Osmanlıların ve İran’ın güneyden Rusları sıkıştırmasını isteyen Fransız İmparatoru Napolyon: en güvendiği adamlarından birisi olan ve aynı zamanda çok yakın arkadaşı olan Korsikalı General Horace Sebastiani’yi, elçi olarak İstanbul’a gönderir. General Sebastiani: Napolyon Bonapart’ın ordularında generallik yapmış, daha sonra ise Louis Philippe döneminde 1830-1832 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı yapmış bir Fransız Mareşalidir.
Fransız general: İstanbul’da çok iyi karşılanır ve özel bir yakınlık görür. Hatta: Hıristiyan elçilerinin, Padişahın huzuruna kılıçlarıyla kabul edilmemesi gibi bir gelenek varken, Sebastiani, kılıcıyla birlikte Sultan’ın yanına girebilen ilk Avrupalı elçi olur.
Sultan III. Selim: Fransa ve Napolyon’un desteğiyle: orduyu modernleştirmek ve güçlendirmek istemektedir. Çünkü Rusya ve İngiltere gibi güçlü düşmanlar vardır. Fransızlar, 1801 yılında Danimarka’ya yönelik bir İngiliz donanması saldırısında, toplarla saldırıyı def etmişlerdir. Aynı durum: İstanbul için de uygulanabilirdi. Çünkü İngilizler, Çanakkale boğazını geçip Topkapı Sarayı önlerine geldiklerinde, Sultan III. Selim’i dize getireceklerine inanıyorlardı. O dönemin İstanbul’da bulunan İngiliz Büyükelçisi de, bu yönde ülkesine raporlar göndermişti.
Bunun üzerine, Amiral Duckword idaresindeki İngiliz donanması savaş gemileri, İstanbul’a doğru yola çıktıklarında, büyükelçileri Arbuthnot’da, 25 Ocak 1807 tarihinde, Osmanlı yönetimine bir ültimatom vererek; İngiltere Türkiye ittifakının yenilenmesini, Çanakkale boğazı kalelerinin İngilizlere teslimini ve Fransız Elçisi Sebastiani’nin ülkesine geri gönderilmesini istedi.
İngilizlerin verdiği bu ültimatom, Osmanlı Divanında görüşülür ve Sultan III. Selim, bu tehlikenin barış yoluyla halledilmesini ister. Divandan İshak Bey: Fransız elçiliğine gönderilir ve İshak Bey “Osmanlı Devletinin kendisini savunma durumunda olmadığını ve İngiltere’nin Fransız elçiyi, Osmanlı-Rus savaşının sebebi olarak gördüğünü” bildirir.
Fransız elçinin, buna tepkisi o günün şartlarını belirten ve tam bir ders verir mahiyettedir. “ Böyle 5-10 gemiye başkenti teslim etmek ne demektir? Bundan sonra Osmanlı devleti, bağımsızlığından ve toprak bütünlüğünden ne yüzle söz edebilecektir? Bu donanmada, asker yok ki karaya çıkıp ta memleketi zapt etsin. Sadece Sarayburnu’na yeteri kadar top yerleştirirseniz, bu donanmayı harap edersiniz. Tehlike, onlar için söz konusu. Hem sizin ateşinizden hem de uygunsuz bir rüzgarlar karaya vurmaktan korkarlar. Rüzgar elverse ve sizin toplarınız da hiçbir işe yaramasa bile, yapabilecekleri nihayet İstanbul’un bir-iki mahallesini topa tutup yakmaktan ibaret kalacaktır. İstanbul’da ikide bir yangın çıkıyor. Farzedelim ki, yine böyle bir yangın oldu, 1-2 mahalle kül oldu. Yanan yerler yapılır ama bir kere yıkılan devlet itibarı bir daha onarılabilirmi?
Osmanlılar, bunu kabul etmediler. Hatta İngiltere büyükelçisi Arbuthnot: İstanbul’da istenmeyen adam haline geldi. 19 Şubat 1807 tarihinde, İngiliz Kraliyet Donanmasına ait 11 gemi, Çanakkale Boğazından ilk kez geçerek, İstanbul’a doğru hareket ettiler. Çanakkale boğazının savunma mevzileri, gemilere top atışı yapmasına rağmen, her hangi bir zarar veremediler. İngiliz Amiral Duckwood’un küçük filosu, Çanakkale boğazı ve ardından Marmarayı geçmesine rağmen, Boğaza girip Topkapı Sarayını tehdit eder pozisyon alamadı. Çünkü: Karadeniz’den esen güçlü rüzgarlar ve şiddetli akıntı, İngiliz gemilerinin istediği yerde demirlemesine imkan vermedi. Zorunlu olarak ancak Büyükada önlerinde demirlediler. Ama İstanbul’a 10 km uzaklıktaki bu mevkiden, bir tehdit unsuru olamadılar.
İngiliz gemilerinin kıyıya kadar sokulamaması üzerine, şehirde savunma önlemleri alındı. Amiral Duckworth, 22 Şubat günü gemilere İstanbul şehrini bombalama emrini verdi. Ancak şehre fazla sokulamadıklarından bunun etkili olmayacağını anladı ve emrini geri aldı. Sonunda İngiltere gemileri, Şubat ayının son günü, İstanbul’dan ayrılarak Marmara’ya açıldı.
Tüm bu olayların ardından, General Sebastiani: Sultan III. Selim’e: Türklerin en büyük düşmanlarını tarif ederken, şu sözleri söylemiştir “ Sizin İngiltere ve Rusya’dan çok daha güçlü düşmanlarınız var ki, bunlar “İnşallah”, “maşallah” ve “bakalım” dır.” 1807 yılında, yani günümüzden yıllarca önce, bir Fransız generalinin bizi anlatan bu sözleri, takip eden dönemlerde de bolca kullanılmaktadır. Her türlü sorunun üstesinden gelmek için: inşallah, maşallah ve bakalım kelimeleri sık sık kullanılmaktamıdır?