Çalınan tarihimiz, Bergama Zeus Sunağı

Çalınan tarihimiz, Bergama Zeus Sunağı

Makedonyalı İskender’in ölümü üzerine, generalleri tarafından kurulan devletlerden birisi olan Bergama krallığı: 150 yıllık yaşamı boyunca: dönemin en büyük kültür merkezlerinden biri haline gelmesiyle önem kazanır.

Özellikle: MÖ.2. yüzyılda: Attalos hanedanı döneminde, Kral II. Eumenes; Avrupa’dan Anadolu’ya giren ve birçok yeri yakıp-yıkan Galatlara (Keltlere) karşı büyük bir zafer kazanınca: gerek zaferin anımsanması ve gerekse Zeus ve Athena gibi tanrılara olan bağlılıklarının ifadesi olarak, büyük bir anıtsal dini yapı yaptırmaya karar verir.

Gerek Pergamonlu sanatçılar ve gerekse Atinalı sanatçılar tarafından; Marmara bölgesinin mermerleri, şekillendirilerek muhteşem bir dini anıt yaptırılır.

Bu yapıya ait bilgiler, Romalı Lucius Ampellius tarafından yazılan yazıtlardan öğrenilmiştir. 

Kare şeklindeki anıt, at nalı şeklinde, yani “U” şeklinde merdivenli bir podyum üzerine yerleştirilir. 

Giriş, doğudaki ana cadde üzerinden sağlanıyordu.

Üzeri kapalı yaya yolu vardı. 

Podyum üzerinde, portifli sütun sıraları yerleştirilir.

Ön bölümde bulunan merdivenin genişliği: 20 metredir.

Yükseklik ise 12 metredir. 

Anıtın tam boyutu ise: 35 x 33 metre ölçülerindedir.

Dört yanı açıktır ve çok uzaklardan görülebilecek şekilde tasarlanmış ve dış yüzeyi, açık mavi renkte bir boya ile boyanmıştır.

 

Süslemeler-Frizler;

Anıtın en büyük özelliği: dış ve iç mekanlardaki mermer frizlerin güzelliğiyle önem kazanmaktadır.

 

Dış cephe:

Merdivenlerden sonra, 2.30 metre yükseklikte ve 12 metre uzunluğunda bir friz (tavan kirişi ile tavan arasında kalan, üzeri tamamen kabartmalı süslü bölüm) çepeçevre, tüm podyumu yani kenarları kuşatıyordu. 

Bu kabartmalar, 120 metre uzunlukta, 2.3 metre yükseklikte ve tam 118 taneydi. 

Menekrates, Dioyades, Orestes gibi Bergamalı ve Anadolulu ustaların elinden çıkan bu güzellikler, Tanrıları yumuşak ve ince, devleri ise sert ve kaba çizgilerle anlatıyordu. 

Zıt ama birlik içinde, uyumu yakalayan, ışık ve gölge oyunlarıyla insanı, efsaneler evreninin derinliklerine çekiyordu. 

Yapıyı süsleyen bu frizler; Olympos tanrılarının hemen hepsinin, yansıtmalı sanatsal özgünlüğünün yanı sıra, Zeus Sunağını, o çağ insanlarının dinsel ilgisinin ana odaklarından biri durumuna getiriyordu. 

 

Frizlerde anlatılan konu:

Bu bölümdeki frizlerde: mitolojik Yunan tanrıları ile Toprak Tanrısı Gaia ve uzun saç ve sakalları bulunan, ayaklarının yerinde yılan kuyrukları olan dev Gigantların mücadelesi tasvir edilmiştir. 

Gigantlar aslan ya da boğa başlı ve yılan kuyruklu yaratıklardır.

Çünkü Helenistik dönemde, Ege uygarlıkları bölgesinde, Tanrılar ve Gigantlar arasındaki savaş betimlemeleri, sevilen ve sık işlenen konulardandı.

Gaia isimli toprak ananın çocukları olan Gigantlar, aslan ya da boğa başlı ve yılan kuyruklu yaratıklardı. 

Tanrıların egemenliğini yok etmeye çalışmaları ve biçimsiz şekilleriyle bilinir ve tanınırlardı. 

Mitolojiye göre:

Tanrı Zeus, kardeşleri Gigantları, yer altı dünyasına (Tantarus) kapatır. 

Buna kızan Gigantlar yeryüzüne çıkarak mitolojik tanrılara saldırırlar. 

Bu savaş  betimlemelerinde, insan şeklinde, bilge ve soylu yaratıklar olarak betimlenen Olmpos tanrılarından: Zeus, Athena, Apollon, Artemis, Leto, Dione ve ismi bilinmeyen başkaca tanrılar tasvir edilmiştir. 

