Kore Savaşı

Kore Savaşı

Güzel bir yaz günü, Ankara’da, Ulaştırma Bakanlığının hemen çarpraz karşısındaki bir yer dikkatimi çekti. Aslında uzun yıllardır, Ankara şehrinde yaşarken, belki defalarca önünden geçtiğim ve sizlerin de geçtiğimiz bu anıt “Kore Savaşı Şehitleri Anıtı” Bu anıtın bulunduğu alana girdiğinizde: Kore Savaşında şehit olanların isimlerinin yazılı bulunduğunu görüyorsunuz.
Peki: bu anıtta, taş zemin üzerine kazınan bu isimler, neden ve nasıl şehit oldular? Bu insanlar en değerli varlıkları olan canlarını nasıl ve neden verdiler? Peki, ya geride kalanları? Bunları düşününce, Kore Savaşını incelemek istedim. Okudum, okudum, okudum ve yazdım. Buyrun sizlerde okuyabilirsiniz, bir “Kore Savaşı Macerası”

KORE SAVAŞI:

SAVAŞ ÖNCESİ:
Kore: 1900’lü yıllar öncesinde: kolera salgını ile hırpalanan, okuma-yazma oranı düşük ve endüstrileşmemiş bir ülkeydi. 1905 yılında: Japonya yani bölgenin en büyük gücü: Çin üzerinde baskı kurmak için, bu bölgedeki Rus Çarlığını bertaraf ederek, Kore ülkesini işgal eder.
Bu işgal sürerken: 1917 yılında, Çarlık Rusya’nda Bolşevik Devrimi ve sonunda komünist rejim ve Stalin iş başına geçer. Çin de ise, yine kızıllar, yani Mao idareyi ele geçirir.
1945 yılında, II.Dünya Savaşı sonunda yenilen Japonya: Kore topraklarından çekilir. Kore ülkesinin kuzey bölümü 12 Ağustos 1945 tarihinde SSCB ve güney bölümü ise, 8 Eylül 1945 tarihinde Amerikan birlikleri tarafından işgal edilir. Bu iki süper güç: Kore ülkesinde, kendilerine bağımlı hükümetler kurarak, egemenlik kurma uğraşısına girerler. Böylece: Kore ülkesi, ikiye bölünür. Arada ise, 38. enlem, sınır olarak kabul edilir. Ancak: 1950 yılı başlarında, Amerikan Dışişleri Bakanı Dean Acheson: yaptığı bir konuşmada: “ Amerikan menfaat sahaları sınırlarını çizerken, Güney Kore’yi belirtmeyi ihmal eder”. Bu durumu: Kuzeyde yerleşik ve komünizm yanlısı Kore hükümeti, kendileri için bir yeşil ışık olarak algılarlar.

ÇATIŞMALAR BAŞLIYOR:
Kuzey Kore’de iktidarı elinde bulunduran yerel hükümet: SSCB gizli desteğini alarak; Amerikan Dışişleri Bakanının beyanına da güvenerek; güney bölümüne saldırır ve Seul kentini ele geçirir.
Bunun üzerine: ABD Başkanı Truman: Japonya’da konuşlu bulunan Amerikan Birlikleri Komutanlığından, Güney Kore’ye askeri malzeme yardımı yapılmasını emreder. Ayrıca: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, toplantıya çağırılır.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER SAFHALARI:
Birleşmiş Milletlerde; 27 Haziran 1950 tarihindeki toplantıda: “Kuzey Kore’nin saldırgan olduğu ve birliklerini 38. enlemin kuzeyine çekmesi” yönünde, bir karar alınır.
Kuzey Kore hükümeti: alınan bu kararı kabul etmez.
Birleşmiş Milletlerin, bir bölgeye müdahale edebilmesi için, güvenlik konseyinin çoğunluğunun oyu yetmez. Daimi 5 ülkenin (Amerika, Fransa, Çin, İngiltere, Rusya) oybirliği şarttır. Rusya oylamaya katılmayınca, Amerika Dışişleri Bakanı, getirdiği teklifle, Güvenlik Konseyi yerine, Genel Kurul’a, müdahaleye karar verme yetkisi tanınmıştır. Ancak, bu durum: Rusya’nın oyuna gerek görülmeden alınan bir karar olduğundan, Birleşmiş Milletler prosedürüne aykırıdır. Ancak, daha sonra emsal karar olmuş ve uygulanmasına devam edilmiştir. Evet, Genel Kurulda, Kore’ye müdahale konusunda karar alınır.
Böylece; ABD Askeri güçleri harekete geçerler. Aynı gün: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi: Birleşmiş Milletlere üye ülkeleri, Güney Kore’ye yardım etmeye yönelik bir çağrıda bulunur. Bu çağrıya: aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke olumlu cevap verir.

ÇAĞRIYA OLUMLU CEVAP VEREN ÜLKELER:
Bu 16 ülke: askeri güçlerini bölgeye gönderirler.

TÜRKİYE DURUM:
25 Haziran 1950 tarihinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, müdahale kararı aldığında, Kore’ye asker göndermeyi ilk teklif eden ülke “Türkiye” oldu. Ama aynı zamanda, diğer 15 ülkeden farklı olarak, savaşa sembolik değil de, Tugay seviyesinde büyük askeri güçle katılmayı teklif eden bir ülke. Bununla da bitmedi: Türkiye, diğer ülkelerden ayrı olarak, askerlerini Amerikan ordusunun emrine vermeyi kabul eden, tek ülke olarak da tarihte yerini aldı.
Türkiye hükümeti tarafından bu karar alınınca: SSCB etkisiyle, komünist rejimin egemen olduğu Bulgaristan’da yaşayan Türkler, ülkemize göçe zorlandılar. İki yıllık süreçte, Bulgaristan’dan, ülkemize 37.351 aile ve onların oluşturduğu 154.393 göç etmek zorunda bırakıldılar.
Dönemin hükümeti: Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine yazdığı niyet mektubu: TBMM tarafından oybirliğiyle onaylandıktan sonra, Kore’ye gönüllü bir milis gücü gönderilmek üzere, bir dernek kurulur. Kurulan bu derneğe: daha ilk gündü: 3000 kişinin başvurduğu biliniyor. Bu elbette şaşırtıcı bir rakam, çünkü, Amerika’da bile, bu kadar gönüllü yoktu.
25 Temmuz 1950 günü akşamı: Türkiye’nin, Kore’ye 4500 kişilik bir birlik göndereceği kararı: büyük bir gururla, kamuoyuna açıklanır. Ancak, muhalefet partileri, hükümetin bu kararını, sadece “TBMM’nin onayı alınmadığı” için eleştirirler. Hükümet ise: “İlan edilen savaş değil ki, sadece Birleşmiş Milletler kurallarını ihlal eden bir güce ceza verileceği” diye savunur. Yani: TBMM’nin onayının alınmasına gerek görülmez.
Bu karar üzerine, toplumdaki tepkiler şöyle gelişir: Cumhuriyet Gazetesi: “Milli Birliği bozmamaya dikkat” diyerek, desteğini sunar. Dönemin en büyük öğrenci örgütü, Türkiye Milli Talebe Federasyonu Başkanı Can Kırıç: “karardan dolayı” hükümete şükranlarını sunar ve Türk gençliğinin kendisine verilecek her türlü görevi, başarmaya hazır olduğunu” söyler.
En önemlisi, Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki: “Kore harekatına katılarak bu savaşta ölenlerin şehir olacakları” fetvasını verir.
Bu arada: hükümetin Kore savaşına katılım kararına, yanlızca Behice Boran’ın önderliğini yaptığı “Barışseverler Derneği” kampanya düzenleyerek karşı çıkar. Ama, bu tepki, Boran’ın hapse mahkum edilmesiyle sonuçlanır.

