Ordumuz; 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında yenilgiye uğrar ve maddi-manevi büyük sıkıntılar altında ezilir. Bunun üzerine, Padişah Abdülhamit; kara ordusunu ve deniz kuvvetlerini güçlendirme uğraşısına girer. Padişah; ince siyaseti sonucu; devrini tamamlamış gemiler Haliç’e çektirir, ancak Haliç’te denizaltı denemeleri yaptırmaktan da geri durmaz. Bu, tamamen büyük devletleri ürkütmek istememe siyasetidir. Nitekim, buna benzer kamufleler sonucu, kara ordusu, baştan aşağı yenilenir. Öyleki; o zamanlarda, dünyanın bir numaralı kara ordusu haline getirilir.
Derken; Osmanlı-Yunan savaşı başlar. Rus destekli Yunan ordusunun, Osmanlı ordusunu dağıtacağına olan inanç sonsuzdur. Ancak; Padişah Abdülhamit, verdiği savaş notası daha Atina’ya ulaşmadan, bütün cephelerde, aynı anda, savaşı başlatır.
Ordumuz; Teselya cephesinde; 10 Tümen halinde, mevzi alır. Tümen Komutanları; 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşına katılmış ve bizzat cephede pişmiş, tecrübeli askerlerdir.
Yunan’lılar, bütün güçleriyle saldırdıkları için; ilk gün başarılı olurlar. Bazı mevkileri de ele geçirirler. Atina; bayram yapmaktadır. 4 ncü Yunan Kolordusu ise, cephemizi ikiye bölmek için saldırır. Bu planı önceden fark eden Ethem Paşa; ilk iki gün savunmada kalır. Üçüncü gün ise; 21 Nisan 1897 tarihinde, bütün cephelerde, aniden hücuma geçer. İlk hamlede, Yunan ordusunun, iki günde aldığı tüm yerler ele geçirilir. İleri harekata hızla devam edilerek, Yunun Prensi Konstantin’in karargahı sıkıştırılır. Savaş, bütün şiddetiyle, akşama kadar sürer. Türk ordusu; komuta disiplini, malzemesi, taktik gücü ile, eski günleri hatırlatacak ölçüde mükemmeldir. Yunan kuvvetleri ise; arkalarına bile bakmadan, Atina’ya kaçarlar. 23 Nisan 1897 Perşembe günü; Milona-Tırnova yolu, Türk kuvvetlerince açılmıştır.
İstanbul, bayram yerine döner. Atina’da ise, ilk günlerin sevinç çığlıkları, yerini kedere ve telaşa bırakmıştır. Panik başlar. Kiliselerde vaazlar verilir, askerlik dışı sınıflar dahi cepheye koşmaya çağrılır. Türk birlikleri ise, yıldırım gibi hareket ederek, ilerler, şehirler peş peşe düşer. Antik çağlarda, İran Kisrası Dara’nın Atina’yı elde etmek için ölüm-kalım savaşı verdiği tarihi geçit olan Termopil önündeki Türk ordusu, 24 saatte bu geçidi geçer. Hatırlarsanız; yakın bir geçmişte, bu geçitteki kahramanlıklarına ait, “300 Kahraman” filmini yapmışlardı. O filmi geçenlerde televizyonlarda bir kanal da verdi. Filmi izlerken, aynı geçitten, 24 saatten kısa sürede geçen, Türk birliklerinin başarısını düşünün lütfen.
Derken; Yunanlılar, başta Rus Çarı olmak üzere, bütün koruyucuları olan Batı’lılara koşarlar. Rus Çarı II.Nikola ve bütün diğer devlet başkanları, Padişah II.Abdülhamit’e barış mektupları göndererek, Türk ordusunun ilerlemesini engellemeye çalışırlar. Harekat durdurulur. Yapılan andlaşma sonucu: Teselya, 10 milyon altın ve Girit’deki Yunan kuvvetlerinin çekilmesi gerekir. Ancak; savaşın bitirilmesi ve Türk kuvvetlerinin geri çekilmesi sonucu; Yunanlılar andlaşmasın şartlarına uymazlar. Teselya geri verilmez, 10 milyon altın, 4 milyona iner, Girit’e yerel muhtariyet verilir.
Padişah II.Abdülhamit, barış görüşmeleri hakkında, anılarında şunları yazar.” Barış masasına, zaferimizin karşılığını almamaya mahkum olarak oturduğumuzu biliyordum. Eğer bu savaşı kaybetseydik, Balkanların büyük kısmını Yunan’a vermek zorunda kalacaktık. Büyük devletler, emellerini bir başka bahara ertelediler. bu bile, bizler için bir zaferdi. Yani, uzun bir süre, bizi rahat bırakacaklardı.”
Bir başka bahar, 1912-1913 Balkan Savaşlarında gelir. Bütün Batı Trakya, Yunanistan’a bırakılır. 1919 yılında Anadolu’nun Batı kısmı, Yunan’lıların eline geçer.
Evet; tarihi geçmişimiz; Yunanistan’a karşı; savaş alanlarında kazandığımız mücadelelerin sonucunda, masa başında hep yitirdiğimiz örneklerle doludur. Hatta; Lozan’da bile: On iki Ada, Batı Trakya bizim olamadı. Burnumuzun dibindeki Ege adaları, Yunanlı’lara bırakıldı. Ege denizi kıt’a sahanlığı, Kıbrıs halen önümüzde birer sorun olarak duruyor. Burada, akla şu gelmekte. Ne demiş Padişah Abdülhamit “Yunanistan, sadece Atina’dan idare edilemez?”
Dün yaşananları, bugün de biz yaşıyoruz.