Tanrıların gücü ve kudreti karşısında Gigantlar yenilirler, ezilirler ve gövdeleri paramparça olur ve korkunç acılar içinde kıvranırlar. 

Kazanan tanrılar, simgesel olarak Pergamonluları tasvir etmektedir. 

Yenilen devler ise, Pergamonluların düşmanları olan Galatları simgeler.

Frizdeki tanrıçaların giysilerine, altın ve tunçtan eklemeler yapılmıştır. 

Kabartmalarda, Gigantların isimleri ayrı ayrı yazılmıştır. 

 

Evet, anıtın içine girildiğinde:

Merdivenlerden çıkılarak anıtın içine girildiğinde, portiflerden geçildiğinde, kapalı bir avluya ulaşılır. 

Bu kapalı avlunun içinde, kurbanların kesildiği yani altar-sunak denen alan bulunur. 

 

Sunak:

Bu portiğin ortasındaki boşlukta, Zeus’a adanan armağanların konulduğu asıl sunak bulunur.

Sunak, Zeus’un yanı sıra Athena ve tüm diğer tanrılara adanmıştır.

Antik dönemde, insanlar sunaklarda hem adaklarını sunarlar hem de tanrılara sadece sunak önünde taparlardı.

Ve sunaklara kadınlar giremezdi.

Sunak, açık mavi boyanmıştır.

 

İç bölümdeki frizler:

Sunağın üç tarafını saran alçak duvarlarda, ikinci bir friz çepeçevre dolaşır.

Sunağın üst bölümlerinde, kentuvarlar (yarı at, yarı insan mitolojik yaratıklar), dört atlı arabalar, atlar ve tanrı heykelleri bulunur.

Anıtın bu içi bölümündeki figürlerde ise;

Pergamon şehrinin kuruluşuna ait figürler yani Telefos Efsanesinin tasvir edildiği figürler bulunur. (Bergama şehrini Telefos kurmuştur.)

Bu kabartmaları yapanlar, Atina ve Pergamondaki en ünlü sanatçılardır. 

Kabartmalarda, Helenistik heykel sanatının tüm özellikleri, kıvrılıp bükülen vücutları ile duygusal yüz ifadeleri mermerlere yansıtılmıştır. 

 

Telephos Efsanesi:

Telephos, Attolos hanedanının efsanevi kurucusudur.

Tanrı Herakles tarafından baştan çıkarılan güzel Prenses Auge tarafından dünyaya getirilmiştir. 

Ancak günahkar olduklarını düşünen anne ve babası tarafından, doğar doğmaz annesi Auge tarafından küçük bir gemiyle denize bırakılır.

Bu sırada: Auge, Bergama’nın da içinde bulunduğu bölgeye gelir ve bölgenin kralı Teuthras tarafından himayesine alınır.

Aynı dönemde, denizdeki gemiden ayrılan Telephos, dağlarda dişi bir geyik tarafından beslenerek büyütülür.

Aradan geçen uzun bir süre sonunda, babası Herakles, Telephos’u bulur ve yanına alır. 

Telephos, annesini bulmak için Bergama bölgesine geldiğinde ise, bölgede Amazon Kraliçesi Hiera ile evlenerek, Mysia bölgesinin kralı olur.

 

Gelelim yakın geçmişe, Tapınağın bulunup çalınıp götürülmesine:

1870’li yıllarda yol mühendisi olarak çalışan Carl Human, Bergama-Dikili yolunun yapımında görevlidir.

Taşa ihtiyaç duyulduğunda, onu Bergama’ya gönderirler.

Bir zamanlar, 200 bin kişinin yaşadığı bu kentte, elbette taş çoktu.

Carl Human, bölgeye geldiğinde, tepedeki kalıntılar arasında çok sayıda taş bulunduğu, bu taşların kireç yapımında kullanıldığını, yani eritildiğini ve hatta bu taşların yani heykel parçalarının, özellikle geceleri inleyip ağladıklarını haber alır. 

Bölgedeki tarihi yapıların çokluğu karşısında şaşırır.

Eski kitaplardan ve özellikle İncil’den Bergama’da büyük bir Tapınak olduğunu biliyordu.

Sunağı, ince Bakırçay kıyısındaki Sindel köyü yakınlarında aradı.

Sonra, Akropolde Bizans duvarlarının arasında, üzerinde o inanılmaz güzellikteki kabartmaların yer aldığı mermer frizleri gördü.

O kadar etkilenir ki bir anda kendisini arkeolog sanır.

Bergama’da bir ev kiraladı.

1865’ten 1871 yılına kadar nu buldu ise, no topladıysa gizlice Berlin’e gönderdi.

Prusya Müzeler Müdürü ( o dönemde Berlin, Prusya imparatorluğu sınırlarındadır) Aleksander Conze tanıdığı bir kişiydi.