Bu arada: bu dönemdeki dünya siyasetini bilmekte de yarar var. Şöyleki: Türkiye; Haziran 1941 tarihinde, Almanya ile saldırmazlık paktı imzalayınca: başta Amerika olmak üzere, Almanlarla olan bu yakınlaşma, Sovyetler Birliğini çok kızdırdı. 1945 yılında, Almanya savaştan yenik ayrılınca: İngiltere, Rusya ve ABD tarafından, Yalta Konferansında, San Fransisdo’da yapılacak ve Birleşmiş Milletlerin kuruluşunun sağlanacağı toplantıya : yanlızca Almanya’yı ortak düşman eden ülkelerin katılmasına karar verildi. Dolayısıyla, Türkiye, kurulmaya çalışılan yeni dünya sisteminin dışında kalıyordu.

Türkiye: bunu önlemek için, 23 Şubat 1945 tarihinde, Almanya ve Japonya’ya savaş ilan eder. Ancak: Sovyetler Birliği, bununla tatmin olmaz. Daha da ileri giderek: Türkiye’den karşılanması imkansız isteklerde bulunur. Bu isteklerinden özellikle: Kars ve Ardahan’ın kendilerine verilmesi isteği, Türkiye’de büyük tepkiyle karşılanır. Ruslar: Türk sınırına asker yığmaya başlarlar. İnsanlar, her an sınırlardan, bir Rus tankının girmesini korkarak beklemeye başlarlar. Yani: Türkiye’nin, Batı ile ve özellikle en büyük güç olan Amerika ile yakınlaşmasından başka seçeneği kalmamıştır.

Ancak: Amerika, Doğu Akdeniz bölgesinde, Türkiye ve Yunanistan’ın önemini bildiği için “Marshal Yardımı” ile, bu iki ülkeyi desteklemeye başlar. Bu ilgiden cesaret alan Türkiye, Nisan 1949 tarihinde, NATO’ya üye olmak için müracaat eder. Ancak, bu müracaat kabul edilmez. NATO güçleri, Türkiye’yi birliğe üye olarak almak için, Kore’ye asker gönderme şartını ileri sürerler.

TÜRK ASKERİ GÜCÜ:

PERSONEL:
Türk askeri gücü: 1 Tugay ve 241.Piyade Alayı: Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komutasına verilir. Askeri birliğin personel mevcudu: 259 Subay, 18 askeri memur, 4 sivil memur, 395 Astsubay, 4414 Erbaş ve Er olmak üzere, toplam: 5090 personelden oluşmaktadır. Savaşa katılacak askerler, özellikle 1929 doğumlular arasından seçiliyorlardı.

Tugay Komutanı Tuğgeneral Tahsin Yazıcı: I.Dünya ve Kurtuluş Savaşına katılmış, çeşitli cephelerde savaşmış ve 1949 yılında Generalliğe yükselmiş bir askerdir. Ancak, bu yaşlı komutanın küçük bir kusuru vardı. Yabancı dil yani İngilizce bilmiyordu. Bu eksikliğin, ileride nelere malolacağını maalesef kimse görmemişti.
271.P.A.Komutanı olarak ise, Albay Celal Dora görevlendirilir.
Başlangıçta, Tugay gönüllülük esasına göre oluşturulacaktı. Ancak, sonradan bunun böyle olmadığı anlaşıldı. Askerlerin çoğu, Anadolunun yoksul köylü çocuklarıydı.
Az sayıdaki gönüllünün büyük bir kısmı ise “ailelerine çok iyi maaş bağlanacağı” vaadine kananlardı. Elbette, Kore topraklarındaki “komünizm” tehlikesinin bertaraf edilmesi amacı da, gönüllülerin yüreklerini dağlayan büyük etkenlerden biriydi.
Tugayın birlik yapısı ise şu şekilde oluşturulmuştu: her biri 3 taburdan oluşan, 3 piyade alayı, 1 topçu taburu, 1 istihkam bölüğü, 1 uçaksavar bataryası, 1 ordudonatım bölüğü, 1 ulaştırma bölüğü, 1 tanksavar takımı, 1 depo bölüğü.

TÜRKİYE TOPRAKLARINDAKİ ASKERİ EĞİTİMLER:
Ankara-Etimesgut’ta yapılan eğitimlerde: Kore savaşında kullanılacak Amerikan M1 piyade tüfekleri geç geldiği için, bu silahların atış eğitimleri yapılamadı. (bu eğitimler daha sonra yolculuk sırasında gemilerde yaptırıldı) Daha sonra: Polatlı’da, eğitimler sürdürüldü.
Ardından, Türk askerleri, trenlerle İskenderun’a götürüldüler.

GEMİ YOLCULUĞU:
Türk askerlerini, İskenderun-Kore arasındaki yolculukları: Mac Ree, Haan ve Private isimli Amerikan gemileriyle yapılacaktı. Gemiler, 25-30 Eylül 1950 tarihlerinde, hüzünlü törenlerin ardından, İskenderun limanından hareket ederler.
Türk birliklerinde: hiç gemiye binmemiş askerler çoğunluktaydı. Hatta, deniz bile görmemiş erler vardı. Onlar için, Akdeniz’in uçsuz-bucaksız suları, hele hele her türlü konfora sahip bu kocaman gemiler, anlatılmaz birer heyecan kaynağıydılar.
Gemilerde her türlü konfor vardı. Yemekler bol ve güzeldi. Ama, ekmek ancak 2 ince dilimden ibaretti. Çok ekmek yemeğe alışmış Türk askerleri, ne kadar yemek yerlerse yesinler, doymuyorlardı. Gemilerdeki un stokları ancak adam başına 2 ince dilim ekmeğe, yani Amerikan beslenme alışkanlıklarına göre düzenlenmişti. Ekmek eksiğini gidermek için, patates eklenmeye başlandı. İlk durak yeri olan Seylan Adasından, un sipariş edildi. Ancak, bu unlar da kurtlu çıktı ve ekmek sıkıntısı, Kore’ye kadar sürdü.
Gemilerde, başka sorunlar da yaşandı. Özellikle: alışık olmadıkları Amerikan tuvaletleri, rezervuarları, duş ve lavabo gibi aletleri kullanmakta sıkıntılar yaşandı. Bu sorunlar, erlere teorik ve uygulamalı dersler verilerek aşıldı.
Ortalama 22 gün süren deniz yolculuğu: teorik ve silahlı eğitimle değerlendirildi. Askerlere: Kore ve Kore savaşları hakkında bilgiler veriliyor, derslerde değişik savaş eğitimleri öğretiliyordu. Ayrıca, beraberlerinde götürdükleri Amerikan M1 piyade tüfeği atışları yaptırılıyordu.

