Günlerden bir gün: Ankara-Eskişehir yolu üzerinde bulunan, Armada alışveriş merkezinin hemen önünde bulunan büyük bir maket çapa dikkatimi çekti. Öyle ya: Ankara gibi, Anadolu’nun bozkırlarının ortasında kurulu bir şehirde, gemi çapa’sının ne işi var? Hani, Ankara bir deniz kıyısı kenti olsa, gemi çapa’sını anlamak mümkün olabilir. Ama, öyle değil, bu çapa’nın burada işi ne?
Evet, kesinlikle ilginç gelecek bir gerçek var. O da şu: Ankara şehrinin tarihi süreç içindeki ilk kurucuları: deniz kökenli bir kavim ve bunlar; buraya gelirken, hatıra olarak yanlarında, bir çapa getirmişler ve bu çapa; onların geldikleri yöreleri, denizleri anmaları için, yerleşim yerinde bulunan bir simge olarak, yıllarca önemini korumuş.
Hikayenin, özeti yukarıda. Gelelim, şimdi biraz daha ayrıntılı olarak, bu çapa olayından söz etmeye. Ankara’nın simgesi “çapa” olur mu diye düşünen okurlar için, inanıyorum ki, ilginç bir bilgi birikimi olacaktır.
FRİGLER DÖNEMİNDE, ANKARA ŞEHRİNİN KURULMASI:
Günümüzdeki Polatlı yöresinde Gordion şehrinde konuşlanmış bulunan Friglerin kralı Midas: bir gece, rüya görür. Rüyasındaki ses, ona “Topraklarında hemen bir gemi çapası ara ve o çapanın bulunduğu yere bir şehir kur, bu şehir sana mutluluk getirecektir” der.
Bunun üzerine: Kral Midas, tüm adamlarını, bölgede “gemi çapası” aramak üzere gönderir. Zamanla, bugünkü Ankara kalesinin bulunduğu yerde, bir gemi çapası bulurlar. Bunun üzerine, hemen oraya bir şehir kurarlar. Kurulan şehrin adına ise, gemi çapası anlamına gelen “Anker” ya da “Ankira” ismini verirler. Bulunan gemi çapasını ise, uzun yıllar, tapınaklarında saklarlar.
Evet: gemi çapası konusu ilk kez, burada geçiyor. Ancak: bu söylencede: Friglerden önce, bu gemi çapasının, buraya yani Ankara şehri yerleşim yerine nasıl geldiği belli değil.
Bir başka söylence ise şöyle:
Galatlar: MÖ.280-274 yılları arasındaki dönemlerde, Balkanlar ve Ege kıyılarında yaşamakta olan, Orta Avrupa kökenli “Kelt” halkıdır.
MÖ.280 yılında: Brennios komutasında, doğuya doğru yürüyüşe geçen Galat halkı: bugünkü Macaristan ve ardından Yunanistan’daki Delphi kentini yağmaladılar. Aynı yıl: Byzantion (İstanbul) kenti karşısındaki bir tepeye karargah kurarak, kenti bir süre tehdit ettiler. Galatların, bir kış mevsimi geçirdikleri bu tepe, bu tarihten sonra “Galata” olarak anılmaya başlanır. Uzun görüşmelerden sonra: Byzantionlular, Galatlara, büyük haraç ödemek ve boğazı geçmelerine yardım etmek koşulu ile, kurtulurlar.
Boğazın karşı yöresine, Anadolu’ya geçen Galatlar: MÖ.277-274 yılları arasında: Ege kıyılarını yağmalarlar. MÖ.274 yılında ise, Bergama krallığı, Galatları büyük bir yenilgiye uğratır ve onları, Orta Anadolu bölgesine doğru sürer.