Conze’nin önerisiyle, 1871 yılında, hiç kimseye bilgi vermeden, hiçbir resmi kuruluştan izin almadan, sunağın bulunduğu yerde kazılara başladı. 

Sunak yavaş yavaş opak merdivenleriyle, narin sütunlarıyla, olağanüstü kabartmalarıyla ortaya çıktı.

Zeus sunağı olarak da adlandırılan antik döneme ait dini yapıyı: özenle kestirir ve numaralandırarak paketletir.

Bergama sunağını alıp götürmek için İngiliz Brisith Museum Müdürü Newton ile Prusyalı Conze arasında süren sessiz çekişme bugün biliniyor.

Ama ellerini çabuk tutan Conze ve Human oldu.

Human, kazı sırasında tuttuğu kazı günlüğünde, yaptığı kaçak kazıyı, bulduklarını Almanya’ya gizlice ve ivedilikle nasıl gönderdiğini ürkek ve korkulu bir dille ayan beyan anlatır.

İri boynuzlu, kara mandaların çektiği kağnılarla, sunak Dikili’ye, deniz kıyısına taşınır. 

Sonra savaş gemilerini yüklenir, büyük bir riskle, fırtınalı denizleri aşarak hiç bilmediği, hiç tanımadığı topraklara iner.

Zeus sunağını topraktan koparan Human, yaptığı için yasadışılıktan korktu ve 1878 yılında kazı izni almak için Osmanlı devlet yetkililerine başvurdu.

Yeni kazı yapmak için, Sultan II Abdülhamit yönetimiyle şaibeli ve içeriğinin ne olduğu belirsiz anlaşmalar yaptı

Bugün Almanların, Zeus sunağının kaçırılması ile ilgili olarak “Sunağın Almanya’da bulunması yasaldır, elimizde izin var, belge var” deyip, bu belgeleri kimseye göstermemelerinin sebebi budur. 

Küçük bir not: İngilizler Yunanistan Atina Akropolünden çaldıkları Elgin mermerlerini, o dönemin Atina valisi olan Osmanlı Paşasından para verip satın aldıklarına ait belge, bugün British Museum’da Elgin mermerlerinin sergilendiği salonun kapısında asılıdır. 

Evet, Almanlar bu tür bir açık yürekliliği gösteremiyorlar, dediğim gibi yapılan anlaşmalar şaibeli.

Evet, söz konusu anlaşmaya göre, güya çıkan yapıtların üçte biri Sultana, üçte biri toprak sahiplerine, üçte biri kazı yapana yani Almanlara verilecekti.

Paylaşımda adaleti ise yansız bir kişi sağlayacaktı.

Bu kişi, ne yazık ki, İzmir’deki Osmanlı Bankası Müdürü Götüngenli bir Almandı.

Değerli buluntuları Prusyalılara, değersiz taşları Osmanlılara bıraktı.

Sunağın sökülüp götürülmesi yetmiyormuş gibi, Carl Human, elindeki altının değerini bilmeyen bir çocuğu şekerle kandırıp altını alan kurnazlar gibi, bu anlaşmanın gölgesine sığınarak, bugün Berlin Müzelerini dolduran birçok Bergama heykelini de Prusya’ya (Berlin) götürdü.

Bir keresinde, Human’ın kağnı kervanının uzunluğu, Bergama’da büyük heyecan ve tedirginlik yarattı.

Bergama ayağa kalktı.

Halk kervanın önünü kesti.

Sultana haber salındı.

Rivayete göre, İstanbul’dan gelen Paşa, altın değilmiş, taşmış bunlar deyip geri döndü.

Belgeler ışığında, bugün anlaşılıyor ki, denetimsiz çalışan Carl Human, 13 yıl boyunca, Bergama’yı açıktan talan etti.

Zeus sunağını taş tas, sütun sütun Berlin’e kaçırdı.

Bugün alındığı ileri sürülen iznin Sunak için değil Sunak kaçırıldıktan sonraki dönemde yapılan kazıları kapsadığı biliniyor.

Yine bugün elde bulunan bazı belgelere göre “Prusya Şansölyesi Sultana tarihi taşların korunması için ödünç olarak verilmesine” teşekkür ediyor. 

Evet bu muhteşem anıt, günümüzde kendi yeri yani Bergama şehrinde değil, Almanya Berlin Pergamon Müzesindedir.

Daha da ilginç olanı, Almanlar (İngilizler gibi dünyanın birçok yerinden çaldıkları eserlerin sergilendiği British Museum girişinde ücret almıyorlar) bu müzeye girişte oldukça yüksek ücret de alıyorlar. Her yıl bu müze 1 milyon kişi tarafından ziyaret ediliyor.