KORE’YE ULAŞIM:
Gemiler; okyanusta geçen 22 günlük yolculuk sonunda “Puson” limanına vardılar.
18-19 ve 20 Ekim 1950 tarihlerinde, gemiler iskeleye yanaştılar ve yorgun ama inançlı Türk askeri gücü, iskeleye çıktı. İskeleye çıkıştı, törenler düzenlendi. Bir süredir sakal bırakmalarına izin verildiği için: uzamış sakalları, bellerinde dev kasaturaları ve süngüleriyle, karaya çıkan Türk askerleri, özellikle Korelilerin büyük ilgisiyle karşılaştılar. Amerikalılar ise, bu durumu şaşkınlık yanında gülümseyerek karşıladılar.
Kafileri rıhtımda, Tokyo’da Amerikalı General Mc.Arthur karargahında oluşturulmuş Türk irtibat gurubu subayları karşıladılar. Ayrıca: Amerikalı yetkililer, Puson Valisi ve Belediye Başkanı, ellerinde Birleşmiş Milletler bayrağı taşıyan Koreli öğrenciler ve halk karşıladı. Karşılıklı konuşmalar yapıldı, hediyeler alınıp-verildi. Törenlere: Amerikan ve Kore bandoları eşlik ettiler.

İLK EĞİTİM YERİNE GÖNDERİLME:
Törenlerden sonra, gelen kafileler: limandan araçlara bindirilerek tren istasyonuna götürüldüler. Trenlerle: “Taegu” kentine gönderildiler.
Bu tren yolculuğu da: Türk askerleri açısından ilginçti. Çünkü: Amerikan kumanyaları kullanıyorlardı. Bu kumanyalar: 3 öğün düzenlenmişti ve içlerinde: daha önce görmedikleri şeyler vardı. Yani: tatlısından tuzlusuna kadar her şey. Mehmetçik için, bu bir kral sofrası, daha doğrusu saray yemeği gibiydi. Fakat, bazı konservelerde, domuz eti bulunuyordu ve Türk askerleri tarafından yenilmeyen bu domuz etli konserveler de, yine Türk askerleri tarafından yol boyundaki, fakir ve aç Korelilere ikram ediliyor ve sevinçle karşılanıyordu.
Bu arada: Amerikan Dış İşleri Bakanı Foster Dulles tarafından, Türk askerleri hakkında: “çok masrafsız, günlük masrafları 23 centi aşmıyor” sözleri, değişik tepkilere neden olur.

TEAGU KENTİ:
Trenlerle buraya ulaşan kafileler, 20 Ekim 1950 tarihinde, Amerikan 8. Ordusunun emrine katılarak, eğitime başlarlar.
En büyük zorluk: şöför eğitimde kendisini gösterdi. Çünkü: % 98’i; kıta şöför eğitim merkezinde sürücülüğü öğrenen bu erler; yeterli eğitim fırsatı bulamadıklarından acemiydiler. Kore’de verilen zaiyatın % 10’u, sürücülerin araç devirmesinden ileri gelmişti.
Pusan ve Teagu kenti arasında: top, silah ve araç-gereç nakliyatı sırasında, bir sürü kaza oldu. Bu kazalar: yaralanmalara ve araç-gereçlerde zaiyata neden oldu. Ayrıca: Teagu kentinde: Türk askerlerinin sebep olduğu bir trafik kazasında: 2 Koreli çocuk ölmüş, 3 Koreli sivil yaralanmıştı.
O günlerde: Tokyo’da çıkan “Star” adındaki bir Amerikan dergisinde: Türk sürücüleri hakkında, şöyle yazılmaktadır: “Türk sürücüleri, Kore’ye ayak bastıkları andan itibaren, Korelileri ve Kore’deki Birleşmiş Milletler mensuplarını, korku ve heyecan sarmıştır. Türk sürücüleri: trafik kurallarına asla uymaz, yolun hep ortasını takip eder, geriden gelip korna çalarak yol isteyenlere asla yol vermez, yollarda yazılı en çok hız koşullarına bağlı kalmaz ve aracını her yolda, son hızla sürmekten zevk alır.” Tabii, ben bunu okuyunca, hemen günümüz aklıma geldi, aradan yıllar geçmiş, sürücü alışkanlıklarımızın günümüzde de pek fazla değiştiğini söylemek mümkün değil, trafik kurallarına uymamak genlerimiz de mi var yoksa?
Evet, Amerikalılar, korkudan üzerinde ay-yıldız işareti bulunan araçları gördüklerinde, kenara çekilip yol vermeye başlarlar.
Tüm bunların yanında: beslenme, tuvalet ve banyo gibi günlük işlemlerde de uyumsuzluklar çıkıyordu. Ayrıca, askerlerimizin dil bilmemeleri, dil bilen elemanların azlığı, bir sürü yanlış anlamalara ve tatbikatlarda ciddi sorunlar çıkmasına neden oluyordu. Zaten, takip eden dönemlerde, Türkiye’den bölgeye tercümanlar gönderilecekti.

CEPHEYE HAREKET:
Taegu şehrinde: eğitim ve atışlarda geçen 20 günün ardından, 7 Kasım 1950 tarihinde, 9. Amerikan Kolordusunun 25. Tugayının geri emniyetini almakla görevlendirilirler.

Niye geri bölge emniyeti? Çünkü: Türk birlikleri, bölgeye gelirken, niye ise, yanlarında cemse gibi araçları getirmezler. Dolayısıyla, Amerikan birlikleri ilerlerken, çoğu yaya olarak ilerlemek zorunda kalan Türk birlikleri, Amerikan birliklerinin hareketini yavaşlamaktadır. Bu yüzden, Türk birlikleri, geri bölge emniyetini almakla görevlendirilirler. Ayrıca: ABD.9.Kolordu Komutanı General John Walker: kendi üstlerine ; dil sıkıntısı ve eğitim, araç, gereç noksanlığı konusunda, durumun vahametini bildirir. Ama, Birleşmiş Milletler Komutanı Mac Arthur, bunlara aldırmaz, çünkü acelesi vardır, kendi askerlerine “Noel’e kadar” bu işin bitirileceği sözünü vermiştir.