MÖ.273 yılları. Karadeniz kıyılarında hüküm süren Pontos ülkesinin kralı Mithridates: İstanbul boğazından geçerek Karadeniz’e giren Mısır donanmasına karşı savaşmak üzere: daha önce antlaşma yaptığı “Galatlar”dan yardım ister ve çoğunluğunu Galatların oluşturduğu Pontos ordusu, Batı Karadeniz bölgesindeki “Paplogonia” düzlüğünde toplanır. Mısır donanması, Sinop doğusunda karaya çıkar ve burada yapılan kanlı savaşlar sonunda: Galatlı askerlerin yoğunlukta olduğu, Pontos ordusuna yenilirler.
Galatlar yani Tektosaglar: yanan Mısır gemilerinden elde ettikleri ganimetleri, 3 boy arasında bölüşürler. Geminin çapasını da, olayın hatırası için yanlarında getirirler.
Karadeniz kıyılarındaki hükümdar Pontos ülkesi kralı Mithridates: Karadeniz kıyılarında, Mısır donanmasına karşı yaptığı savaşta, kendisine yardım eden “Galatlar” ın; isteklerini kıramaz ve onlara: Anadolu içlerinde yerleşebilmeleri için toprak verir.
GALATLARIN ANADOLU’DA ŞEHİR KURMALARI:
Galatlar: kendilerine verilen bu topraklar üzerinde, 3 şehir kurarlar. Bu kentler: daha önce Frigler tarafından kurulan Pessinus şehrinin bulunduğu yerde: Nemeton kenti. Diğeri: şarap yapmakta öne çıkan Trokmiler tarafından kurulan Tavion kenti. Ve diğeri: Tektosaglar tarafından daha önce bir Frigya şehri bulunan yerde kurulan, Ankyra kenti.
ANKYRA (ANKARA) ŞEHRİNİN KURULUŞU:
Testosaglar: yerleştikleri bu yeni yere: biraz önce söylediğim gibi “Ankyra” adını verirler ki, bu kelimenin anlamı “Durduran-Yol kesen” dir. Bu deyim, daha sonra gemicilikte kullanılarak, “gemi çapası” yani “Anchor” anlamını alır. Bir söylentiye göre: Ankara kalesinin bulunduğu kayalık yerin görünümü “gemi çapası” na benzemektedir. Ancak, esas olan, Galatların: Karadeniz’den gelirken, beraberlerinde bir gemi (savaşta yendikleri Mısır gemisine ait) çapası getirmeleriyle bağlantılıdır.
Evet, bölgeye yerleşen Galatlar: Ankyra kenti çevresindeki bağlarda: kaliteli üzüm yetiştiğini anladıklarında, şarapçılık yapmaya başlarlar. Ürettikleri bu şarapları, yine kendi ürettikleri fıçılarda sakladılar ve komşu krallıklara sattılar. Ancak: Anadolu’nun nehirleri, kendi anavatanları olan “Galya” daki gibi, taşımacılığa elverişli değildir. Bu nedenle, şarap fıçılarını özel geliştirdikleri katır arabalarında taşıdılar. Aslında: yerleştikleri bu yeni bölge yani Anykra: o çağda, günümüzdekinden çok daha fazla orman, tarla ve çayırlıklara sahipti. Bozkır daha azdı. Ankara civarında, günümüzdeki kurak tepelerin yerinde, geniş orman alanları uzanıyordu. Bu ormanlık alanlarda: meşe, gürgen ve çam ağaçları ve Galatların çok sevdikleri kutsal hayvanları olan: geyikler ve yaban domuzları bolca bulunuyordu.
Galatlar: yeni yerleşim yerlerine, bir de kale (günümüzdeki Ankara kalesi) yaparlar.
ROMA İMPARATORLUĞU DÖNEMİ:
Sarışın ve mavi gözlü Galatlar: MÖ.1.yüzyıl sonlarında, Anadolu’da güçlenen Romalıların egemenliği altına girerler ve kendi kültürlerini koruyamayarak asimile olurlar. MÖ.189 yılında, Romalı general Vulso: Galatları yenerek, Anykra şehrini ele geçirir.
