1820-1821 yılları arasında; Mora yarımadasında, rumlar tarafından büyük bir isyan çıkarılır ve binlerce Türk öldürülür. İsyan bastırılır. Dönemin Padişahı 2.Mahmut; bu ayaklanmada parmağı olanların tesbiti için, Sadrazam Benderli Ali Paşa’yı görevlendirir. Yapılan tahkikatta, Fener Rum Patriğinin, isyanla yakın ilişkisi olduğu ortaya çıkar.
Derhal baskın düzenlenen Patrik 5.Gregorius’un evinde; isyanla ilgili belgeler ve Osmanlının amansız düşmanı olan Rus Çarı Alexandra’ya yazılmış çeşitli istihbarat mektupları ele geçirilir. Fener Rum Patrikhanesini, ihanet yuvasına çeviren bu patrik yargılanır ve halkı isyana teşvik etmek ve Osmanlı Devletine ihanet etmekten suçlu bulunur ve idama mahkum edilir. İnfaz; Patrikhanenin kapısı önünde, 21 Nisan 1821 günü gerçekleştirilir.
Bunun üzerine, Patrikhane yönetimi: aynı yerde, bir Türk büyüğü asılana kadar, bu kapının kapalı tutulmasına karar verir. Kapının ismi, o günden sonra: “kin kapısı” olarak anılır. Patrikhanenin bu kararından haberdar olan Türk yetkililer ise; buna misilleme olarak, Patrikhanenin bulunduğu sokağın adını:” Sadrazam Ali Paşa” koyarlar.
Günümüzde, bu kapı hala kapalı. Girişler; bu kapının solundaki küçük kapıdan yapılıyor. Din kapısı olması gereken bu kapı, kin kapısı haline getirilmiş. Elbette; Patrikhane, bu söylenenleri asla kabul etmiyor. Ama; kapıyı açmaya da yanaşmıyorlar. Buna ise; geçerli ve makul bir sebep göstermiyorlar. Yanlızca; Patrik Gregoryus, burada idam edildi ve gömüldü, insanların onun mezarı üzerinden geçilmesini istemiyoruz gibi, saçma sapan bir mazeret sunuyorlar. Halbuki; hiçbir Osmanlı kaynağında; Patrik’in burada gömüldüğü olduğu hakkında bilgi ve belge yok. Hatta; Osmanlı döneminde, asılarak öldürülenlerin, nereye gömüldükleri hakkında, bilgi ve belge tutulmadığı belli ve genel bir uygulama. Neyse, omuzla hafifçe yüklenildiğinde açılacak gibi duran bu kapı, ne hikmetse açılamıyor. İstanbul bir Yunan şehri olsa, bir gece de kapıyı açarlar. Ama; İstanbul’un bir Yunan şehri olabilmesi için, uzunca bir uykuya dalıp rüyalar alemine veya gökyüzüne kafalarını çevirip hayaller alemine uzanmalılar.
Evet, bu arada; Patrik Gregorius’un Rus Çarı Alekxandr’a yazdığı meşhur bir mektup var. Bu mektup; bizi yani Türk’leri çok iyi tanımlayan veya tanımladığını düşündüğüm bir mektup olması açısından, çok önemli. Bu mektubu; tüm insanlarımızın bilmesi, özellikle okul çağındaki gençlerimizin bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü; bu mektup, biz Türkler’in karekteristik özelliklerini, başarı ve başarısızlıklarının neye bağlı olduğunu ve olabileceğini çok iyi tahlil etmiş. Neyse, mektubu, yazım şeklini basit ve anlaşılır kelimeler düzeyine indirerek okuyalım:
” Türkler’i maddeten ezmek ve yıkmak; mümkün değildir. Çünkü: Türkler; çok sabırlı ve dayanıklı insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i nefis (onur) sahibidirler. Bu özellikleri ; dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, geleneklerinin kuvvetinden, padişahlarına, kumandanlarına, büyüklerine itaat duygularından gelir.
Türkler: zekidirler. Kendilerini; doğru yola sevk edecek liderleri olduğunda da daha da çalışkandırlar. Gayet; kanaatkardırlar. Onların bütün meziyetleri: hatta kahramanlık ve bağlılık duyguları; geleneklerine olan bağlılıklarından ve ahlaklarının kuvvetinden gelir.
Türkler’i yıkmak için: önce bağlılık duygularını kırmak ve manevi bağlarını parçalamak gerekir. Bunun da, en kısa yolu: milli ve manevi değerlerine uymayan, yabancı fikir ve davranışlara, onları alıştırmaktır.
Türkler; dış yardım kabul etmezler. Haysiyet duyguları, buna engeldir. Eğer; geçici bir süre görünürde kuvvet ve kudretleri varsa da; Türk’ler mutlaka dış yardıma alıştırılmalıdırlar.
Maneviyatları sarsıldığı gün; Türkler’i kendilerinden şeklen çok kuvvetli, kalabalık ve güçlü kuvvetler önünde zafere götüren; asıl kudretleri sarsılacak ve o zaman Türkler’i yıkmak, mümkün olabilecektir.
Bu nedenle; Osmanlı Devletini yıkmak için, yanlızca savaş meydanlarındaki zaferler yeterli değildir. Ve hatta; yanlızca bu yolda yürümek, Türkler’in gerçekleri anlamalarına neden olabilir.
Yapılacak iş; Türkler’e bir şey hissettirmeden, bünyelerindeki tahribatı tamamlamaktır. ”
Bu mektupla ilgili; birçok yorum yapılabilir. Eminin ki, zaten siz de mektubu okuduktan sonra, kendi başınıza mutlaka çeşitli yorumlar üretmişsinizdir. Bu nedenle; ben mektupta ki; Türkler’in yıkılması için gereken başlıca unsurun, borçlandırılma ” konusu olduğunu söylüyor ve geçiyorum. İlginç bir mektup, bir yandan üstün vasıflarımızın yazılı olduğunu okuduğumda, gurur duyuyorum, ama diğer yandan da, yıkılmamız için yazılı olan gerekenler bölümü; acaba, tarih içinde sürdürülen çabaların bir ürünü mü bu borçlarımız diye düşünüyorum? Ya Osmanlılar, bu borçları hep kalkınmak için almışlardı demi, yıkılışımız için değil ki?
Rahmetli, ulu önder, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk; büyük adammış, sanki biliyormuş Patriğin bu mektubunu da; Osmanlının tüm borçlarını, yeni kurulmuş ve savaştan çıkmış, genç Cumhuriyet’in hemen ilk yıllarında ödeyip kapatmış. Biliyorsunuz demi, Atatürk, Osmanlının tüm borçlarını ödeyip kapattırmış. Yinede, “borç yiğidin kamçısı”; nerden çıkmış bu saçma atasözü bilinmez, belki de ata sözü değil, yaban sözü yani bizi yıkmak için uğraşan dış güçlerin yarattığı bir söz mü? Ya buna inananlara ne demeli???