10 Kasım 1950 günü, sabahı, erken saatlerde, 5000 askerden oluşan Türk birlikleri, Amerikan 8. Ordusu birlikleriyle birlikte, cepheye doğru yani Yalu nehri istikametinde hareket ederler.
Bu bilinen bir savaş değildir. Türk askerleri: kim olduğu, ne zaman ve nerede karşısına çıkacağı belli olmayan, gerillalara karşı savaşacaktır. Bunun yanında, birçok araç ve silah eksikliği vardır. Yeni silahlarla yapılan atışlar tamamlanmamıştır. Ama, yapabilecek bir şey yoktur.

Türk birlikleri: Kore’deki ilk şehidini, bu yolculuk sırasında verir. Uçaksavar bataryasının bir kamyonu devrilir ve araçta bulunan Astsubay Başçavuş Sedat Boran ölür.

Bu arada, Kore’deki genel durum şudur: Birleşmiş Milletler güçleri, Kuzey Kore birliklerini, daha önce işgal ettikleri Seul şehrinden atarak, 38. parelele sürerler, ancak burada da durmayarak, Kore’nin kuzeyini işgal etmeye başlarlar ve Çin sınırına ulaşırlar. Bu durumda, o ana kadar savaşa ilgisiz kalan Çin, tepki gösterir ve aktif olarak Kuzey Kore’yi desteklemeye başlar. Zaten, o dönemde, Mao yönetimindeki Çin, SSCB ile birlikte, Kuzey Kore’deki komünist yönetimi desteklemektedir.

24 Ekim 1950 tarihinde, Birleşmiş Milletler güçleri, savaşı bitirecek son bir hücuma girişecekken, sınırı geçen yüz binlerce Çinli, Kuzey Kore saflarında savaşa girişirler. Bunun üzerine; Birleşmiş Milletler güçleri bulundukları konumda kalırlar ve savaş: Amerika-Çin savaşı haline gelir.

Aslında: Amerika ve SSCB arasında, soğuk savaş yıllarındaki tek direkt çatışma burada yaşanmaya başlamıştı. Amerikan ve SSCB uçakları, Kore hava sahasında, birçok çatışmaya giriyorlar ve bunun sonucunda: birçok Amerikan ve SSCB uçağı düşürülüyordu. (Düşürülen uçak sayısı, savaş sonu blançosu: Amerikan 1300 ve SSCB 345 uçak) Ama, her iki taraf, savaşın büyümesinden ve dünya savaşına dönmesinden çekindikleri için, bu direkt çatışmaları gizli tutmuşlar, medya ve halka yansıtmamışlardı.

Tabii, birde olayın “nükleer silah” boyutu vardı. Amerikalılar, II.Dünya Savaşının sonunu getiren atom bombasını Japonya’da kullandıkları gibi, burada da kullanmaya deneyebilirlerdi. Ancak, karşılarındaki gizli güç, SSCB de de nükleer silah bulunması, bu olasılığı başlangıçta tercih dışına etti.

DÜŞMANLA İLK TEMAS: KUNURİ SAVAŞLARI:
24 Kasım 1950 günü, Amerikan 8. Ordusu : Çin sınırına doğru ilerleme emri alır. Kunuri bölgesinden hareket eden birlikler, Kacehon-Simnimni-Wawon boyunca hareket ederek Tokchon bölgesine doğru ilerlemeye başlarlar. 28 Kasım 1950 tarihinde, düşmanla ilk temas sağlanır. Sabaha karşı: Türk birliklerinin karargahının çevresindeki dağlardan, silah sesleri gelmeye başlar. Türk Tugayının Keşif Takımı, keşif görevi için gittiği bölgeden geri çekilirken, yol üzerinde gördüğü arızalı bir Amerikan telsiz kamyonunu kurtarmaya çalışırken: Çinlilerin baskınına uğrarlar ve takımın personelinin bütününe yakını imha edilir. Yanlızca, 2 subay ve birkaç er sağ kalır. Bunlarda, yaralılarla birlikte, esir edilirler.

Çinlilerin bu karşı saldırısı: çok ani ve etkili olur. Çünkü: Çinliler, genellikle gece ilerlemişler ve 18 gün boyunca, günde 30 km.yol almışlardı. Gündüz saatlerinde, yalnız keşif birliklerinin dolaşmasına izin veriliyordu. Diğer Çin askerleri, dağınık arazide saklanıyorlardı. Çinli komutanlar, gündüz, yerini belli eden askeri vurma yetkisine sahiptiler. Olumsuz hava ve arazi şartları da, düşman Çin ve Kuzey Kore askerlerine avantaj sağlıyordu.

Bölgedeki, Amerikan ve Güney Kore askerleri, aniden karşılarında gördükleri, bu büyük Çin güçleri karşısında başarılı olamayınca, geri çekilmeye, yani kaçmaya başlarlar. Ancak: bu geri çekilme ve karşıdaki düşman güçleri hakkında, Türk birliklerine herhangi bir bilgi verilmez. Daha sonra yapılan incelemelerde: bilgi verilmeye çalışıldığı, ancak Türk birliklerinde yabancı dil bilen bulunmadığından, verilen bilgilerin anlaşılamadığı öğrenilir.

Bu arada: kara harekatı sürerken, havadan destekle görevlendirilen Amerikan uçakları, bölgede dost-düşman ayırt edemediklerinden, çatışmaya yardımda bulunamazlar.

Geri çekilmeden haberdar olmayan Türk birlikleri: 28/29 Kasım 1950 gecesi; Çin askerlerinin cephe gerisine sızmasıyla iyice sıkışırlar. Gece karanlığında, Türk askerlerinin ısınmak için yaktıkları benzin bidonları, Çinli askerler tarafından, Türk askerlerinin yerlerinin öğrenilmesinde büyük etken olur. Gece, cephe gerisine sızan Çinli askerler ile Türk askerleri arasında büyük çatışmalar yaşanır. Ancak, Türk askerleri, sahip oldukları mevzileri terk etmezler. Bu sırada: Amerikalı ve Güney Koreli askerlerin kaçması için, zaman kazanılmış olur. Yani: Türk askerleri mevzilerini terk etselerdi, Amerikalı ve Güney Koreli askerlerle birlikte, topyekün bir imha söz konusu olacaktı.