Hatta: MS.1.yüzyılda, St.Paulus’un çalışmaları sonucu, Hıristiyanlığı ilk kabul eden Anadolu halkının, Galatlar olduğu söylenir. St.Paulus’un, Galatyalılara Mektup isimli yazıtı, İncil’i oluşturan kitaplardan biri olarak kabul edilmiştir.
İşte bu dönemlerde: Anykra, Anadolu’nun en güzel şehirlerinden biri olur. Günümüzde, Ulus semtindeki Augustus tapınağının bulunduğu yüksekçe tepede, şehirde yerleşim olduğu sürece tapınma yeri bulunmuştur. Şehir halkı ise, bu tapınma yerinin çevresindeki bölgeye yerleşmiştir. Çankırı caddesi üzerindeki “Roma hamamı”, kale dibindeki “Roma Tiyatrosu” ve Hisar Tepesindeki “Kale”. İşte size Ankara şehri.
Burada oturanlar: Roma imparatoru Augustus’un, kente yaptırdığı: forum, tiyatrolar, sirkler, hamamlar, yollar, kaldırımlar, taşları döşenmiş caddeler, saraylar ve güzel villaları imrenerek seyrederler. Her yerde, heykeller vardır. Roma döneminde, Anykra şehrinde yapılan ve günümüze kadar ulaşan yapılar şunlardır:
ROMA HAMAMI:
Halen dünyadaki 3 büyük hamamdan biridir. MS.2.yüzyıl sonu ve 3.yüzyıl başlarında yapılmıştır.
Hamamda: yılan tutan, kocaman bir el simgesi bulunmuş olup: bu simge; yapının, Sağlık Tanrısı “Asklepius” adına inşa edildiğini düşündürmektedir.
Hamamın ortaya çıkarılması kazılarında: Roma İmparatoru Caracalla ve annesi Julia Donma adına yapılmış, çok sayıda sikke bulunmuştur.
Kentten, 60 km. uzaklıktaki “Elmadağ”dan getirilen su: bu hamam ile birlikte, bütün yerleşim yerlerine dağıtılıyordu.
ROMA TAPINAĞI:
Roma imparatoru Augustus: şehirde kendi adını taşıyan bir tapınağın yapılmasına izin verdi. MS. 10 yılında tamamlanan tapınağın duvarlarına: imparatorun Roma’da bulunan vasiyetnamesinin Latince ve Yunanca kopyaları yazıldı. Tapınak, günümüzde, Ulus semtinde, Hacıbayram camisinin hemen yanındadır.
Tapınağın cephesi ve giriş yeri, Helen kutsal yapılarında olduğu üzere, doğuya değil de, batıya dönüktür. Bunun nedeni: burada, Helen yerleşiminden önce de, daha önceki kültürlere ait bir tapınma yeri bulunmasıdır. Çünkü: Ankara yerleşiminde, Romalılardan önceki dönemde: 2 tanrıya tapılıyordu. Bunlar: Bereket Tanrıçası Kybele ve Ay Tanrısı Men.
Kybele: Friglerin en önemli tanrısıydı. Men ise, Luvi kökenli bir tanrı olup, ona da, Frigler ve Lydialılar tapıyordu. Bunun yanında: bu bölgede yaşayan Helenler de, Men’e tapıyorlardı. Bu tapınma için, bugünkü tapınağın bulunduğu yere, bir tapınma yeri yapmışlardı.
Roma İmparatoru Augustus (MÖ.27-MS.14): ölmeden 16 ay önce, Vesta rahibelerine, 4 adet belge verir.
Birincisi: vasiyetnamesidir.
İkincisi: Cenaze töreni hakkındaki istekleri,
Üçüncüsü: Parasal ve askeri durumu ile ilgili kayıtlar,
Dördüncüsü: Yaşadığı sürece yaptığı işler-icraatlardır. Yani: tanrılaştırılmış Augustus’un yaptığı işler.
