Yer: Burdur şehri, Gölhisar ilçesi yakınlarında: “Boubon” şehri.
Şehir: İbecik ve Pırnav ovalarına hakim Dikmen Tepesinin güney yamaçlarında kurulmuştur. Yamaçlarda: büyük bölümü ev olarak kullanılan yapılar bulunmaktadır. Tepenin zirvesinde ise; kaya kütlelerine oyulmuş, sunaklar bulunmaktadır. Bunların yönü: şehre dönüktür ve hemen aşağıdaki evlerin güney yamaçlarına tamamen hakim bir noktadadır. Bu yüzden: şehri yöneten kral zaman-zaman burada oturarak, gururla şehri seyretmektedir.
Şehirde: “Sebastion” yani “Tanrının evi” olarak isimlendirilen yerde: İmparator ve Tanrı heykelleri bulunur ve bu heykellerin büyük bölümü: metal yani bronzdan yapılmıştır. Çünkü: antik dönemde, şehrin en büyük özelliği: burada bulunan, büyük “Bronz Heykelcilik Okulu ve Atölyesi” dir. Bronz heykeller: antik dönemden günümüze pek kalmamıştır, çünkü: bronz, tarihi süreç içinde, eritilebildiğinden, bir eser, yapıldıktan sonra eritilerek, yeniden başka bir kalıba konulabilmektedir.
MÖ.190 yılında; Boubonlular; Araxa şehrinin müttefiki olarak, I. Mithridates savaşına katılırlar. Daha sonraki tarihi süreçte ise: bölgedeki diğer Tetrapolis şehirleri gibi, Lykia egemenliği altına girer.
MS. 43 yılında ise, bölgede Roma egemenliği görülür ve şehir bir Roma eyaleti haline gelir.
İşte, Boubon şehri hakkında, günümüze kadar ulaşabilen başlıca bilgiler bunlardan ibarettir. Şehrin en büyük özelliği, biraz önce de söylediğim gibi Bronz Heykelcilik Okulu ve Atölyesinin bulunmasıdır.
Aradan binlerce yıl geçer. Gölhisar ilçesi yakınlarında İbecik köyü kurulur.
Derken: İbecik köyünün 2.5 km. güneyinde, büyük bir antik şehrin kalıntıları mevcuttur. Bu kalıntılar: uzun süre burada bulunmasına rağmen, yöre insanının dikkat ve ilgisini çekmez. Ta ki: 1960 yılına kadar.
1960 yılına gelindiğinde ise, antik dönem kalıntılarına ilginin artması ile; Boubon antik şehrinin kalıntıları, yöre köylüleri tarafından kazma-kürek kullanılarak kazılmaya ve hatta ücretli amele tutularak kazılmaya başlanır ve bunun sonucunda, kalıntıların bulunduğu bölge delik-deşik edilir ve sanki havadan bombardıman edilmiş gibi bir görüntü ortaya çıkar. Dikmen Tepe, eteklerinden başlayarak, zirvesine kadar tümüyle kazılır.
Yine: aynı dönemde, belirli günlerde, yabancı alıcılar gelirler ve köy meydanına yapılan eserlere fiyat biçerlerdi.
Günümüzde, şehir harabelerini gezerken, en çok göze çarpanlar: çevreye yayılmış, pişmiş topraktan yapılmış: testi, tabak, kadeh, saklama kabı gibi parçalardır. Çünkü: antik eser alıcıları ortaya çıkınca, antik şehir kalıntılarına hücum eden yöre köylüleri: kazı yaparken, yalnızca metalden yapılmış kalıntıları bulma gayreti içine girmişler ve bunların dışındakilere rağbet etmemişlerdir. Bunun sonucunda ise, antik şehir, tamamen kırılmış, parçalanmış pişmiş toprak parçaları ile dolar. Yani, büyük bir tarih, yöre köylüleri tarafından tamamen yok edilir.
Bir antik yerleşim yerinde “kaçak kazı” yapmak ayrı bir olay, ama bir antik şehrin tümünün “kaçak” olarak kazılması, bambaşka bir olaydır.
Özellikle: Bayram Çömbül isimli ve kendi halinde bir köylü olan yöre insanı: bu kaçakçılık faaliyetleri sonucu, birden zengin olur ve bulduğu 14 bronz heykelden, 13 tanesini pazarlayarak, bütün geçimini, kaçakçılıktan karşılamaya başlar. Tabii geçim ötesinde, bu işten zengin olduğu da aşikardır.
Çömbül: her ne kadar basit bir kaçakçı olarak değerlendirilse de, bulduğu bronz heykelleri, nerede ve ne şekilde bulduğunu, bir deftere kayıt tutarak işler ve kendisinin bu uygulamasına akıl erdirmek mümkün olmaz. Ama, bu defter sayesinde, heykellerin bulundukları yerler kanıtlanabilir. Anadolu’da: büyük çoğunluk, bu antik kentleri yağmalanacak ve taşları inşaat malzemesi olarak kullanılacak yerler olarak görüp zengin olma düşleri kurarken; Bayram Çömbül’ün defter tutması, kendisinin farkında olmadığı sonuçlar yaratır ve heykellerin, buradan bulunduklarının en büyük kanıtı olarak bu defter kullanılır.