Evet, bu gece, Türk birlikleri yerlerinden ayrılmazlar, ama büyük kayıplar verilir. Bir gecede: 78 kişi şehit olur ve 352 kişi yaralanır. Amerikan 8. Ordusu, tamamen geri çekilerek, kurtulur.

Yani: Birleşmiş Milletler Ordusunun tam bir bozgunu ve darmadağınık geri çekilme. Çünkü: karşısındaki düşman, bölgeyi çok iyi bilen, gündüzleri köylüler arasına karışıp, geceleri saldırıya geçen, azıcık prinç lapasıyla doyan, yere kıvrılıp uyuyabilen Çinli ve Kuzey Koreli askerlerdir.

Evet, Birleşmiş Milletler Ordusu geri çekilirken, bölgedeki Türk askerleri unutuluyor veya onların tabiriyle haber veriliyor ama yabancı dil bilen olmadığından, verilen uyarılar dikkate alınmıyor.

Neyse: 29 Kasım 1950 günü, Çin ordusunun kuşatma harekatı geçici olarak durdurulur. Ancak, aynı günün gecesi, Türk Tugayı, ikinci kez baskına uğrar. Daha önce söylediğim gibi, Türk askerleri ısınmak için, ateş yakmaktadırlar ve bu ateşler, Çinliler tarafından, Türk askerlerinin yerlerinin tespitinde en büyük etkendir. Çinliler; gece karanlığında, Türk birliklerinin çevresini sarmaya başlarlar, Türk askerleri direnir ve buz gibi bir havada, zifiri karanlıkta, Çinli askerlerin çıkardıkları ürkütücü sesler eşliğinde, geri çekilmeye başlarlar. Geri çekilen Tugayın arkasındaki 400 asker, Çinlilerle çarpışarak bir dağın eteğinde sıkışırlar. Sonunda teslim olmak zorunda kalırlar

Bu arada: biraz önce sözünü ettiğim gibi: cephedeki Türk Piyade Taburları; ne diğer müttefik birliklerle ve ne de kendi artçı birlikleriyle temas kuramamaktadırlar. Bunun sonucunda, elbette büyük zaiyat ortaya çıkıyor. Birleşmiş Milletler Güçleri, Türk birliklerinin kendileriyle aynı anda geri kaçmamaları ve Çinlilere karşı koyarak, onları oyalamaları nedeniyle, zaman kazanmışlar ve zaiyatsız olarak geri çekilmişlerdir. Ama, biraz önce söylediğimi gibi, tarih sahnesinde gizli kalan bir durum, “geri çekilme Türklere haber verildimi, verilmedi mi?” Bilmiyorum. Kimse bilmiyor.

Türk Tugayının kayıpları çok ağırdır. 26 Kasım-1 Aralık 1950 günleri arasında süregelen bir haftalık çatışmalarda: Türk Tugayı, Birleşmiş Milletler Ordusu içinde: asker sayısına oranla, en çok kayıp veren birliktir. Bu çatışmalarda: 12 subay, 7 astsubay ve 199 erbaş ve er olmak üzere, toplam: 218 şehit verilmiştir. Yaralı sayısı ise: 5 subay, 10 astsubay, 440 erbaş ve er olmak üzere, toplam: 455. Bunların yanında, kayıplarda yani esirler de var. Kayıplar: 7 subay, 2 astsubay, 85 er olmak üzere: toplam 94. Bunlar: savaş sonuna kadar, 3 yıl süresince, esir hayatı yaşarlar. (Esirler konusuna, daha sonra değineceğim)

Ama, bu kadar büyük kayıplar verilmesine rağmen, Kunuri olayları/savaşı bir destan olarak tarih sahnesine yazılır. Ama: yanlızca bizim açımızdan bir destan. Yoksa: aradan geçen, 60 yıllık süreçte, bu savaşın bir destan olduğu yönünde, Amerikan kaynaklarında hiçbir açıklama yapılmayacaktır.

O günlerde, savaşın ardından, bir Amerikalı yazar şöyle yazacaktır.” Türkler, Kore’de çok büyük kayıplar verdiler. Türk Tugayının fazla kayba uğraması yüzünden, Türk halkının üzüntülerini hesaba katan Amerikan hükümeti, sessiz-sedasız bir şekilde, Türk makamlarından özür dilemek zorunda kalır. Ancak, Türkler, Amerikalıların ne demek istediklerini pek anlayamazlar.” Yani: sanki, umursamıyorlar mı demek lazım, bilmiyorum.

Yine, bu savaşın ardından söylenenler değerlendirildiğinde, İngiltere Savunma Bakanı E.Shinwel’in sözleri şöyledir.” Türk askerlerinin güç koşullarda savaştığı kabul ediliyor ve Kore’deki Türk Tugayının son savaşlar sırasında diğer Birleşmiş Milletler kuvvetlerine oranla, en güç koşullar altında savaşmış ve buna rağmen vazifesini başarı ile yapmıştır.”

Bir diğer yorum: Amerikalı Yarbay Blair’den: “ Türklerin bu taarruzu, gördüğüm muharebelerin en kanlısıydı. Dövüşme çok şiddetli olmuş, Çinliler çok iyi donatılmışlardı. Tüfek bombası, çeşitli otomatik silahlar ve havanları vardı. Yiyecek ve cephaneleri de boldu. Mevzilerinde ölünceye kadar direnmeleri, Türklerin disiplinlerinin iyi olduğunu gösteriyordu. Buna rağmen, savaş başarıyla sonuçlandı.”

Buna rağmen kelimesi az gelir. Bölgede: son 40 yılın en soğuk kışı yaşanmaktadır. Mançurya’dan esen sert rüzgarlar: askerlerin hareketlerini güçleştiriyordu. Ayrıca, askerlerimizin giysileri, teçhizatları ve eğitimleri, bu soğuk cehennemi yaşamak için hiçte uygun değildir.

Sonuçta, askerlerimiz arasında, ilk donma olayları yaşanmaya başlar. Özellikle: gece nöbetleri dondurucu oluyordu. Askerler: boş tenekelerde yakılan ateşlerin başında ısınıyorlardı ama bu ateşler de, Çinliler tarafından çok uzaklardan görülüp, askerlerimizin mevkileri tespit ediliyordu.