Her ne kadar, 4 belge verdiği bilinse de, bunlardan yanlızca ‘ index rerum gestarum” isimli “Dördüncüsü” günümüze kadar ulaşmıştır. Bu da: Ankara Augustus Tapınağının duvarındadır.
Latince ve Helence olmak üzere, 2 dille yazılmıştır. Çünkü: o dönemde, Ankara yöresinde dil olarak Helence konuşuluyordu.
Latince metin: tapınağın “Pronaos” yani “Ön oda” denilen, iki yan duvarının iç yüzeylerindedir. Hacıbayram Camiine yakın olan duvarın üstünde; halen, okunaklı iri harflerle “RE-RUM GESTARUM DİVİ AUGUSTİ” yani “TANRILAŞTIRILMIŞ AUGUSTUS’UN İCRAATLARI” sözcükleriyle başlayan metin: duvarın büyük bölümünü kapsar.
Latince yazıtın arkası, onun karşısında kalan duvarın iç yüzünde devam eder.
Latince metnin Helence çevirisi ise, bu duvarın, yani batı-doğu doğrultusundaki tapınak duvarının dış yüzündedir.
Tapınak: Bizans döneminde, Hıristiyanlığın kabulüyle kiliseye dönüştürülür. Ortadaki büyük odanın, güney duvarına, 3 pencere açılır. Ortadaki büyük oda ile, arka odanın arasındaki duvar yıkılarak, büyük bir oda yapılır.
JULİANUS SÜTUNU:
Roma imparatoru Julianus’un, MS. 362 yılında, Ankara’dan geçerken, anısına, günümüzde Ulus semtinde bulunan “Julianus Sütunu” dikilir. Sütun: yivli taşlardan oluşmuş ve yaprak biçiminde bir taç ile süslenmiştir.
Tektosaglar: Yunanistan’da-Delphi şehrini yağmaladıklarından bu yana: epeyce değişmişlerdir. Ancak: yine de, bazı geleneklerine bağlı kalmışlardır. Özellikle: çok kalabalık olarak gerçekleşen şölen geleneği, aynen devam etmektedir.
TÜRKLER DÖNEMİ:
Derken: 1071 yılında, Bizanslılar, Malazgirt’te, Türkler tarafından büyük bir yenilgiye uğratılırlar, ancak, Türkler, bu zaferden sonra geri çekilirler. Bu sırada: Roussel de Bailleul; Bizans imparatorluğuna ihanet ederek, kendine bir krallık kurmak ister. Galatlara da güvenerek, Anadolu’yu ele geçirmek üzereyken, Bizanslılar, büyük bir hataya düşerek, Selçukluları yardıma çağırırlar. Bunun üzerine, binlerce Türk, Türk yaylalarından Marmara’ya doğru ilerler ve bir daha geri dönmezler.
Galat kaleleri: Türklere birkaç yıl daha direnir, ancak daha sonra her şey biter. Ancak: Türkler, kale halkıyla oldukça iyi anlaşırlar. Kendi ordularına, serüveni seven bu insanları da alırlar. Böylece: Türk-Galat kardeşliği başlamış olur.
Selçuklu döneminde: Ankara şehrinin adı: Zatül Selasil.
Takip eden dönemde ise, şehre “Engür” ismi verilir. Aslı Farsça olan kelimenin anlamı “Üzüm” dür. Bu isim: bir zamanlar: bağlık-bahçelik olarak bilinen Ankara şehrini, gayet güzel ifade etmektedir. Çünkü: o dönemde, Ankara ve çevresi: üzüm’ün anavatanıdır. Özellikle: Kavaklıdere bölgesinde, en iyi şarapların üretildiği bilinmektedir. Bu ismin kullanılmasındaki bir diğer iddia ise: Ankara kalesinin halka “angarya” ile yaptırılmasıdır.