2011 yılının Kasım ayında: televizyon izlerken bir haber dikkatimi çekti. İranlı bir askeri yetkili; herhangi bir savaş anında, ilk hedeflerinin başında, ülkemiz toprakları üzerinde, Malatya’da kurulan “Nato Füze Kalkanı” nın bulunduğunu söylediğini duydum. İnanmak mümkün değil, alenen tehdit. Öte yandan: Nato adı altında, Nato’nun güçlü üyeleri tarafından, ülkemiz topraklarında kurulan bir tesis. Adı, Füze Kalkanı, yani doğudan denilse de aslen İran üzerinden, Avrupa ve İsrail üzerine gelebilecek bir füze saldırısının önceden haber alınması.
Sonuçta: bunları duyunca, geçmişte, yine ülkemiz topraklarında, başkaları tarafından kurulan füze üsleri nedeniyle, yine başkaları tarafından nasıl tehdit edildiğimiz ve farkında olmadan nasıl çeşitli tehlikelere maruz kaldığımızı hatırlamak amacıyla, bir araştırma yaptım ve fazla uzun olmadan, sizlere aktarıyorum.
1949 yılında, Amerika’nın atom bombasına sahip olma konusundaki tekeli biter ve Sovyetler Birliği, dünya üzerinde atom bombasına sahip bir diğer ülke olarak gündeme oturur. Ayrıca: Kore Savaşında, kesin bir zafer kazanamayan Amerikan askeri güçleri: Sovyetler Birliğinin, dünya üzerinde yükselişe geçen askeri gücünün tedirginliğini yaşamaya başlar. Bu tedirginlik sonucu: Amerikan casus uçakları, Sovyetler Birliği toprakları üzerinde turlar atarak, Sovyet askeri güçlerinin ulaştıkları seviyeyi öğrenme ve Sovyet topraklarının ayrıntılı haritalarının çıkarılması ve hava fotoğraflarının çekilmesi gayreti içine girerler.
1 Mayıs 1960 tarihine gelindiğinde ise, Sovyetler Birliği toprakları üzerinde: bir Amerikan casus uçağı düşürülür. Aslında, casus uçaklarının faaliyetleri uzun zamandır bilinmesine rağmen, ilk kez, bir uçağın Sovyetler Birliği toprakları üzerinde düşürülmesi, olayın, dünyanın gözü önünde artık saklanamayacak boyutlara ulaştığının en büyük kanıtı olmuştur.
Ancak: bu kanıt; Sovyetler Birliğinin, çevresinde bulunan NATO ülkelerine, bu Amerikan casus uçaklarının faaliyetlerine izin verilmemesi konusundaki ısrarlı uyarılarına sebep olur. Bu uyarıları ilk alan ülkelerden biri ise, Sovyetler Birliğine en yakın ve toprakları üzerinde birçok Amerikan üssü bulunan Türkiye’dir.
Hatta: 5 Mayıs 1960 tarihinde, Sovyetler Birliği lideri: işi daha da ileri götürerek, herhangi bir saldırı sırasında, Sovyetler Birliğinin, Amerikan güdümlü füzelerine karşılık vereceği ve kendilerine karşı yapılacak saldırıda kullanılan üslerin, yok edileceğini söyler. Biraz önce söylediğim gibi, Sovyetler Birliği topraklarına en yakın konumda, Türkiye’deki Amerikan üsleri bulunmaktadır ve bu tehdit içeren bu sözler, doğrudan Türkiye’yi ilgilendirmektedir. Aynen, günümüzde İranlı askeri yetkilinin söylediği gibi.
Elbette, bu durum, ilk başta kabul edilmedi. Ancak: düşürülen uçağın sağ kurtulan pilotu; Sovyet askeri güçlerine verdiği bilgilerde: bağlı bulunduğu hava birliğinin, uzun bir süredir, Adana-İncirlik üssünde konuşlu bulunduklarını itiraf eder. Bunun üzerine: Amerika durumu kabullenir ve 25 Mayıs 1960 tarihinden sonra, bu casus uçaklarının faaliyetlerine son verilir. Ancak: bu olay sonucunda, Türkiye, topraklarındaki üslerin, ulusal güvenliği açısından ne ölçüde tehlike yarattığının farkına varmış olur.