Hatta, ilgisizlik ve umarsızlık o kadar ileri düzeye gelir ki, bu dondurucu soğuğa rağmen, yarı bellerine kadar buzlu sularda yaya geçme durumunda kalanların ölümleri içler acıtır. Tıbbi ekipler, donan askerleri tedavi etmeye çalışıyorlardı. Acilen kan verilmesi gerektiğinde, plazmanın 90 dakika ısıtılması gerekiyordu. Su içeren ilaçlar donmuştu. Kamyonlardaki benzine, donma tehlikesine karşı alkol karıştırılıyordu. Hatta, geceleri, askerlerin postallarının içinde biriken ter bile donuyordu. Bunun yanında: biriz önce sözünü ettiğim gibi, Çinli askerlerin yöreyi tanımaları ve yaşantılarının sadeliği, Kuzey Kore’nin uzun sıra dağları ve bunların arasındaki vadilerden oluşan arazi yapısının hareketleri zorlaştırması, tüm bu etkenler; Birleşmiş Milletler güçlerinin ve çok doğal olarak Türk askerlerinin olumsuz etkilenmesine neden oldu.

Yazının en sonunda, yine okuyacağınız gibi, amaç büyük olasılıkla NATO’ya girmek, ama NATO Kore’de savaşmamızı istiyor, ama ya kahramanlık, kahramanlık bize mi borç. Yunanlılar da, NATO’ya alındılar, ama Kore’de hiçbir kahramanlıkları yok, çünkü askerlerini bile bile buzlu sulara sokma gereğini hissetmediler.

KUNURİ SAVAŞI SONRASI:
Çin halk gönüllü ordusu: Birleşmiş Milletler Birliklerini, 38.enlem güneyine püskürterek, Güney Kore’yi işgal etmeye başlarlar. Ancak, karşı taarruz ile, her iki kuvvet: 38. enlem boyunca sabitlenir.

İKİNCİ BÜYÜK ÇATIŞMA:
Ancak, Birleşmiş Milletler Ordusu, Çin güçlerinin ateşkese yanaşmayan tutumları nedeniyle, yeniden, taarruzi keşif hareketlerine girişirler. Türk Tugayının vurucu gücünün de, bu yıpratıcı taarruzlarda, görev alması öngürülür.

25-27 Ocak 1951 tarihlerinde, Kumyangjang-ni kasabası ve çevresinde, ikinci büyük çatışma olur. Çinliler, kendi mevzilerinden gayet planlı ve etkili bir şekilde ateş yağdırırken, Türk Tugayı, bunları önemli kayıplar verdirerek geri çekilmeye zorlarlar. Bu zafer, Birleşmiş Milletler Komutanlığı karargahında, yeni başarı ümitleri doğurur. Aksi halde, Kore’nin tahliyesi düşünülmektedir. Ancak, Türk askerleri çatışmaların odak noktasında olunca, yine kayıplar verilir. (Türk tarafının kaybı: 12 şehit, 31 yaralı iken, Çinlilerin kaybı: 474 ölü, 23 esir) Yani: Türk Tugayı, karşısında, kendinden 3 misli büyük bir askeri güç ile çatışmış ve galip gelmiştir. Yalnız, burada, Tugay Komutan Yardımcısı Albay Nuri Pamir’in ölümü, üzüntü yaratır.

Bu zafer : yurtta ve dünyada büyük yankı bulur. Dünya basınında, günlerce: Türk milletinin kahramanlığı, savaşçılığı, demokrasiye ve hür dünyaya bağlılığı yazılır. Devlet başkanları, mesajlarla, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Kore Türk Tugayını kutlarlar. Yurtta, büyük sevinç gösterileri yapılır. Bu arada: Amerikan kongresi, Türk birliğine “Mümtaz Birlik Nişanı” verir. Daha önce söylediğim gibi, Amerikalılar, Türk askerlerinin bu kahramanca ölüme gidişleri ve fedakarlıklarını anlamakta büyük zorluk çekmektedirler. Özellikle: Topçu üsteğmen Tahir Ün’ün, bulunduğu tepenin düşman tarafından işgal edilmesi gündeme gelince, kendi toplarının tüm ateşinin bulundukları tepeye yönelmesini istemesi, nedeni sorulduğunda ise, düşman ateşiyle değil, kendi ateşimizle ölmek istediğini söylemesi ve bunun üzerine, bölgeyi ateş altına alan Türk toplarının kendi askerlerimiz le birlikte, birçok düşman askerinin ölmesine neden olması. Tüm bunları, Amerikalıların anlaması mümkün değildi. Bu arada, bu kahraman üsteğmen Tahir Ün’ün cenazesi asla bulunamamıştır. Hatta: Ankara’daki Kore Şehitleri Anıtına giderseniz, şehitlerin isim listesinin en üstünde, onun ismini görebilirsiniz.

Ama, kesin olan şu ki: Amerikan 8. Ordusu, Kore’nin tahliye edilmesi üzerine planlarını yapmışken, Türk Tugayının bu başarısı üzerine, planlar tadil edilir ve yeniden, taarruz emri verirler ve 24 Mayıs 1951 tarihinde, Birleşmiş Milletler güçleri Çin birliklerini yenilgiye uğratırlar ve 38. enlemi aşarlar. Bu sırada, önceden büyük kayıplar vermiş olan Türk birlikleri, yedeğe alınmıştır.

BARIŞ GÖRÜŞMELERİ:
Her iki gücün, 38. enlemde durması ve savaşın durağan bir hal alması üzerine: taraflar barış görüşmelerine başlarlar.
27 Temmuz 1953 tarihinde, savaş, kocaman bir kanlı nokta ile noktalanır. Ateşkes anlaşması imzalanır. Ateşkes anlaşmasına göre: 3 ay içinde, Cenevre’de başlaması gereken barış görüşmeleri, bir türlü başlayamaz. 9 ay sonra: 26 Nisan 1954 tarihinde, Türkiye’nin de içinde bulunduğu, savaşa katılan 16 ülke temsilcileri, SSCB, Çin ve Kuzey Kore temsilcileri, Cenevre’de bir araya gelirler. 2 ay süren görüşmelerden, olumlu bir sonuç alınamaz.
Ateşkes yapılmasından, 1.5 ay sonra, 4 Eylül 1953 tarihinde, savaş esirlerinin değişimi başlar. İki taraf savaş esirlerinden: ülkelerine dönmeyi kabul etmeyenler olur. Birleşmiş Milletler ordusunun 13.500 esirinden, 21 tanesi Amerikalı olmak üzere 357 kişi, kendi ülkelerine dönmeyi kabul etmezler. Amerikalı esirler: ölüm, hastalık ve geri dönmeme gibi birçok fire vermesine rağmen, 234 Türk esiri ise, fire vermeden, ülkemize geri dönerler. Türk esirlerinin: % 96’sı, savaşın ilk aylarında esir düşmüşler ve yaklaşık 3 yıllık bir süre, esir kamplarında kalmışlardır. Amerikalılar tarafından, daha sonraki tarihlerde, aşağıda yazdığım gibi, çeşitli araştırmalar yapılarak bu durumun, yani esirlerin yaşantıları ve psikolojik durumlarının nedenleri tespit edilmeye çalışılmıştır.
Ancak, barış anlaşması imzalanmaz. Barış anlaşması, 2007 yılında, Güney Kore ve Kuzey Kore arasında, kağıt üzerinde imzalanır.

