Rahip John Efsanesi

Rahip John Efsanesi

Evet, bu önemli bir söylence. Çünkü: Avrupa’da 12 nci yüzyıldan 17 nci yüzyıla kadar, doğruluğuna tamamen inanılmış, ancak gerçekliği ispat edilememiş bir söylence. Batı’lılar, bu efsanenin gerçekliğine öyle inanmışlardı ki, sanırım bizimde bir nebze olsun bu konuda bilgi sahibi olmamız gerekir diye düşündüm ve bunu yazıyorum.

Evet; müslüman ve pagan (putlara tapan) doğu’nun tam ortasında, bir rahip kral önderliğinde, hıristiyan ulus yaşamaktadır. Evet, bu rahip kralın ismi John. Rahip John; son derece varlıklıdır. İçi; altın ve gümüş dolu derelerin ve gençlik çeşmesinin bulunduğu bir ülkenin kralıdır. Elinde, saf zümrütten bir asa taşır. Zengin hazinesinde, tüm bölgeleri görebildiği bir de ayna bulunmaktadır.

Bunlardan; Avrupa’lıların, başlarda haberi yoktu. Ama; rahip John; Papa’ya elçiler gönderdi, mektuplar yazdı. Kendisinin inançlı bir hıristiyan olduğunu, ülkesinde bilinmedik çok çeşitli hayvan ve doğaüstü yaratıklar bulunduğunu, 200 yaşına dek yaşayan insanlar bulunduğunu bildirdi.

Papalık ise, bu ülkenin; Hindistan’da bulunduğu söylendi. Sonra; hayır, Habeşistan’ da dendi. Sonra: Asya’nın merkezinde bulunduğuna karar verildi. Ve, bu hıristiyan güçlerle birleşip, islam ordularını yenmeyi düşündüler. Rahip John’a yardım bahanesiyle, 1217 yılında, 5 nci haçlı seferini başlattılar.

Bu arada, rahip John, İran’lılarla yaptığı ve 3 gün süren savaşı kazanır. Ekbatana şehrini ele geçirir. Sonra, kutsal toprakları müslümanların elinden kurtarmak için, oraya doğru yönelirse de, Dicle nehrinin kabaran suları, buna izin vermez ve ülkesine geri döner.

Bu anlatılanların doğrulanması için, tarihi süreç incelendiğinde; 8-9 Eylül 1141 tarihinde, Karahitaylar, Selçuklu Türk’lerini Semerkant yakınlarındaki Kavtan denilen yerde yenerler. Ancak, Karahitaylar, hıristiyan değildiler.

Evet: Arap tarihçi İzzettin Ali; 1141 yılında, Büyük Selçuklu Sultanı Sencer’in, Harzemşahı Korhan ile savaştığından sözeder. Buna göre: Korhan, savaşı kazanır ve Sencer ile birlikte 100 bin adamını öldürür.Ama: Korhan’ın hıristiyanlığı konusunda da, herhangi bir bilgi ve belge yoktur.

Sonunda. Cengiz Han’ın; rahip John ve ulusunu yok ettiği söylenir. Aslında: 13 ncü yüzyılda, Moğol imparatorluğunu oluşturan kabilelerden, Kereyitler, hıristiyanlığın nesturi mezhebindendiler. Kereyit prensi Tuğrul Han, Cengiz Han ile birlikte, Tatarlara karşı savaşmış, sonra araları bozulunca yapılan savaşta ölmüş, kabilesi de dağılmıştır. Tuğrul Han, o zamanki Avrupa’da rahip John olarak düşünülmüş olabilir. Büyük ün kazanmış ve moğol tehlikesine karşı hıristiyanlığın kurtarıcısı ve koruyucusu olarak büyük rol oynamıştır. Marco Polo; rahip John’u Kereyit hanı Tuğrul ile özdeştirir.

Evet; bunu niye yazdım. Yazının başında belirttiğim gibi, Avrupa’da bu söylentiye, 400 yıl boyunca inanılmış ve çeşitli yazarlar tarafından işlenmiş.
rahip-john1

Aranan kelimeler:

27 Mart 2009
bosluk

Anka Kuşu

Etiketler:
Anka Kuşu

Doğu sanat eserlerinde kullanılan, efsanevi bir kuş figürü. Yunan’cada: Phonix, Phoenix, Farsça’da: Simurg, Siren, Sireng, Arapça’da: Anka (uzun boylu) ve Türkçe’de ise: Simurgu, Anka (zümrüdianka) olarak anılır.