Ancak: elbette, kaçakçılık parayı getirir, para mücadeleyi, mücadele çekememezliği ve düşmanlığı getirir ve en sonunda: kaçakçılar birbirine düşer ve Bayram Çömbül, esrarengiz şekilde ölü olarak bulunur.
Kaçakçılık o kadar büyük boyutlara ulaşır ki: gerek bölgenin gözlerden uzak olması ve gerekse zor ulaşılabilir olması nedeniyle: Boubon şehrindeki heykellerin birçoğu yurt dışına kaçırılır. Hatta: kaçırılırken yaşanılan bazı olaylar, hikayelere konu olur.
Şöyleki: yapılan ihbar sonucu boş bir kamyonet emniyet güçleri tarafından takip edilip, durdurulup aranırken, öte yandan içinde tarihi eser bulunan kamyon, Fethiye’de, kendisine verilen adrese (bu adresin: İller Bankası Müdürü olduğu söylenir) ulaştığı ve heykeli teslim ettiği söylenir.
1963 yılında ise, yine Boubon şehrinde bulunan bir heykelin: o dönemin ulaşım aracı olan bir jeep ile: sanki bir hasta, hastaneye götürülüyor gibi yastık-yorgan içine sarılıp saklanarak, İzmir Limanına kadar götürülmüş, ancak yapılan ihbar üzerine, limanında yakalanmıştır. ( kesik başlı bu heykel, halen Burdur Müzesinde sergilenmektedir.)
Yine de, bu yağmada, MS.2’nci yüzyıla tarihlenen birçok bronz heykel ve parçası, yurt dışına kaçırılmıştır. Ancak, küçük bir kısmı kaçırılırken yakalanmış ve Burdur Müzesi’ne teslim edilmiştir. Özellikle: halen Müzede sergilenmekte olan “Apollon Heykeli” en görkemli buluntudur.
Tarihler: 27 Nisan 1988 gününü gösterdiğinde, İsviçre’deki bir depoda, antik döneme ait bir bronz heykel ele geçirilir.
Helenistik dönemin Şarap Tanrısı Dionysos betimlenmiş, 143 cm. yüksekliğinde ve sol kolu bulunmayan bronz heykel: MÖ.2’nci yüzyıla tarihlenmektedir.
Dionysos: biraz önce söylediğim gibi, antik dönemin bağbozumu ve şarap tanrısıdır. Anadolu kökenlidir. İnanışa göre, kendisi: dağlarda ve ormanlarda, yaban hayvanları ve yaratıklarla birlikte yaşar. Yine, söylentilere göre: Hindistan ülkesine yaptığı bir yolculukta, yabani asma’yı bulur ve asma bitkisini ehlileştirerek, Anadolu ve Helen dünyasına kabul ettirir. Daha sonra ise, üzümden şarap yapımını öğretir.
Depo: Elmalı Sikkelerinin pazarlanmasında da adı geçen, gümrükte 98 kg. eroin ile yakalanarak, uyuşturucu kaçakçılığından İngiltere’de tutuklanarak 28 yıl hapis cezasına çarptırılan, E.T. isimli bir şahsa aittir.
İsviçre hükümeti: heykelin yasadışı yani çalınarak kendi ülkesine sokulduğunu tespit eder ve çalındığı ülkenin tespit edilerek iadesinin sağlanması için, İngiltere’ye gönderir. Çünkü: heykel, o sırada İngiltere’de tutuklu bulunan E.T. isimli şahsın deposunda ele geçirilmiştir.
İngiliz polisi: E.T. nin ifadesini alır ve bu ifadede: heykelin 1993 yılında Türkiye’de satışa çıkarıldığı ve bu satışta, E.T. tarafından birkaç kişi ile birlikte ortak satın alınarak, yurt dışına kaçırıldığını tespit eder.
Bunun üzerine: Türk Kültür Bakanlığı, harekete geçer ve heykelin, Anadolu kökenli olduğunu ve kaçak kazılarda ortaya çıkarılmasına rağmen, kaçakçılar tarafından yurt dışına çıkarıldığını ve geri iade edilmesi gerektiğini iddia eder. İngiltere’de tutulan bir avukatlık bürosuna, yaklaşık 20 bin sterlin ücret ödenir ve İngiliz Sara Elizabeth Dayman isimli kadının, E.T. isimli şahıs ile arasındaki borç ilişkisi nedeniyle, heykelin mülkiyet hakkını istemesine rağmen; İngiliz Yüksek Mahkemesi; 16 Ekim 2002 tarihindeki son duruşmada; kendisini haksız bulur ve 3 milyon d olar değerindeki heykelin Türkiye’ye iadesine karar verir.
Evet günümüzde: İbecik köylüleri tarafından talan edilen bu antik şehir kalıntılarının bir kısmı, pınar meşesi denilen sık çalılıklar içinde gizlenmiş durmaktadır.