Bir zamanlar Pergamun (günümüzdeki Bergama) şehrinde kurulu olan bu olağanüstü güzel anıtın yerinde bugün, iki çam ağacının gölgesindeki 5 basamaklı temel kalıntıları görülüyor,

Son bir not: bugün hırsız Carl Human’ın mezarı, Zeus Sunağının Bergama’da  bulunan temellerinin eteğindedir. Adam her türlü hırsızlığına karşı vasiyet ediyor ve Bergama’ya gömülüyor.

Zeus sunağı, Berlin’de Carl Human’ın mezarı ise Bergama’da.

Bence, Almanlar bu mezarı da, hemen Bergama’dan almalı ve Berlin’de Müzenin uygun bir yerine götürmelidirler. 

Sonuç:

Evet, Almanlar: Hattuşaş’ta yangında hırpalandığı için onarım için götürdükleri Sfenks heykelini, 50 yıl sonra, zorla geri iade etmişler ve bu Sfenks heykeli günümüzde Hattuşa Müzesinde yani ait olduğu topraklarda sergilenmektedir. 

Ama, bu olağanüstü antik eseri, aynı zamanda milyonlarca Euro para kazandıkları bu eseri, sanırım asla Bergama’ya geri iade etmezler.

Bu satırları okuyan bizler; Berlin şehrini ziyaret ettiğimizde, Pergamun Müzesini görüp, bu anıtı gezelim, Bergama şehrine gidersek, kalıntıları gezerken Carl Human diye birinin mezarını görürsek, kimdir bu diye düşünmeyelim. Çanakkale Truva’yı yağmalayan İngiliz gibi biridir diye tanıyıp bilelim.

 

Aranan kelimeler:

24 Şubat 2024
bosluk

Çalınan Tarihimiz, İhtiyar Balıkçı Heykeli

Çalınan Tarihimiz, İhtiyar Balıkçı Heykeli


Osmanlı döneminde, ülkemizdeki tarihi eserlerin yağmalanıp yani çalınıp yurt dışına kaçırılmasında en büyük emeği geçen: Anadolu topraklarında demiryolu yapımında çalışan yabancı mühendislerdir. Bunlar: arkeolog olmamalarına rağmen, karşılarına çıkan veya bölgelerinde gördükleri antik eserleri çalarak yurt dışına kaçırma konusunda uzmanlaşmışlar ve bu arada, bir kısım demiryolu yapımını da gerçekleştirmişlerdir.

Evet, bu hırsız yol mühendislerinin en önemlilerinin en şöhretlileri: Bergama sunağını yurt dışına kaçıran Alman iken, ben bugün yeni bir hırsız yol mühendisi daha öğrendim ve bilgilerimi sizinle paylaşmak istiyorum.

20’nci yüzyılan başlarında, Aydın-Geyre ilçesi yakınlarındaki Afrodisias antik kenti yeni yeni bulunmanın verdiği büyük ilgi ile, yabancı arkeolog veya bir diğer adı hırsızlar tarafından kazılmaktadır. Bu kazı çalışmalarına: 1904-1905 yılları arasındaki kısa dönemde: yol mühendisi, amatör arkeolog Fransız Paul Gaudin’de katılır. Gaudin: bu dönemde, özellikle antik kent bölgesinde, Hadrianus Hamamları olarak adlandırılan bölgeyi kazar ve bulduğu eserlerin küçük bir kısmını İstanbul Arkeoloji Müzesine gönderirken, büyük kısmını, yurt dışına kaçırarak, bazı ülkelere satar.

Aradan onlarca yıl geçer ve 1989 yılında, Afrodisias antik kentine bütün ömrünü adayan, 30 yıllık bir araştırma dönemi sonucunda, mezarı dahi bu antik kentte bulunan Prof. Kenan Erim tarafından: Tiberius Portikosundaki bir havuzda: mermer bir heykele ait: 33 cm. boyutunda ve 5 kg. ağırlında “baş” kısmı bulunur. Prof. Erim: yaptığı araştırmalarda, bu baş kısmının; Almanya-Berlin Müzesinde sergilenen “İhtiyar Balıkçı” isimli heykele ait olduğunu belirler. Bunun üzerine: Berlin Müzesinde, alçıdan yapılmış bir baş parçası ile sergilenen orijinal gövdenin, yani “İhtiyar Balıkçı” heykelinin ülkemize iadesi için girişimlere başlanır.
Ancak, tahmin ettiğiniz gibi, elbette, Almanlar bu heykelin iadesinde de büyük güçlükler çıkarmaktadırlar. Umarım 1991 yılında başlayan görüşmeler, belli bir süre sonra tamamlanır ve heykel ülkemize iade edilerek, ait olduğu yerde, yani Afrodisias Müzesinde sergilenmeye başlanır.

Aranan kelimeler:

29 Temmuz 2012
bosluk

cumhuriyet tarihi Son Yazılar FriendFeed
kişi siteyi ziyaret etti