İyi şans ve erdemin simgesidir.

Efsaneye göre: ” Kaf dağlarının tepesinde, abanoz ve od ağacından yapılmış bir yuvada yaşar. Uçtuğu zaman; havayı karartacak büyüklükte ve göz kamaştırıcı parlaktıktaki bir kuş’tur. Hiçbir yere konmaz, yılda bir kez yemek yer, fil’i pençeleriyle kaldıracak kadar güçlüdür. Ayrıca; yumurtası dağ büyüklüğündedir.

Evet; bu mitolojik kuşun, en büyük özelliği ise; güzel kokulu dallarla süslediği yuvasını, daha sonra kendiside içinde iken, tutuşturarak yakması. Ancak; her 500 yılda bir, külelrinden yeniden doğması. Yani; sanırım şöyle düşünülebilir, büyük bir güç, bir gün ortadan kalkıyor, ama kendi küllerinden, aradan geçen süre sonunda, yeniden doğuyor. Çeşit çeşit yorum yapmak mümkün. Hadi, sizde yapın.
ankakusu1

Aranan kelimeler:

27 Mart 2009
bosluk

Vezüv Yanardağı, Pompei, Herculenyum

Vezüv Yanardağı, Pompei, Herculenyum

MÖ.79 yılı, Ağustos ayı. Vezüv’ün patlayacağını anlatan ilk belirtiler görülmeye başlanır. Daha öncede, bu tür belirtiler görüldüğünden, insanlar, ilk anda, buna önem vermezler. Ancak: 24 Ağustos tarihinde, o güne dek hiç görülmemiş bir felaketin başlayacağı açıkça anlaşılır.

Korkunç bir gök gürlemesi ve ardından, dağın tepesi yarılır. Fıstık ağacı biçiminde bir duman, gök kubbesine yayılır. Gümbürtüler ve çakan şimşekler arasında; dağdan bir taş ve kül yağmuru boşalır. Güneş kararır. Kuşlar, havada ölüp yere düşerler. İnsanlar; bağrışa çığrışa kaçışırlar. Hayvanlar; öteye beriye sokulurlar. Bu arada: göktenmi yoksa yerdenmi geldiği belirsiz seller, yolları basar.

Her iki kent; güneşli bir günün sabah çalışmalarına dalmıştır. Sonları ise, iki türlü olur. Küller, sel gibi bir yağmur ve lavdan oluşan bir çamur seli; Herculenyum şehrinin üzerine yuvarlanır, caddeler ve sokaklar taşar. Damları örter, pencere ve kapılardan evlerin içine girer ve çarçabuk kaçarak kurtulanlar dışında, ne varsa hepsinin üstünü örter.

Pompei’nin sonu farklı olur. Burada, çamur seli gelmez. Önce: hafif bir kül yağmuru başlar. Ardından: lapili yağmuru, sonunda ise her biri birkaç kiloluk süngertaşı parçaları. Esas tehlike olan; kükürt buharları yer çöker. Bütün aralıklar ve dileklerden sızarak, canlıların gittikçe güç soluk almalarına sebep olur. İnsanlar; yüzlerine bezler sararlar. Kurtulmak ve hava alabilmek için dışarı fırlayanlar, başlarına çok sıkı yağan lapililer sayesinde, dehşet içinde geri dönmek zorunda kalırlar. Ama, daha evlerine girer girmez, tavanlar çöker ve onları altına gömer. Bazı insanlar ise, merdiven direklerinin ve revakların altında, korku içinde, büzüşüp bir süre daha yaşarlar. Kükürt buharları, sonra, onlarıda boğar. Rıhtıma ulaşıp, gemiler ile kaçmaya çalışanların bindikleri gemiler; deniz içinde oluşan büyük dalgalar ile yeniden kıyıya ve hatta yanardağın lavlarının tam ortasına geri atılırlar ve ölürler.

48 saat sonra, güneş yeniden görünür. Ama, artık Herculenyum ve Pompei şehirleri yoktur. 18 km. çapındaki bir alanda, her yer tahrip olmuş, tarlalar örtülmüştür. Gök; gene eskisi gibi mavi, Vezüv’den ise ince bir duman süzülmektedir.

Bir kenti, gündelik yaşamın bütün işleyiş yönleriyle, gelecekteki bilginlere saklamak için, böyle bir kül yağmurundan daha üstün bir olanak düşünmek mümkün değil. Hayır, saklamak değil, konserve etmek sözü, buna daha uygun düşer. Burada; eski kent, doğal bir ölümle yavaş yavaş çökerek ölmemiş, ansızın bir büyücü değneği dokunmuş ve zaman yasası yürürlüğünü yitirmiş.