SAVAŞTAN SONRA:
Ateşkesten 3 hafta sonra: 3.Türk Tugayı, yerine 4.Türk Tugayına bıraktı. 4.Türk Tugayı savaşa girmedi. Ama, cephedeki yerini aldı ve tedirgin bir bekleyiş içindeydi. Bu tedirginlik, kuşkusuz yalnız Türk Tugaylarında değil, tüm BM.Ordusunda ve karşısındaki düşmanda da vardı.
Bu süre içinde: 1960 yılına kadar, her yıl değiştirilmek suretiyle, 4.Tugaydan sonra 6 Türk Tugayı daha, Koreye gitti. 10.Tugaydan sonra, yerine Kore ye 1 Bölük gönderilmeye başlandı. 1962 yılından sonra, Bölük te 1 mangaya indirildi.

SAVAŞIN SONUÇLARI:
Savaş sonunda: 50 binden fazla Amerikan askeri ölmüştür. Resmi kayıtlara göre: Birleşmiş Milletler Ordusunun kaybı: 94.000 ölü ve kayıplar olmak üzere, toplam: 500.000 kişiyi buluyordu. Bunun yanında, baştanbaşa yakılıp-yıkılan Kore ülkesinde ise, 1.5 milyon Koreli sivil ölmüştü.

7190 Amerikan askeriyse, Çinliler tarafından esir alınır ve bunlardan 21 tanesi, savaş sonunda, Amerika’ya dönmeyi kabul etmezler. Bu nedenle: Amerikalılar, esirlerin durumları hakkında birçok araştırma yaparlar.

1958 yılında yayınlanan bir Amerikan Psikoloji Dergisi olan “Mc.Call” dergisinde: esir kampındaki mehmetcik ve coni kıyaslanmıştır. Anadolu bozkırının ortasında doğan, binbir mahrumiyet içinde büyüyen Mehmetçik, her türlü imkanlara sahip coni den, hangi sebeplerden dolayı üstün olduğunun cevabı açıklanmıştır.
Esir kampındaki bir Türk subayının anlattıkları şöyledir.
“ Bu akında, kızıllar çok miktarda esir almışlardı. Büyük esir kafilesini, Kızıl Çin’e doğru bir ölüm yürüşüne başlattılar. Hava çok soğuk ve karlıydı. Kafilede: pek çok hasta ve yaralı vardı. Yürüyemeyen esir, hemen yolun kıyısında öldürülüyordu. Fakat, Türk esirlere gelince, iş tamamen değişiyordu. Bizden de gücü kesilen, yürüyemeyen ve yolun kenarına çekilen esir, hemen bizden birileri tarafından kaldırılıp, sırtlanırdı. Halbuki, onlar da yorgun ve hastaydılar.
Esir kampında, Çinlilerin yaptıkları ilk iş şudur:
BM. İn ve kendi ülkelerinin esirlere verdikleri tüm üniformalar çıkartılır, yerine, üzerinde herhangi bir rütbe alameti bulunmayan düz ve tek tip elbiseler giydirilirdi. Dolayısıyla, ilk anda: çeşitli ülkelerin askerlerine, rütbesiz olmanın getirdiği disiplinsizliği başlatırlardı. Rütbe otoritesinin yerine, pazu kuvveti başlardı. Türk esirlerinin üniformaları ve rütbe işaretleri yoktur. Ama, yüzbaşı yine yüzbaşıdır. Başçavuş yine başçavuştur. Aynen eskisi gibi, disiplinli bir hayat vardır.

Çinliler, 100 esir bulunan her bölüme: 15-20 kişiye yetecek kadar yemek bırakırlardı. Ortaya bırakılır, kol kuvveti olan aslan payını alırdı. Bizimkiler ise, yemekhane nöbetçisi bulundururlar, yemek 100 eşit parçaya bölünür ve her 100 kişiden yanlızca 1 kişi günlük olarak doktora görünürdü. Türk esirler, aralarından en ağır hasta olanları doktora götürürken, İngiliz ve Amerikalılar tarafından bu hak, gücü olanlar tarafından kullanılırdı.

SAVAŞIN SONUNDA, TÜRKİYE AÇISINDAN GELİŞMELER:
Türk birlikleri: Kasım 1951 tarihinde, Türkiye’ye dönerler. Tuğgeneral Tahsin Yazıcı, Tümgeneralliğe yükseltilir. 1952 yılında emekliye ayrılır. 1854-1960 yıllara arasında; Demokrat Parti İstanbul Milletvekili olarak görev yapar. Ancak: 1960 darbesinden sonra yargılanarak; 5 yıl hapis cezasına çarptırılır. Ancak, daha sonra çıkarılan bir af kanunu ile serbest bırakılır.
1971 yılında vefat eder.
Amerikalılar, savaş sonunda, 3 askerimize, Distinguished Service Cross (Üstün Hizmet Haçı) madalyası verirler. Aslında, bu madalyayı, savaşa katılanlar arasından 14 kişiye layık görürler. Bunlardan 3 kişisi Türk. Bunlar: Çavuş Mehmet Ergin, Yüzbaşı Şinasi Sükan ve Üsteğmen Rüştü Ürer. Madalyanın verilmesindeki en büyük neden: savaş sırasında sıra dışı kahramanlık göstermek.
Ayrıca: katılan tüm askerlere, Amerika tarafından “Kore Savaşı” madalyası verilmiştir.
Ayrıca: Kore’de: Kumpangjangi bölgesinde: Türk Zafer Anıtı yapılmıştır.

BÖLGEYE GİDEN DİĞER TÜRK BİRLİKLERİ:

2.DEĞİŞTİRME TUGAYI:
16 Kasım 1951 tarihinde, Tuğgeneral Namık Arguç komutasında bölgeye gider. Bu Tugay, 8 ay boyunca, düşmanla temas halinde ve daimi düşman ateşi altında görevini tamamlar.

3.DEĞİŞTİRME TUGAYI:
Ağustos 1952 tarihinde, Kurmay Albay Sırrı Acar komutasında, bölgeye gider ve görevi devir-teslim alır.
28 Mayıs 1953 tarihinde yapılan çatışmalarda, bu Tugayda: 151 şehit ve 239 yaralı zaiyatı olur.

4.DEĞİŞTERME TUGAYI:
6 Temmuz 1953 tarihinde, görevi devir-teslim alır. Bu Tugay, savaşın sona ermesinden sonra da, Kore’de kalmaya devam eder.