Tüm bunlara rağmen, Amerika, 1959 yılında yapılan bir anlaşma sonucu, 1961 yılında, Türkiye’deki üslere, Jüpiter füzeleri yerleştirir. Ancak, elbette, bu füzeler ve ülke topraklarına yerleştirilmesi konusunda, Türk halkının herhangi bir bilgisi bulunmamaktadır. Ancak: burada başka hassas bir konu daha var. Jupiter füzeleri: Amerika’nın daha teknolojik olan Polaris füzelerinden daha basit, zayıf ve saldırıya açık silahlardır. Özellikle, Amerikan Başkanı Kenedy, topraklarımız üzerine, Jupiter füzelerinin yerleştirilmemesi konusunda çabalarına karşılık, bizim ülkemiz siyasileri, Sovyet tehlikesine karşı, bu füzelerin yerleştirilmesini istemişlerdir. Halbuki: herhangi bir çatışma durumunda, Rusların, ilk hedefleri, bu füzelerin olduğu yerler yani ülkemiz topraklarıdır. Hatta, o dönemlerde, ülkemizi ziyaret eden bir kısım Amerikalı yetkiliyle yapılan toplantılar sırasında, ülkemize karşı olan Sovyet daha doğrusu “Komünist” tehlikesi sürekli gündemde tutularak, yeni yeni silahlar, daha fazla silahlar ve askeri güç istenilmiştir.
Derken, Ekim 1962 yılı gelir ve bu kez, bir kriz daha çıkar. Bu kere, olay mahalli, ülkemize bir hayli uzakta olmasına rağmen, sonuçları itibarıyla, ülkemizi doğrudan etkilemektedir. Belirttiğim tarihte, Sovyetler Birliği, müttefiki olan ve hemen Amerika’nın yanıbaşında bulunan Küba ülkesine, nükleer başlıklı füzeler yerleştirir. Çünkü: Küba’da bulunan “Castro” rejimine destek olunmak istenmektedir.
Bu durumda, iki süper güç arasında, yeniden büyük bir kriz doğar. Amerika: Küba topraklarındaki Sovyet füzelerinin, Sovyetler Birliği ise, Türkiye topraklarındaki Amerikan füzelerinin sökülmesini isterler. Bu istekler karşılıklı tavizler verilerek ortaya konur. Amerika: Sovyetler Birliği tarafından, Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığına saygı gösterilmesini şart olarak öne sürer. Sovyetler Birliği tarafından ise, Amerika’nın, Küba toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına karışılmaması şartı ortaya sürülür.
Bunun üzerine, Amerika Başkanı Kenedy: Küba’daki füzelerin sökülmesi durumunda, Küba’nın toprak bütünlüğüne saygı duyulacağını söyler. Ancak: Türkiye’deki füzelerin, sökülmesi konusunda, kesin güvence vermekten imtina eder. Açıkça belirtilmeyen bazı hususlar, Amerika’da aynı dönemde başkanlık seçimi olması nedeniyle, kapalı kapılar ardında yürütülür ve 13 gün süren ve dünyayı bir nükleer savaşın eşiğinden döndüren kriz sona erdirilir.
İşte geçmişte yaşanan ve halk olarak pek de farkına varmadığımız krizler bunlardır. Aslında: söylediğim gibi, talep yalnızca dış güçlerden değil, ülkemiz siyasilerinden de gelmiştir. Konuyu, bu doğrultuda değerlendirmek gerektiğini unutmamak gerek. Önemli olan nedir? Bu ülke topraklarının korunmasında, kendi gücümüze güvenmek ve yabancı güçleri ülkemiz toprakları üzerinde, konuşlandırmamak değilmidir?