HERCULENYUM VE POMPEİ ŞEHİRLERİNİN BULUNUŞU:
Aradan, yaklaşık 1700 yıl geçer. Saksonya kralı III.August’un kızı Maria Amalia Christine, Dresten’deki saraydan ayrılır ve Sicilya kralı Charles de Bourbon ile evlenir.
Kraliçe, canlı ve sanat duygusu ağır basan yapısı ile, Napoli bahçeleri ve saraylarında; geniş alanlarda, araştırmadık yer bırakmaz. Burada: Elboeuf isimli bir generalin girişimiyle, yerden çıkartılan yontular ve kabartmaları görür ve bunlara hayran kalır. Kocası kralı, bu yapıtlar hakkında araştırma yaptırması için zorlar. Vezüv; son patlayışında, üst kısmı havaya uçmuş olarak, Napoli’nin mavi gökyüzü altında sessizce durmaktadır. Kral, kraliçenin dileğini yerine getirir ve yeni araştırmalara başlanır.

Yanardağ püskürtülerinden, taş gibi katı, 15 metrelik bir kütlenin kazılması gerekir. Ancak, daha önce generalin bulmuş olduğu kuyudan, galeriler kazılır. Bunların içinde ilerlerken, bir süre sonra, gerçek büyüklüklerinden çok daha iri, tunç atların üç parçası bulunur. Bunun üzerine; sonraki kazılar, getirilen Marchese isimli uzman nezaretinde yürütülmeye başlanır. Ardından, 3 mermer yontu, toga giymiş romalılar, boyalı direkler ve bronzdan bir at gövdesi bulunur. 11 Aralık 1738 tarihinde ise; inilen hendeklerden birinde, merdiven bulunur. Bunun yanında ise, bir yapı ve bir yazıt görülür. Yazıtta:Rufus adında birinin, ” Theatrum Herculanense’yi kendi parası ile yaptırdığı” yazılıdır. Böylece, yere batmış olan bir kent bulunmuş olur. Yazıt; kendi adını veriyordu: Herculenyum.
Evet; şehir, 20 metrelik lav örtüsünün altında yatıyordu.
Derken; kentte kazılar başlar. Bir kısım buluntu elde edilir. Kral; kendisi için, dünyada eşi bulunmayan bir müze kurar. Ama; ilerleyen dönemde, olayın boyutu define tutkusu ve sabırsızlığa dönüşür. Kazılar duraksar.

Nisan 1748 tarihinde, kazılar yeniden başlar. Kazıların başlamasının altıncı gününde, ilk büyük ve muhteşem güzellikteki duvar resimleri bulunur. 19 ncu günde ise, ilk ölülere rastlanır. Yerde; boylu boyunca uzanmış bir iskelet. Hala kavrıyormuşa benzeyen ellerinde, altın ve gümüş paralar dökülmüştü. Evet; Pompei’nin tam orta yerine rastlamışlardı. Ama farkında olmadılar. Kazdıkları hendekleri, yeniden doldurdular. Başka bir yandan, yeniden kazmaya başlıyorlardı. Kazı, tamamen altın ve gümüş aramaya dönüşmüştü. Çünkü, kazı yapanların çoğu, cezaevinden alınan mahkumlardı.

Yazıt bulunan amfitiyatronun, izleyiciler bölümü bulundu. Fakat; yontu, altın ve mücevher bulunmayınca, başka bölümler kazılmaya başlandı. Bir villaya raslandı. Villanın duvarlarında, olağanüstü güzellikte freskler vardı. Bunları kesip çıkardılar ve kopye ettiler. Sonra, villa tekrar gömüldü. Pompei yönünden vazgeçilip, Herculenyum yönüne dönüldü. Bugün; villa dei Papiri denilen, büyük bir kitaplığın bulunduğu villaya ulaşıldı.

