine, Afrodit; Eros’u bir koruluğa bırakır. Ölmesi için bırakılan korulukta, onu; yırtıcı hayvanlar beslerler. Biraz büyüyünce, kendisine, ağaçlardan yay ve ok yapar. Bunları ilk kez hayvanlar üzerinde dener. Sonrada, bunları, altından yapılma, yay ve ok ile değiştirir.
Bu arada: Eros’un bir de kardeşi vardır. Anteros. Evet, bu kardeş ne yapar; küçümsenen aşkların öcünü alır. Karşı sevgi anlamına gelir.
Evet; yine Eros’a dönelim. Ölümlü, ölümsüz tüm canlılar, Eros’un oklarına hedef olabilecekleri gibi, kendisi de, birgün, hedefi olur bu okların. Ülkelerden birinde; Psykhe adında, eşsiz güzellikte bir kız yaşar. Bu kızın, iki ablası da güzel, ama küçüğün güzelliği bir başkadır. Çevreden bir sürü insan gelir, bu güzel kızın güzelliğini görmek isterlermiş. Öyleki, kızı Afrodit’in yerine bile koymuşlar. Tabii, tanrıça Afrodit; insanların kendisi gibi bir güzellik tanrıçasını bırakıp, bir ölümlüye tapınmalarına çok kızmış. Onun için, oğlunu, bu güzel kızın yaşadığı ülkeye gönderir. Oğlundan; bu güzel kızdan intikam almak için, oklarını; insanların en aşağılığına, en çulsuzuna, en yoksuluna, en çirkinine, yiyecek ekmeği bile bulunmayan birine atmasını ve kıza aşık etmesini ister.
Öte yandan; bizim güzel kızın ablaları evlenmiş ama kendisini hiç bir isteyen yokmuş. Kızın babası kral, Apollon tapınağına gidip, kızının evlenebilmesi için kurbanlar adar. Apollon, kırala şöyle der: ” Kızını giydir, kuşat, çıkar bir dağın doruğuna, oraya bir ejderha gelip alacaktır kızını. Kızının kısmeti o ejderhadır işte” der.
Bu haber üzerine, kral ve kraliçe yas tutup dövünürler. Ama ne yapsalar, mecburen yazgı gerçekleşecektir. Kıza giydirirler gelinliği, takılarını takarlar ve götürürler bırakırlar, bir dağın doruğuna. Sonrada, ağlaya ağlaya saraya geri dönerler. Kız da ağlar korkusundan.
Derken, yumuşacık bir yel eser ve kızı havalandırıp, doğruca bir çayırlıktaki yemyeşil çimenlerin üzerine götürüp bırakır. Yanıbaşında, suları berrak akan bir pınar. Ormanın tam ortasında. Kız yürür, karşısına bir saray çıkar. Ama öyle bir sarayki, mücevherlerle dolu. Kız, saraya hayran hayran bakarken, kulağına bir ses gelir.” Tüm bu bolluklar senindir, biz hepimiz senin hizmetçileriniz, hangi odayı beğenirsen hazırlayalım sana orayı” der.
Kız; bir tanrının kendini kolladığını sanır. Bir oda seçer ve burada biraz uyur. Sonra; hamama gider ve yıkanır. Herşey güzel ama görünen kimse yoktur. Derken, vakit ilerler, gece olur. Kız, ürke ürke yatağa gider. Yatağa biri gelir, ama o da görünmezlerden ve gün doğarken kızın yanından kalkıp gider.
Bu durum, daha nice geceler sürerek devam eder. Bu arada; kardeşlerinin bir ejderha tarafından götürüldüğünü duyan ablaları, başlarlar ah vah edip ağlamaya.
Kızın görünmez kocası ise, kızı uyararak, ablalarından sakınmasını söyler. Ama, kızın ısrarlarına dayanamaz ve ablalarını kaldıkları saraya davet etmesini kabul eder. Yanlız bir şartı vardır, kız ne olursa olsun, kocasının yüzünü görmeye çalışmayacaktır.
Derken, ablalar saraya gelir. Ablalar, kardeşlerini sağ buldukları için, önce çok sevinirler. Sonra, içlerini bir kıskançlık kaplar. Kızın kocasının kim olduğu hakkında, içlerine büyük bir merak düşer. Kız ise, onlara yalan söyler;” kocasının tüyleri yeni bitmiş, hep av peşinde koşan yakışıklı bir genç olduğunu” söyler.
Ablaların kıskançlığı, bunu duyunca iyice alevlenir. Çünkü. kendi kocaları, yaşlı, hastalıklı kişilerdir. Kendi mekanlarına dönüşlerinde, bu işi iyice kurcalamaya karar verirler.
Aradan zaman geçer. Kız, yine ablalarını özler, zorla onların yine saraya getirilmesini sağlar. Konuşurlarken, söz dönüp dolaşıp yine kızın kocasına gelir. Kız, geçen kez söylediklerini unutur ve kocasından: ” orta yaşlı, kır saçlı, para işleriyle uğraşan bir adam ” olarak sözeder. Bunun üzerine, ablaları iyice işkillenirler. Ablalar: kıza hitaben ” herkez biliyor ki, sen bir yılanla evlendin. Tanrı Apollon da öyle söylemişti zaten. Biz ablalık görevimizi yapalım ve seni uyaralım, sen yinede bildiğini işle istersen ” derler. Bunun üzerine, kız, ablalarına gerçek durumu açıklar. Kocasını hiç görmediğini, yanlızca geceleri gelip gittiğini söyler.
Ablaları kıza akıl verirler. “İki yanı keskin bir hançerle, bir yağ kandili alıp sakla. Kocan olacak o yılan uykuya dalınca, kandili yakar, boynuna indiriverirsin hançeri” derler.
Kız; o gece, kocasını heyecanla bekler, kocası gelipte uykuya dalınca, kandili yakar, hançeri de eline alır, bir de ne görsün. Yanıbaşında yatan kişi; güzellikte kimsenin boy ölçüşemeyeceği, sevgi tanrısı Eros’tur. Eros; annesinin bu kız hakkında söylediklerini yapmadığı için, gizlenmektedir. Annesinin söylediklerinin aksine, aşk okunu, kendine yönlendirmiştir. Evet: Kız, bir yılan sandığı kocasına hayran hayran kocasına bakarken, Eros uyanır ve kızın tüm ısrarlarına rağmen, uçup gider.