TAKİP EDEN DÖNEMDEKİ ASKERİ BİRLİKLER:
Takip eden süreçte, Kore’ye, değiştirme Tugayları gönderilmeye devam edilir. 1960 yılında ise, Kore’deki askeri güç: 1 Bölük kuvvetine indirilir. 1965 yılında ise, sembolik anlamda: 1 manga bırakılır. Daha sonra, on kişiden oluşan bu birlik te, 1971 yılında geri çekilir.

KORE’YE GİDEN TOPLAM ASKERİ GÜCÜMÜZ:
3 yıllık Kore savaşında, 24882 askerimiz görev yaptı.
Savaş sırasında, Türk askerleri 13 çatışmaya katılırlar ve bunlardan 4 tanesi tarihe geçer.

KAYIPLAR:
Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığının, resmi rakamlarına göre: Kore Savaşına katılan; 1, 2 ve 3’ncü Türk Tugaylarının kayıplarının blançosu şöyledir:
Şehitler: 37 subay, 26 astsubay ve 658 erbaş ve er olmak üzere: Toplam: 721.
Yaralılar: 2147, Hasta: 346, Esir: 234 ve Kayıp: 175
Toplam kayıplarımızın mevcudu: 3277.
Tugayları, ortalama 5000 kişi kabul edersek, toplam: 15.000 kişiden, 3277 kişilik kaybın, % 22 olduğu görülür. Bu rakamlar: hiçte küçümsenmeyecek oranda, büyük kayıplardır. Şehitler, toplam kayıpların: % 27’ sini oluşturmaktadır.
Askerlerimizin en çok “topukları”ndan vuruldukları savaş olarak öne çıkar. Bunun nedeni: düşman ateşiyle karşılaşıldığında, yere yatmakta geç kalmak veya yere yatarken, verilen eğitimlerin aksine, ayaklarını yani topuklarını hemen yere yapıştırmamak, havada kaldırdıktan sonra, yere düşürmek.
Şehitlerimiz: Seul-Pusan kasabası yakınlarındaki: “Tanggok” mezarlığı içindeki “Pusan Şehitliği” nde yatmaktadırlar.
Bu şehitlikte, 721 Türk şehit mezarı bulunmakta olup, bazıları yani kayıpların ki, sembolik mezarlıktır.

ÜLKEYE DÖNEN GAZİLER:
Savaş sonunda, bedensel ve ruhsal açıdan sakatlanmış bir yığın insan, akli dengesi bozuk insanlar kalmıştır. Bu insanlara, asla psikolojik destek verilmedi. Zaten, ülkemizde, o tarihten sonra; sokaklarda görülen akli dengesi bozuk insanlara: haksız ve aşağılayıcı bir şekilde “Koreli” lakapları verilmeye başlanması da, Kore’de savaşıp ülkeye dönen insanların içinde bulundukları durumun en büyük ifadesidir.

Evet, Kore gazilerine ve şehit dul ve yetimlerine, yıllar sonra maaş bağlanır. Hatta: bunlar için Birleşmiş Milletler tarafından gönderilen paraların, dönemin hükümeti tarafından başka yatırımlara yönlendirildiği hakkında, bir kısım söylentiler de çıkarılır. 1974 yılında şeref aylığı adı altında bağlanan maaşları, 1983 yılında, Kenan Evren tarafından kesilir. Düşünün, asker maaşlarını, asker kesiyor. Ancak, takip eden dönemde, Özal zamanında, maaşları yeniden verilmeye başlanır.
Günümüzde, Kore şehitlerinin dul-yetimleri ve gazilerinin aylıkları: üç ayda bir, 780 TL. Düşük olduğunu düşünmemek elde değil.

ANKARA’DAKİ ANIT:
Ankara’da, 1973 yılında, şehitlerin hatırasına, bir anıt yaptırılmıştır.

SONUÇ:
Kore savaşı sonucunda, bu kadar çok kayıp vermemizin nedenleri, hiç araştırılmamıştır. Çünkü: Kore savaşına katılan ve ülkeye dönen askerlerimiz: orada olanları, daima bir başarı destanı olarak bizlere yansıttılar. Olumsuzlukları, kötü koşulları asla anlatmadılar. Belki geceleri uykularından, telaş ve bağırıp-çağırarak uyanan bu insanların yaşadıklarını, asla tam olarak öğrenemedik. Her zaman olduğu gibi, olayın hep destansı yönleri, millete yansıtıldı. Biraz önce sözünü ettiğim bu kahraman insanlara: yaşamlarını sürdürmeleri için, uzun süre, aylık-maaş bile vermedik. Şu anda verilen maaşları da inanıyorum ki, hayatlarını sürdürmenin çok gerisinde, yanlızca ayakta kalmalarını sağlayacak miktardadır.

Olayın sonuçlarının; meşhur NATO üyeliği açısından değerlendirirsek: hani NATO üyelik müracaatımızı kabul etmemişler ve Kore savaşına katılma koşulunu öne sürmüşlerdi ya, buna inanmak pek mümkün değil. Çünkü: SSCB yani komünist rejim, eğer askeri güçlerini sınırlarımızdan geçirmiş olsalardı, büyük olasılıkla, başta Amerikan ve İngiliz güçleri olmak üzere, NATO zaten bölgeye hemen müdahale ederdi. Çünkü: daha sonra alenen belli olduğu üzere: Amerika ve İngiltere, Ortadoğu’daki gelişmeler ve bunalımları düşünerek: Türkiye ve Kore savaşına çok küçük boyutlu askeri düzeyde katılan ve hiçbir destansı başarısı sözkonusu olmayan Yunanistan’ın NATO’ya üyeliklerini kabul etti. 20 Şubat 1952 tarihinde, Lizbon’da, üyelik anlaşmaları imzalandı. Ama, Kore’deki savaşa katılmanın yanı sıra, bu anlaşmalarda, NATO’ya katılmanın bir diğer görünen şartı olarak: Amerika’ya ülkemiz toprakları üzerinde “askeri üs” kurma izni de verildi.

Zaten, tüm bu gelişmeler üzerine, 30 Mayıs 1953 tarihinde, SSCB, Kore savaşı öncesinde gelişen Türkiye’den olan toprak taleplerinden vazgeçtiğini açıklayacaktır.

Birleşmiş Milletler açısından sonuç değerlendirildiğinde ise: 3 yıllık süreçte, gırtlak gırtlağa yaşanan bu çatışma, Birleşmiş Milletler kararlarında “Polis harekatı” olarak geçmekte olup, bu da olaya verilen önemin ifadesi açısından, eminim ki, şehitlerimizin ruhunu ve geride kalanlarını yaralayan en büyük nedenlerden biridir.

Aranan kelimeler:

7 Eylül 2010
bosluk

cumhuriyet tarihi Son Yazılar FriendFeed
kişi siteyi ziyaret etti