1754 yılında; Pompei’nin güney yönünde; yeniden birkaç mezar ve eski duvar bulundu. Sonraki dönemde, kazılarda, harika üstüne harikalar bulundu. Çocukları, kollarının arasında analar bulundu. Peçelerinin son parçasıyla, çocuklarını korumaya çalışıyorlardı, ama sonunda ikiside boğulmuştu. Hazinelerini toplamış, kapıya dek varabilmiş, sonra da lapili yağmuru altında yığılıp kalmış erkekler ve kadınlar çıkarıldı. Bunlar, hala son güçleriyle, mücevherlerini, altınlarını kavrıyormuş gibi duruyorlardı. Hercules kapısı önünde, ölü üstüne ölü bulundu. Bunlar; hala kendilerini, ağırlıklarıyla ezen ev eşyalarını yüklenmişlerdi. Kül altında kalmış bir odada: bir köpekle bir kadının iskeleti bulundu. Ama, korkunç bir dram vardı. Köpeğin iskeleti, hala biçimini korurken, kadının kemikleri, odanın dört bir köşesine dağılmıştı. Ama, bunlar ne yüzden dağılmıştı? Yoksa, dağıtılmışlarmıydı? Açlık yüzünden, kurt doğası üstün gelmiş de köpek hanımına saldırmış, onu yemiş ve ölümden bir gün mü çalmıştı? Başka bir yerde, bir cenaze töreni yarım kalmıştı. Cenaze şölenine katılanlar, yataklara uzanmışlardı. Bu kendi cenaze törenine katılanlar, 1700 yıl sonra yine öylece bulundular.

Evler; İsis Tapınağı, tiyatro, hepsi içinde oturdukları ve yaşadıkları gibiydiler. Yazıcı dükkanındaki balmumu tabletler, kitaplıktaki papirüs tomarları, esnafın işliklerindeki avadanlıklar, hamamlarda kaşağılar duruyordu. Meyhanelerin masaları üzerinde; hala kaplar ve son müşterilerin acele ile fırlattıkları paralar vardı.

Evet; Pompei ve Herculenyum. kendi zamanlarında, burada muhteşem bir medeniyet, lüks ve zenginlik içinde yaşayan insanlar. Özellikle: liman olması nedeniyle, limana gelen tüccar ve gemicilerden sağlanan, muhteşem bir servet. Bu iki şehrin insanları, gerçekten büyük bir lüks içinde yaşayan insanlar. Aynı zamanda; şehirlerin yapısıda, muhteşem. Özellikle: Pompei’de, 12 tane genelev var. Şehre dışarıdan gelen tüccar ve denizcilerin, buraları bulmaları için, yerlere reklam panosu niyetine işaretler konulmuş. Sırf; bu yabancıların, bu tür bir yeri sorma sıkıntısına katlanmamaları için. Genelev yapılarının içinde ise; çeşitli menüler oluşturulmuş, yine şekilli ve günümüze kadar kalmış şekiller ile ifade edilen menüler, insanların değişik dil kullanmaları, konuşarak anlaşamama durumunda bile, şekillerde tarif üzerine anlaşmanın sağlanması için yaratılan bu resimler, günümüze kadar gelmiş, pompei’de görülebilmekte. Buralara; bakır borular ile sıcak su taşımışlar. Yani; yaşantılarının boyutu, yüksek ölçülere ulaşmış. Pompei’de; bir yandan soyluların görkemli villaları, diğer yandan fakirlerin ve kölelerin kötü evleri. Ancak; bu kötü evlerin duvarlarında yazılı olan ve günümüze kadar ulaşan, iki kelime, ifade ettikleri anlam bakımından çok önemli. Evet; bu iki kelime: “sodom ve gomorra”. Tüm bu olanlar; bir kısım insan tarafından, tanrının gazabı olarak yorumlanıyor. Sonuçta; doğal bir felaket olmuş, bunu tanrının gazabı olarak yorumlamak ne ölçüde doğru olur, bilemiyorum. Ama; gerçek olan bir şey daha varki, yerel halk, vezüv yanardağı için, “tanrının gazabı” ismini, vezüv isminden daha çok kullanıyor. Bir sonraki yazıda; sodom ve gomorra’yı yazacağım. Bu yazıyı okuduğunuzda, aradaki bağlantıyı büyük ölçüde, çözeceğinize inanıyorum. Niye, insanların, Pompei duvarlarına, sodon ve gomorra kelimelerini yazdıklarını, sodon ve gomorra’nın hikayesini duyduktan sonra öğreneceksiniz.

Hani demiştik ya, tarih tekerrürden ibarettir diye. Sodon ve gomorra şehirlerindeki olayların olmasının üzerinden yüzlerce yıl sonra ortaya çıkan herculenyum ve pompei olayları. Buyrun, yorum ve karar sizin.

Aranan kelimeler:

14 Mart 2009
bosluk

cumhuriyet tarihi Son Yazılar FriendFeed
kişi siteyi ziyaret etti